Doğu Anadolu'da bir Kürt köyü. Gecenin bir vakti, köylüler silah saklıyor ihbarı alan askerler evlere baskın yapar. Yaşlı Kürt kadını Berfe'nin oğlu Temo haksız yere gözaltına alınır. Komutan subay, “sakladığınız silahları getirin, kimseyi tutmayız” der. Temo'yu kurtarmanın tek yolu, bir yerlerden silah bulup askerlere teslim etmektir. Berfe de torunu Jiyan'i yanına katıp, tehlikeli bir arayışa çıkar.
‘Bu benim ayıbım değil'
Çoğunluğu Kürtçe olan “Were Dengê Min” yani “Sesime gel” adlı bu film, Hüseyin Karabey tarafından çekilmiş. Karabey Kürt bir sinemacı ancak Kürtçe bilmiyor. “Bu benim ayıbım değil. Bu Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürtleri asimile etme politikasının bir sonucu” diyen Karabey. “Ne yazık ki benim gibi binlerce insan var. Ama bunun özellikle belirtilmesi gerekir ki, gelecek kuşaklar için bu bir tür önlem olsun. Nasıl Almanya'dakiler geçmişte onların dedelerinin işledikleri suçları genç kuşaklara ısrarla anlatarak bir daha olmamasına çalışıyorlar, bize de aynısı gerekiyor, yani şöyle üzerini kapatma da olmamalı, bu en az iki üç kuşak anlatılmalı, bu kuşaklar bu gerçekle büyümeli ki, bu ülkede insanlar artık acı çekmesin, insanlar artık birbirine zulüm etmesin ya da o zulüm yaşanırken bazılarımız susmasın” şeklinde konuşuyor.
Ordudan köylülere eziyet
Filmde Türk Ordusu'nun imajı epey karanlık. Özetle köylülere eziyet ediyor denebilir. Yönetmen yine de askerleri sadece siyah-beyaz olarak görmediğini belirtiyor. Askerliğin profesyonel tarafının biraz daha irdelenmesi gerektiğine inanan Karabey, yeni düzenlemelerle oraya yeni bir ayar verilmeye çalışıldığını gördüğünü söylüyor ve ekliyor: “Ben askerlerin içinde de yeni bir yapılanmanın, insani bir bakışın olacağına inanıyorum, bunun mümkün olduğunu düşünüyorum çünkü onlar da bu ülkede yaşıyorlar ve bu kadar zan altında kalmak istemiyorlar.”
Dengbej geleneği
“Were Dengê Min” hikâyesini, Kürt kültüründe, köyden köye gezerek hikâyeler anlatan ve şarkıcılık yapan dengbejler üzerinden aktarıyor. Kürt toplumun zamanında hem tarihçiliğini, hem gazeteciliğini yapmış olan dengbejler, hem geçmiş, hem bugünü, hem de biraz önce geçmişi de anlatmışlar. Gezerlerken, bir önceki köyde neler olduğunu da aktarmışlar diğer köylere. Yönetmen Karabey, yaşanan duruma direkt yüksek sesle bir şey söyleyemediklerini ama 100 yıl önce yaşanmış bir örneği anlatarak gidişatın ne olduğunu dile getirdiklerini belirtiyor ve bunun da aslında sinema için çok güzel bir form olduğunu kaydediyor.
Kartpostallık coğrafya ile klişelere karşı
Filmin geçtiği yerler ise, doğal güzellikleriyle, dağları, bitki örtüsü, gölüyle bir cenneti andırıyor. Karabey, filmlerde insan hakları ihlalleriyle ilgili hikâyelerin, genelde kötü koşullar altında yaşayan insanların başına geldiğini hatırlatıyor ve kendi filmiyle bu klişeyi değiştirmek istediğini söylüyor: “Bu filmi seyrettikten sonra, köyüne dönmek isteyen insanların neden geri dönmek istediğini anlayabilirsin. Ama televizyondaki o aptal dizilerin ya da o saçma sapan haber programlarını izlersen “Ya, ne gerek var işte, şehirdeler zaten, burada kalsınlar” dersin doğal olarak. Bu manipülasyonun en basit yolu. Şimdi bu filmi seyrettikten sonra “Yazık!” der, “Niye eziyet ediyorsun insanlara, ne güzel yerleri varmış, geri dönsünler, zaten bir şey istemiyorlar sadece köylerine dönmek istiyorlar” sözünü o kendisi kurar ve söyler, savunur da, hükümetine de baskı yapar. Ama bunu bilmesi lazım ilk önce.”
İlk iş, düğün salonunda kameramanlık
Hüseyin Karabey, sinema yapmaya karar verdiğinde üniversitedeki iktisat eğitimini bırakmış ve sinema öğrenmek için yaptığı ilk iş, bir düğün salonunda kameramanlık olmuş. Sonra Mezopotomya Kültür Merkezi'nde sinema bölümünü kurup, oranın hem öğrencisi, hem de organizatörü olmuş, ardından da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü'nden mezun olmuş, oyuncu yönetimini öğrenmek için dört yıl tiyatrolarda çalışmış, insanlarla, insan hakları ihlalleriyle ilgili belgeseller çekmiş. Filmde çalıştığı amatör oyuncuları yönlendirmeyi çok iyi başarıyor Karabey. Ancak Berfe rolünde harikalar yaratan Feride Gezer, onun için ayrı bir talih olmuş. “Feride Anne” diye hitap edilen Gezer'in eşi, Van İnsan Hakları Derneği'nin 15 yıldır başkanlığını yürütüyor. Yönetmen, “Hakkâri'den, bu yaşanan olaylardan dolayı Van'a göçen bir aile. Ailede bedel ödemiş çok insan var. Aslında Feride Anne biliyor her şeyi. Zaten senaryoyu kendisi okumadı, ben anlatıyordum “Tamam, oğlum, bu zaten bizim yaşadığımız şeyler. Fazlası var ama eksiği yok.” diyordu. Ama ekstradan çok da şanslıymışım. Gerçekten Feride Anne'nin içine bir oyuncu kaçmış. Marlon Brando'ya eşit görüyorum onu.” diyor.
'Yeter ki unutmayalım'
Karabey, filminde anlattığı acı hikâyeye rağmen, Türkiye'nin geleceğinden, barış sürecinden umutlu. “Biz değişime inanmak zorundayız. Farketmediğimiz gücü farketmek zorundayız.” diyen yönetmen, “Eğer bu ülkede barış isteyenler çoğunlukta olmasaydı, biz defalarca bölünmüştük. Nefret tohumları çok ekilmeye çalışıldı. O yüzden çok iyimserim bu konuda. Yeter ki unutmayalım.” şeklinde konuşuyor.
“Were Dengê Min”, Kuşaklar bölümünde yoğun alkış aldı ve Kristal Ayı'nın da favorilerinden. Filmin Türkiye'de ilk gösteriminin ise İstanbul Film Festivali'nde olması planlanıyor.