Ergin Yıldızoğlu*
Geçen hafta salı günü Küba Devlet Başkanı Raul Castro ile ABD Devlet Başkanı Barack Obama 45 dakika süren bir telefon konuşması yaptılar. Böylece ABD ve Küba arasında diplomatik ilişkiler yarım asır sonra yeniden kurulmuş oluyordu. Çarşamba sabahı kimi tutukluların serbest bırakılmasıyla, bir tür “casus” değiş tokuşu gerçekleşti. Castro ve Obama halklarına hitaben birer televizyon konuşması yaparak bu tarihi gelişmeyi, yeni bir reform sürecinin başladığını açıkladılar.
New York Times olayı “Hoş geldin Küba” başlıklı bir yorumla karşıladı. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Roussef de, Mercosur zirvesinde yaptığı bir konuşmada, ABD ve Küba arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasının, ABD sermayesinin Küba’ya girmesini kolaylaştırarak, “uygarlıkta bir değişim” anlamına geldiğini söylemiş (Folha de S. Paulo, 17/12/2014). Folha, haberinde “Brezilya sermayesinin Küba’ya, dışa açılma başlamadan girerek avantajlı bir konum elde etmeyi amaçladığını” da yazıyor.
‘Normalleşme’
Papa’nın da aracılık yaptığı anlaşılan bu gelişme birçok yayın organında ve diplomatik çevrede “normalleşme” olarak nitelendi; dolayısıyla, üzerinde düşünmeye, bu kavramdan başlamak yararlı olabilir.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü “Normal” sözcüğü için, “Aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama... Kurala uygun, alışılagelen, olağan,” tanımlarını veriyor. Bu kavramların hepsi bir “şeye” göre anlam kazanırlar. Bugün, kapitalist dünya ekonomisinde, krize rağmen hâlâ tek geçerli modelin “serbest piyasa” (neo-liberal küreselleşme), finanssallaşma (mali sermayenin belirleyiciliği) olduğunu, devletler arası sistemi hegemonyacı, emperyalist dinamiklerin belirlediğini göz önüne alırsak Küba’nın neye kıyasla, neye uyum sağlamak üzere “normalleşmeye” başladığını görebiliriz.
Bu saptamayla “sinik” bir sözcük oyunu yapmıyorum. Yalnızca Castro ve Obama’nın konuşmalarının içeriği, gündeme gelen yeni “reformlar” değil, son yıllarda Küba’da uygulanmaya konan ekonomik “reformlar” da bu “normalleşme” sürecinin çoktan başladığını gösteriyor.
Aslında Küba, 2009 yılında Fidel’in Küba’yı ziyaret eden Amerikalı Gazeteci Jeffery Goldberg’e bir öğle yemeğinde “Küba modeli hâlâ başka ülkeler için geçerli mi?”sorusuna karşılık olarak “Bu model artık bizim bile işimize yaramıyor”... “ekonomide devletin ağırlığı çok fazla” sözleriyle açıkladığı gibi (The Atlantic, Eylül 2009)“normalleşmeye”, ekonomik modelini değiştirmeye 7-8 yıl önce karar vermişti.
Bu modeli değiştirmeye yönelik ilk eğilimler ortaya çıkmaya başladığında, iki eski dost James Petras ve Fidel Castro arasında 2007 yılında sert tartışmalar yaşandı. Castro, eleştirel tutum alan Petras’ı, “süper devrimciler” ifadesiyle tersleyip bu eleştirilerle Amerika’da itibar gördüklerini ima etti. O zaman “Parti-Devlet çizgisi”,“sosyalist yolu onaylayarak modeli değiştirmek” biçimindeydi.
Ancak pratikte devreye giren reformlara bakınca, gerçekten de bir model değişikliği, piyasa kapitalizmine, dünya ekonomisine entegrasyona doğru bir yönelim görüyoruz.
Adeta “sosyalizmeselam, piyasacı reformlar devam.”
Bu reformları kabaca, şu başlıklar altına özetleyebiliriz, birincisi, 500 bin kamu çalışanının işten çıkartılarak devlet desteğiyle küçük üreticiye, hizmet sektörü girişimcisine dönüştürülmesi. Küçük işletmelerde başlamış olan kapitalistleşmenin, tarım sektörünü de kapsayacak biçimde desteklenmesi. Yabancı sermayenin gelebilmesine uygun altyapının, kurumsallaşmanın başlatılması. Küba’nın Mariel Limanı’nın 800 milyon dolarlık bir yatırımla “serbest ticaret bölgesine” ve uluslararası konteynır limanına dönüştürülmesi.
Bu “reformlar”, ABD ve Batı’da büyük yankı uyandırdı, geçen haftaki gelişmelere yol açan, 18 ay sürdüğü iddia edilen pazarlıkların başlamasına zemin hazırladı.
‘Emperyalist hesaplara uyum...’
Geçen hafta açıklanan yeni reformlar, ABD’nin Küba’ya uyguladığı ambargoyu henüz kaldıramıyor (bunun için Kongre’nin onayı gerekiyor) ama, Amerikaninternet, telekomünikasyon şirketlerinin, bankalarının Küba’da iş yapmaya başlamalarının önünü açıyor, ABD’de çalışan Kübalıların üç ayda bir ailelerine göndermelerine izin verilen para transferi haklarını dört kat artır`'72 ak 2000 dolara çıkarıyor. ABD Küba konsolosluğunu “gerçek ve çaplı bir yapıya dönüştürmeye”, bir aşamada belki de Obama’yı da içerecek, üst düzey diplomatik ziyaretlere zemin hazırlıyor (Financial Times, 18/12/2014).
Buna karşılık Küba’nın ABD’nin siyasi tutuklu olarak tanımladığı 53 muhalifi serbest bırakmayı, Küba’da kalmalarına, faaliyet göstermelerine izin vermeyi kabul ettiği, internet kullanımını genişleteceği anlaşılıyor. Global Research sitesinde yazan Andrew Korybko, Küba’nın Ukrayna, Libya ve Burma deneylerinden ders almadığını, adeta 53 tane rejim karşıtı Aung San Suu Kyi yaratılmasına, “renkli devrimlere” çanak tuttuğunu savunuyor.
“Normalleşme” için verilen tanımlardan biri de “uyum.” Obama’nın televizyon konuşmasındaki “Bugüne kadar uygulanan tecrit politikası sonuç vermedi. Ulusal çıkarlarımızı gerçekleştirme konusunda başarısız olan bu politikayı terk ediyoruz”sözleri, “uyumun”, aslında Amerikan Ticaret Odası’nın “serbest piyasa ve açıklık amacına”, bunun da ABD’nin ekonomik, siyasi ve kültürel etkisine açmak anlamına geldiğini açıkça ortaya koyuyor. (Counter Punch, Peppe, 18/12)
Aynı anda kendi ülkesinde TV’de konuşan Raul Castro’nun “Biz ABD’den ekonomik ve siyasi sistemini değiştirmesini talep etmediğimiz gibi, biz de bizimkiyle ilgili pazarlık yapmayı kabul etmiyoruz” sözleri ise ne yazık ki havada kalıyor: Küba’nın ekonomik modeli çoktan değişmeye başladı.
“Normalleşme” açıklandığında Küba halkının, özellikle ticaretle uğraşanların sergilediği sevinç (NYT 17; FT 18) Küba devletinin bunları bir nevi sosyalizm gibi sunma çabası, kültürel havanın da çoktan değişmeye başladığını kanıtlıyor. Wall Street Journal’ın General Motors, Cargill gibi uluslararası şirketlerin bu normalleşmeden ne kadar hoşnut olduğuna ilişkin aktardıkları (WSWS, 19/12/2014) da bu değişimin nereye doğru olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Cumhuriyet gazetesine yayımlanan yazının tamamını okumak için tıklayınız...