26 Mayıs 2020 14:04
Ilgın Yorulmaz/Tokyo
Japonya ülkede yedi haftadır süren acil durumu, günlük yeni vaka sayısının hedeflerin altına düşmesi nedeniyle planlanandan bir hafta erken kaldırdı.
Yaşlı ve kalabalık nüfusuna, Çin'den milyonlarca turist almasına ve Japon kamuoyu gözünde koronavirüsle mücadelede bocalayan bir görüntü veren hükümetine karşın, Japonya'nın şu ana dek salgını ABD ve Avrupa'nın gelişmiş ülkelerine göre çok daha az sayıda vaka ve ölümle atlatıyor olmasının bir Japon mucizesi mi yoksa halkın dikkati ve basiretinin bir sonucu mu olduğu merak ediliyor.
Başbakan Şinzo Abe, pazartesi günü ülkenin başkenti Tokyo da dahil kalan son 7 eyaletindeki acil durumu kaldırarak "Japon modelinin enfeksiyonu yavaşlatmadaki başarısı"nı ilan etti.
Japonya'da 12 Nisan'da günlük 743 yeni vaka ile zirve yapan koronavirüs salgınında 26 Mayıs itibarıyla bu sayı günlük 10'a düşmüş durumda.
Peki hükümetin salgına karşı geliştirdiği politikalar mı yoksa saf şans mı bu başarıyı getirdi? Cevap belki her ikisi, belki de hiçbiri.
Başarılı olan ülkelerin aksine Japonya'nın iklimi sıcak değil, nüfusu yaşlı, trenleri sürekli kalabalık, insanları sürekli hareket halinde ve dışarıda.
Sınırlar kapanmadan önceki ilk iki ayda bile Çin yeni yılı nedeniyle gelen 400 bin Çinli turisti ağırladı. Gönüllülük ilkesine dayanan sokağa çıkma yasağı da ABD dışındaki diğer ülkelere göre çok daha zayıf.
Sosyal mesafe ise İsveç örneğindeki gibi kişinin inisiyatifine bırakılmış durumda.
En son bu hafta Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, Japonya'yı bir başarı hikayesi olarak lanse etti.
Genelde başarı değil, başarısızlığın mal edildiği ülke yönetimleri, sonuç başarılı ama izledikleri yöntemler mantığa ve bilimsel pratiğe ters ve kuşku verici olunca, oluşan boşluğu gizemli komplo teorileri veya ülke hakkındaki tipik önyargıların doğrulanması - "Japonlar otoriteye saygı duymayı severler"- gibi açıklamalar ortaya atılıyor.
Toplumsal normların önemi
Nedeni ne olursa olsun felaketin kıyısından dönen Japonya'da ambulans sistemi haricindeki sağlık hizmetinin genelde mükemmel oluşu, zatürre tedavisindeki başarı, obezite oranının düşük olması, kalabalık etkinliklerin ve maçların iptal edilmesi gibi bilimsel nedenlerin yanısıra, bireylerin tutumlarının ve toplumda kabul gören davranışın tersine davranınca ayıplanma endişesi gibi bazı "ölçülemeyen" geleneklerin de bu başarıyı getirdiği söyleniyor.
Örneğin Tokyo'da acil durum ilan edildiğinde gece yaşamıyla ünlü Shinjuku bölgesinde görevlilerin ellerinde pankartlar ve hoparlörlerle dolaşıp halkı evlerine dönmeye ikna etmesi hâlâ hafızalarda.
Restoranlar ve diğer toplanma yerlerinin de akşam saat 8'de gönüllü olarak kepenk indirmesinin rica edilmesi, Tokyo gibi dünyanın en kalabalık metropolünde bile sosyal etkileşimi yüzde 60 azalttı. Ricaya uymayan paçinko adlı kumar merkezlerinin ifşa edilmesi de etkili bir yöntemdi.
Yıllık tatillerin en uzunu olan "Altın Hafta" (Golden Week) tatilinde bile insanlar evlerinden çıkmadı; trenler, otobüsler, uçaklar boş kaldı. Sayfiye yerleri ve hatta Fuji Dağı'na yıllık geleneksel çıkış da yasaklandı.
Maske kullanımının her kış yaşanan grip sezonunda, baharda da alerjiden muzdarip kişilerin vazgeçemediği bir alışkanlık olduğu, hasta olan herkesin mutlaka maske taktığı Japonya'da virüse karşı önlem olarak maske takılmasının önerilmesine neredeyse kimseden itiraz gelmedi.
Belli ki Japon toplumunun, karşısındakinin iyilik-sağlığına öncelik veren, mesafeli, el sıkmayı sevmeyen, her yerde antiseptik sıvı kullanan ve genel olarak en az her iki günde bir mutlaka banyo yapan bireylerden oluşması da başarıda etkili oldu.
BCG aşısı etkili oldu mu?
Ortaya atılan bir diğer teori ise Japonya'da hala her çocuğa uygulanmakta olan BCG aşısının Japonlar'ı koronavirüsten korduğu teorisi.
Nobel ödüllü immünolog Tasuku Honjo, bilim insanlarının nedenini tam anlamasalar da, bu aşının temel bağışıklık seviyesini artırdığına inandıklarını söylüyor.
Doğruluğu kanıtlanmamakla beraber Japonlar'ın bağışıklık sistemi ile ilgili buna benzer bir başka teori, Tokyo Üniversitesi Yüksek Bilim ve Teknoloji Araştırma Merkezi profesörlerinden Tatsuhiko Kodama tarafından dile getirilmişti.
Kanser ve metabolizma üzerine araştırmalarıyla tanınan Kodama'ya göre Japonya ve diğer Asya ülkelerinde koronavirüsün seyrinin Avrupa ve Amerika'ya göre nispeten daha hafif olması ve ölümlerin daha az sayıda görülmesinin nedeni, bu ülkelerdeki insanların koronavirüs türevi virüslere tarih boyunca çokça maruz kalmaları olabilir.
Londra'daki King's College Halk Sağlığı Enstitüsü profesörlerinden Kenji Shibuya ise, virüsün Japonya'daki yayılımının 13 bölge ile sınırlı kalmasını ve sıkı önlemlerin alındığı ülkelerdekine benzer davranış gösteren Japonlar'ın basiretini başarı nedeni olarak görse de, Nisan-Mayıs aylarındaki ölüm sayılarına da bakılması gerektiğini söyleyip uyarmaktan da geri kalmıyor: "Şans eseri bu dalga savuşturulmuş olsa da Japonya'nın bunu başarı olarak görmeyip virüsün yeniden ortaya çıkmasına karşı, ki bu kaçınılmaz, bir sistem oturtması lazım."
Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkelerinden Japonya'nın koronavirüs karnesi, Güney Kore, Tayvan veya Yeni Zelanda gibi salgınla başarıyla mücadele ettiği kabul edilen ülkelerin aksine, her zaman pekiyilerle dolu değil.
Hatta Japonya'nın başlarda her şeyi yanlış yaptığını düşünenler çoğunluktaydı.
İlk vakanın görüldüğü 20 Ocak'tan sonraki üç ay boyunca Japonya'nın, ABD ve İtalya gibi virüsün merkezi haline geleceği ve hatta ikinci bir Vuhan olabileceği ile ilgili felaket senaryoları dolaşmaktaydı. Buna en iyi örnek, Yokohama Limanı'na demirleyen Diamond Princess gemisindeki 3 bin 500 kişinin 700'ünden fazlasının virüse yakalanmasıydı.
Gemideki karantina sırasında yapılan bir dizi vahim hata nedeniyle uzmanlarca ağır bir dille suçlanan Japon hükümeti, sonrasında da gelecek yıla ertelenen Tokyo Olimpiyatları'nı kurtarmak için halkın sağlığını feda edip virüsün ülkedeki yayılma riskini küçümsemekle suçlandı.
Bunun nedeni, virüsle mücadelede başarılı sayılan ülkelerin aksine, Japonya'nın çok sınırlı sayıda test yapması ve hafif semptomlar gösteren kişilerin bile hastaneye kaldırılmalarını gerektiren yasalar nedeniyle sağlık sisteminin çökmesinden duyulan korku olarak açıklanıyor.
Bu riski almak istemeyen hükümet, milyonlarca test yapan Güney Kore'nin aksine kısıtlı sayıda test yapıp, nüfusunun yüzde 1'inden bile azını- binde 21'ini test etti ve pozitif olduğu tespit edilen vakaları da sadece "küme takibi" yöntemiyle izlemeyi tercih etti.
Bürokratik darboğaz, test ve personel yetersizliği, doktorların gün sonunda yapılan testlerle ilgili bilgiyi hâlâ manuel girdikleri eskimiş bir veri toplama sistemi, test edilmek için bekleyen ama kriterlere uymayan pek çok kişinin zamanında test edilememesi sonucunu doğurdu.
Hükümetin sağlık uzmanı Shigeru Omi bile az test yapmanın doğal sonucu olarak gerçek vaka sayısının bildirilenden "10, 12, hatta 20 kat daha fazla olabileceğini" söylüyor.
Dünya Sağlık Örgütü'nde (WHO) de çalışmış olan ve geçmişte SARS ile de baş etmiş deneyimli virologlarından meydana gelen Uzmanlar Kurulu'nun üyesi Shigeru Omi, Şubat ortasında bu stratejiyi "bulaşının yayılma hızının yavaşlatılması ve ölümlerin önlenmesi" olarak açıklıyordu. Japon Sağlık Bakanlığı yetkilileri ise bu kararın ardındaki nedenin, herkesin test merkezlerine hücum ederek enfeksiyona maruz kalma riskini daha da artırmamak şeklinde izah ediyorlar.
Az test yapılmasını savunan bir diğer isim olan WHO danışmanlarından Nikki Shindo, beş kişiden sadece birinin virüsü yaydığını iddia ederek "geri kalan ve bir enfeksiyon riski yaratmayan yüzde 80'lik gruba yapılan test boşa gitmiş oluyor" diyor.
Gerçekten de 26 Mayıs itibarıyla Japonya'da görülen 850 can kaybı, 1 milyonda 6 kişiye tekabül ediyor. Aynı oran yaklaşık 98 bin kişinin öldüğü Amerika'da milyonda 280, 36 bin ölümle onu takip eden Birleşik Krallık'ta ise milyonda 560. Bir başka başarı öyküsü olan Almanya'da bile bu sayı milyonda 103.
İnanması güç bir başka gerçek ise özellikle yaşlıları etkieyen bir virüs karşısında ölüm oranı bu kadar düşük olan dünyanın en hızlı yaşlanan toplumu Japonya'nın, yoğun bakım yatak sayısının yüz bin kişide 5 ile OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) ülkeleri içinde İtalya ve İspanya'nın bile gerisinde ve listenin son sırasında olması.
Nisan ortasında açıklama yapan Japon Akut Tıp Derneği, Japon toplumunun temel direklerinden olan sağlık sisteminin çökmesinden duyduğu endişeyi dile getirmişti. Nitekim Tokyo'da ambulansların getirdiği bir hastanın onlarca klinik tarafından koronavirüs korkusuyla kabul edilmemesi gibi inanması güç durumlar yaşandı.
Her yıl 2.9 milyon Çinli turisti ağırlayan ülke, örneğin ilk vaka çıktığında dünyaya tamamen kapanan bir başka ada ülkesi Yeni Zelanda'nın aksine Çin'den ve diğer salgın merkezlerinden gelenlere sınırlarını kapatmakta çok geç kaldı. Kimi siyaset uzmanlara göre Japonya, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Nisan'da yapılması beklenen ama sonra iptal edilen Japonya gezisi öncesi diplomatik gaf yapmak istemedi.
Uzmanlar Kurulu'nun aciliyet tavsiyesine uyulduğunda deflasyona doğru gitmekte olan Japon ekonomisinin ödeyeceği bedelden korkan Japon hükümetinin ülkede acil durum ilan etmedeki isteksizliğinin yanısıra, Başbakan Şinzo Abe'nin kararsız tutumu, örneğin Almanya'da Angela Merkel'in sergilediği sağlam liderlik ve halka verdiği net mesajlara kıyasla, güvensiz bir lider portresi çizmesine neden oldu.
Abe, sonunda 7 Nisan'da acil durum ilan etme kararı aldı ama bu karar hayli geç ve yetersiz bulundu. Dahası, Amerikalılar tarafından İkinci Dünya Savaşı sonrası yazılan ve merkezi yönetimin bir daha asla mutlak güç kazanmasını engellemeye odaklı olan Japon Anayasası'na göre Japonya'da hükümet, halka sokağa çıkmaması için en fazla telkinde bulunabiliyor ama yaptırım uygulanmıyor.
Hükümetin her aileye bedava iki maske kampanyasının geri tepmesinin dışında, evde kalma tavsiyesine örnek olma amacıyla çekilen videoda evinde çay içip köpeğiyle oynadığı görülen Şinzo Abe'nin halkta yarattığı antipati, kamuoyu araştırmalarına yansıdı.
Pandemi, ülkenin kırılgan işgücü durumunu da gözler önüne serdi. Salgının başlangıcından beri çoğu yarı-zamanlı ve kadın çalışanın işini kaybetme endişesi içinde olduğu ve hatta kaybettiği biliniyor.
Abe, son olarak ilan edilen acil durum nedeniyle geçici olarak iş yerlerini kapatan küçük esnafın ve geçen yılın aynı dönemine göre Ocak-Mart ayında yüzde 3.4 daralan ekonominin yükünü hafifletmek için, koalisyon ortağının da ısrarıyla, Japonya'da her bireye 100 bin yen (yaklaşık 930 dolar) yardımda bulunmayı taahhüt ettiği 2 trilyon dolarlık bir ekonomik paketi açıklamıştı.
Virüse karşı alınan başarıya rağmen Mayıs başında Kyodo Haber Ajansı'nın yaptığı araştırmaya göre Japon halkının yarısından fazlası (yüzde 57.5'i) hükümetin aldığı salgın tedbirlerini eleştiriyor. Yaklaşık üçte biri ise destekliyor.
Singapur kaynaklı bir başka araştırma ise bir ülke vatandaşlarının kendi ülke yönetiminin virüse karşı verdiği mücadeleyi oyladıkları araştırma sonucunda en kötü notu Japon hükümetinin aldığını gösteriyor. Benzer şekilde Başbakan Şinzo Abe, dünya liderleri arasında koronavirüs salgını sırasında popülerliği düşen bir lider olarak olarak, aşırı sağcı Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ile aynı kaderi paylaşıyor.
Japonya'nın salgınla savaşta kendine özgü başka zorlukları da var. Salgının yayıldığı aylarda dünyadaki tüm gelişmiş ülkelerde çalışanlar uzaktan çalışma sistemini hemen uygulayıp benimserken Japonya'da tüm şirketlerin sadece yüzde 9'unun teknolojik altyapısının uzaktan çalışmaya elverişli olduğunun ortaya çıkması da ülke için yüz kızartıcı bulunmuştu.
© Tüm hakları saklıdır.