Gündem

Mahçupyan: Gücün sahibi ne derse nihayette o olur; durum abartılmasın, kalibremiz bu

"Herkes bu ‘Türk usulüne’ uysa aslında hiç sorun çıkmayacak"

06 Mayıs 2016 14:07

Karar gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, Ahmet Davutoğlu'nun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yaşadığı anlaşmazlık sonucu AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevini bırakma kararı almasıyla ilgili olarak, "Sonuçta iki kişinin konuşup anlaşmasından söz ediyoruz. Ama ortada usul yok… Sadece güç var ve o da dengesiz. Çözüm tek: Gücün sahibi ne derse nihayette o olur. Eziyeti uzatmanın da gereği yok… Çünkü bir şey değişmeyecek. Buradan hayırlı bir şey çıkar mı derseniz, kırk yıldır birbirini tanıyan, yıllarca birlikte çalışmış iki kişi bile bir diğerini yönetemezken, Türkiye’nin yönetilebilmesini beklememek lazım derim. Ama olsun… Zamanımız bol, biraz daha fıtrata uygun gidebiliriz. Ayrıca durum o kadar da abartılmasın... Nihayette kalibremiz bu ve zaten de buydu" dedi.

Etyen Mahçupyan'ın, "Türk usulü" başlığıyla yayımlanan (6 Mayıs 2016) yazısı şöyle:

Modernliğin bir 'adam olma' macerası olduğunu savunarak, 

Modernlik bizim için bir ‘adam olma’ macerasıydı ve halen de öyle. Meret yerinde durmuyor, her gün yeni usuller çıkarıyor. Biz de onun gerisinde kaldıkça ‘aslında adam olan biziz’ deme ihtiyacı içinde kıvranıyor ve zaten bu halimiz nedeniyle bir türlü ‘adam gibi’ modernleşemiyoruz.

Belki de mesele aslında ta başından beri modern olmak değil, adam olmaktı… Mesele iç dünyamızda bir türlü adam olamadığımızı bildiğimiz için modernlikten medet ummamızdı.

Bu macera üç yüz yıldır devam ediyor ve aradaki fark hala aynı… İşin özünü anlamakta ve itiraf etmekte zorlanıyoruz. İşin özü usulün fikirden ve kişiden çok daha değerli olmasıdır. Usulün temel alınması birden fazla fikrin ve yolun varlığını meşru kıldığı gibi, aralarındaki tercihin de sadece usul kurallarına tabi olduğunu söyler. Bu aynı zamanda geleceğin kimsenin tekelinde olmadığı anlamına gelir. Kısacası usule hürmet kişinin haddini bilmesini ima eder, tevazu gerektirir…

***

Biz bunu beceremiyoruz… Üstelik beceremediğimizi de itiraf edemeyip üste çıkmaya kalkıyoruz. Usulün zamanının gelmediğini, henüz ‘kurtuluş savaşı’ verdiğimizi, düşmanlarımızın ‘üst akıl’ halinde görünmez ve bilinmez hale geldiğini, ‘yerli ve milli’ olmak gerektiğini, bunun için de en ‘yerli ve milli’ olanın, hatta ‘fıtraten otantik’ olanın etrafında toplanıp onun rehberliğinde yürümekten başka çıkar yol olmadığını kendimize vazedip duruyoruz. Haliyle bu hezeyan söz konusu kişinin de gururunu okşuyor, gerçekten de bilgi ve aklının herkes için yeterli olduğunu sanıyor. Etrafı bu duyguyu güçlendirdiği ölçüde, kendi doğru gördüğünün dışındaki her fikir ve uygulama bir zaman kaybı, bir yanlış yol, giderek bir fitne olarak görülebiliyor.

Böyle bir beşeri atmosferden usul çıkmaz… Nitekim çıkmıyor da. Ama usul diye bir şeyin varlığından ve gereğinden de haberdarız. O nedenle kimseye benzemeyen bir fıtrat sahibi olduğumuzdan hareketle, ‘bize has’ bir usul olduğunu savunuyoruz. Buna ‘Türk usulü’ diyoruz. Evrensel usullerden çok farklı ama aslında derinlerde çok daha kıymetli ve bize uygun bir usul… Yerleşik, kişilerden bağımsız ve kurumsallaşmış usullerin olmadığı, tek bir kişinin kendi cemaatçi dünyasında ihtiyaç saptamasıyla buna uygun usulü keyfince koyabildiği bir varoluş hali.

***

Batılılar buna yüzyıllardır horlama amacıyla ‘alaturka’ deseler de, biz bunun ‘yerli ve milli’ bir haslet olduğunu biliyoruz. Eğer herkes bu ‘Türk usulüne’ uysa aslında hiç sorun çıkmayacak… Gücün sahibi söyleyecek, diğerleri aynen yapacak ve ‘millet’ için en doğrusu olduğuna kuşku duyulamayacak bu emirler sayesinde muasır medeniyete hemen erişeceğiz. Ama ne yazık ki bazıları gücün sahibi olmamalarına karşın kendi fikirlerinin değerli olduğu vehmine kapılıyor ve konumlarına saygı gösterilmesini isteyebiliyorlar.

İşte bizde bu gibi durumlarda kriz çıkıyor. Aslında ortada alıp verilemeyecek bir durum yok… Sonuçta iki kişinin konuşup anlaşmasından söz ediyoruz. Ama ortada usul yok… Sadece güç var ve o da dengesiz. Çözüm tek: Gücün sahibi ne derse nihayette o olur. Eziyeti uzatmanın da gereği yok… Çünkü bir şey değişmeyecek.

Geçenlerde birileri ‘siyasal şizofreni’ gibi bir laf etmişti, işte tam da öyle… Buradan hayırlı bir şey çıkar mı derseniz, kırk yıldır birbirini tanıyan, yıllarca birlikte çalışmış iki kişi bile bir diğerini yönetemezken, Türkiye’nin yönetilebilmesini beklememek lazım derim. Ama olsun… Zamanımız bol, biraz daha fıtrata uygun gidebiliriz. Ayrıca durum o kadar da abartılmasın... Nihayette kalibremiz bu ve zaten de buydu.