Hatice Kamer
Lozan Anlaşması’nın imzalanmasının 100. yılı dolayısıyla anlaşmanın iptali ve Kürtlerin Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Kültürel ve Sosyal Haklar Sözleşmesi’nin 1. Maddesi’nde geçen halkların 'kendi kaderini tayin hakkı'nın hayata geçirilmesi için Kürt Diasporası Konfederasyonu (DiaKurd), Danıştay nezdinde dava açtı.
Danıştay'a gönderilmek üzere 7 Temmuz tarihinde Diyarbakır Nöbetçi idari Mahkemesi’ne yapılan 20 sayfalık başvuruda DiaKurd, daha önce de 2 Mayıs'ta Cumhurbaşkanlığı kabinesine dilekçe ile başvuru yapmış ama yasal süre olan 30 günde herhangi bir yanıt alamamıştı.
Bunun zımnen red anlamına geldiğini belirten Diakurd, Cumhurbaşkanlığına dava açmak için 7 Temmuz’da Danıştay'a başvuru yaptı.
DiaKurd'ün Danıştay başvurusunda şu ifadeler var:
“Davalı taraf, Kürt halkına self-determinasyon hakkını kullandırmamıştır. Kürtler etnik, dilsel, tarihi ve kültürel olarak, onu temsil etmeyen ve sistematik baskı ve asimilasyon uygulayan devletin hakkından önce gelir. Kürtler bu şartlar altında ve son çare olarak dış self-determinasyona başvurabilir.”
DiaKurd adına avukat Hişyar Özalp ve Rıdvan Dalmış Diyarbakır'da bir basın açıklaması yaptılar ve hukuki süreçle ilgili bilgi verdiler.
Açıklamada Türkiye’de, Anayasa’nın 66. maddesi gereğince Kürtlerin, Türk olmalarına hükmedildiği, her türlü siyasal temsilden özerk bir şekilde kendi kaderini tayin etmekten mahrum edildiği, kültürleri ve dillerinin yasaklandığı belirtildi.
“Geçen yüzyıllık sürede Kürtlerin Türk olmaya zorlanması, dışlama, yok sayma ve asimilasyon siyaseti nedeniyle Türkler ve Kürtler arasında ortak bir ulusal kimlik ve vatan duygusu oluşturulamamıştır.”
Devletlerin amacının hangi etnik kökenden gelirse gelsin, uyruklarının mutluluğu, gerçek hak eşitliği, yaşamlarının iyileştirilmesi, maddi ve manevi yönlerinin geliştirilmesi olduğunu belirtilen DiaKurd, devletlerin bunda başarısız olması halinde, ‘kendi kaderini tayin hakkı'nın her türlü zorbalığa karşı bir çıkış kapısı olduğunu savunuyor.
Açıklamaya göre bir azınlık halk tanımına uyuyorsa, ayrımcılığa veya sistematik baskı veya asimilasyona uğruyor veya böyle bir tehlike altındaysa, iç self-determinasyon hakkını kullanması engelleniyorsa, serbest iradesiyle dış self-determinasyon hakkını kullanmak istiyor ve diğer azınlıkların temel insan haklarına ve 'jus cogens' kurallara saygı gösterme kapasitesi gösteriyorsa, dış self-determinasyon hakkını, yani ayrılma hakkını, kullanabileceği vurgulanıyor.
DiaKurd, Türkiye Cumhuriyeti'nde Kürtler için bu şartların hepsinin mevcut olduğunu öne sürerek, yüzyıl önce Kürtlerin rızası alınmadan imzalanan anlaşma ile “Kürtlerin topraklarıyla birlikte maraba gibi elden elden devredildiğini” savundu ve anlaşmayı batıl olarak niteledi.
BBC Türkçe'ye konuyla ilgili açıklama yapan Avukat Hişyar Özalp, “Tarihte ilk kez Kürtler hem Lozan anlaşmasını rededen hem de self-determinasyon hakkının uygulanması isteyen bir dava açtı” dedi ve şöyle devam etti:
“Hiç kimse başkasına sahip olduğu haklardan daha fazlasını devredemez. İhlal, baskı ve asimilasyonun son bulması için Kürtlerin kaderlerini özgürce belirlemeleri gerekmektedir” dedi.
Özalp, Danıştay’ın makul bir sürede yanıt vermesi gerektiğini belirtti ve yanıtın red olması halinde, iç hukuk yollarının tüm aşamalarını tükettikten sonra, BM İnsan Hakları Komitesi’ne başvuracaklarını söyledi.
Türk yargı sisteminden bir beklentilerinin olmadığını dile getiren Özalp, şöyle devam etti:
“Ancak uluslararası mahkemeler davayı reddetseler bile en azından Kürtlerin haksızlığa uğradığını ve self-determinasyon haklarının olduğunun tespitini yapabilirler. Ayrıca bu davayı açmaktaki bir başka amaç Lozan'dan bugüne yapılan uygulamaların verdiği acıların Kürtler tarafından kabul edilmediğini kayıt altına almak.''