Meltem Sağlam
Kuyu, müzik, idea, metafor, ikili metafor, zaman, uzam, olasılık ve büyülü gerçekliği ile 848 sayfalık tipik bir Haruki Murakami okuma şöleni. Murakami’yi tanıyan ve sevenlerin dışında da herkesin severek, bir solukta okuyabileceği bir roman. Teması, kurgusu anlatımı, mekanları ve karakterleri çok etkileyici.
Murakami dokunuşları
Murakami bir söyleşisinde, hayatı boyunca bir kuyunun dibinde oturmak istediğini söylemiş. Kuyu, Murakami’yi derinden etkileyen ve hemen hemen tüm kitaplarında kullandığı bir metafor. Her zamanki gibi bu kitabında da, kuyu zamanın ve uzamın belirsizliğine, olasılıklar dünyasına açılan kapı.
Her zamanki gibi müzik de önemli bir unsur olarak yer alıyor konunun içerisinde. Bu kez klasik müzik. Okurken kahramanla eş zamanlı aynı müzikleri dinliyoruz. Murakami okurken, müzikle kitabı/konuyu özdeşleştirmek okurlarının sevdiği bir alışkanlık.
Bu kitabında da Murakami’nin zengin, alışkanlık ve zevk sahibi, titiz ve yalnız karakterleri ile hırslarına yenilmeyen, hayatı olduğu gibi yaşayan, sınırlı gelire sahip karakterleri yan yana. Hepsi yaralı, fakat güçlü.
Murakami’den yine çok uzun bir roman, fakat yine çok akıcı ve sıcak. Büyülü gerçeklik/gerçeklik dengesi bazı kitaplarına göre çok daha iyi ayarlanmış. Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kitabındaki gibi metaforların ve belirsizliğin içinde boğulma hissi uyandırmıyor. Ayrıca hızlı (!) bir sonla ve tamamlanmamış bir çember hissi vererek tamamlanıyor.
Mekan ve zaman
Murakami’yi, edebiyatın Tarantino’su gibi düşünmüşümdür hep. Her kitabında ustalara selam gönderir, esinlendiği konuları ve temaları tüm açıklığıyla ortaya koyar, çekinmeden yazar. Hatta romanlarını okurken hissettiğimiz mekan ve karakter tekrarları/devamları, rahatsızlıktan çok mutluluk verir. 1Q84 ve Yaban Koyununun İzinde kitaplarında beni etkileyen, kalan zamanımı orada geçirebileceğimi düşündüğüm, kocaman bir plak koleksiyonu ve kütüphanesi ile o muhteşem dağ kulübesini ve Pasifik Okyanusu’nun dalgaları ile yıkanan o olağanüstü manzaralı hastaneyi son kitabında yeniden bulmak, özlenen bir yere yeniden gitmek gibi. Ayrıca, Sahilde Kafka romanının sevilen “Bendeniz Nakata” karakterinin diline benzer bir dil kullanan “idea” karakteri, kitaba sıcaklık katmış.
Murakami, varlıkla yokluk arasındaki sınırda romanlarını yazarken, mekanları hep varlık alanından, var olanlardan seçiyor. Tıpkı dinlediği müzik, içki ve sigaralarının markası ve hatta bazı karakterleri gibi. Gerçek değilseler bile yarattığı ortamların canlılığı okuyucuyu içine çekiyor.
Felsefe, teoloji ve fiziğin en tartışmalı konularından birisi olan zaman konusu, Murakami kitaplarının ana temalardan birisidir. Gerçekte zaman lineer bir çizgide tek yöne doğru mu akıp gider?* Bu kitabında da zamanın akış yönünü zaman zaman anlayamıyoruz.
Sanat
Kitabın ana karakterlerinden olan ve Kumandanı Öldürmek tablosunun ressamı, savaşın travmasını atlatmaya çalışırken, hayata sanat sayesinde tutunmaya çalışıyor. Acısını, öfkesini bir tabloya aktarmak, günlerini sanatla doldurmak, bir anlamda O’nun tutunacak dalı oluyor. Batı tarzı resim tekniği kullanmaktan ani bir kararla vazgeçip, Geleneksel Japon resim tekniği ile çalışmaya başlıyor. Bu bağlamda, biz de romanda, Geleneksel Japon resmi ile sanat ve kültür hayatının Meiji döneminden itibaren gelişimiyle ilgili anahtar bilgilere ulaşma olanağı buluyoruz.
Ana tema: Savaş kötüdür
Kötülük, içimizde, doğrularımızı kendi metaforlarımızla yiyip bitiren bir ikili metafordur ve bundan kurtulmak ancak sevgi ile mümkündür*.*
Japon kültürünü ve yaşam alışkanlıklarını, Japon etik değerleri ile deprem ve nükleer sızıntı gibi felaketlerini belki de en fazla görebildiğimiz bu kitabında Murakami bu kez ana eksene, Dünyada sadece insanların neden olduğu en büyük kötülük olan savaşı ve etkilerini koymuş. Sadece Japonya değil, diğer ülkelerdeki savaşlar ve bir anlamda başka savaş biçimleri olan açlık ve ekolojik sorunlarla birlikte.
Savaş kötüdür, nerede olduğundan bağımsız olarak. Doğduğumuz topraklarda veya hiç görmediğimiz, içine doğduğumuz toplumla hiç bir ilgisi olmayan topraklarda, hiç fark etmez. Bir Japon ailesi ve savaşın farklı şekilde etkilediği iki sanatçı kardeş. İki ayrı savaşın kurbanları. İki kardeş de savaşın kötü yüzünü görmüş, birisi doğduğu ülkenin bitti denilen savaşının dehşetini yaşamış, diğeri ise başka bir ülkenin de olsa içselleştirdiği bir savaşın.
Murakami’nin bu kitabı, Nobel ödülünü hedefleyerek yazdığı konusunda eleştiriler var. Yazma güdüsü ne olursa olsun, söylenmesi gerekenleri söylediği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bir ailenin, Japon toplumunun, dünyanın yaşadığı acıları unutmak, görmezden gelmek, bu acıları yaşanmamış hale getirmiyor. Görmek, hatırlamak ve en önemlisi ders almak gerek…
Madem aynı yoldan gideceğiz, neden güneşli taraftan yürümüyoruz?***
*Murakami, Haruki, Kumandanı Öldürmek, Doğan Kitap, 1. Baskı, Kasım 2018, sf; 727.
**Age., sf; 717.
***Age., sf; 286.