Gündem

'Belki Kürtler başta, birçokları hükümetin otoriterliğini makul buluyor'

Etyen Mahçupyan'a göre çözüm sürecinde iktidarın otoriterleşmesi, halk tarafından kabul edilebilir bir tutum...

21 Ekim 2014 16:15

Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, çözüm sürecinin başarıya ulaşabilmesi için "herşeyden önce hükümetin ayakta kalmasının en önemli faktör olduğunu" söyledi. "Süreci tehdit eden şartlar oluştuğunda iktidarın otoriterliğe kaymasının halk tarafından anlaşılması çok daha kolay hale geldiğini" öne süren Mahçupyan, "Hatta belki Kürtler başta, birçokları hükümetin bu otoriterliğini makul buluyor" ifadesini kullandı.

Mahçupyan’ın Akşam’da “İkilemler 1: Otoriterlik ve çözüm” başlığıyla yayımlanan (21 Ekim 2014) yazısı şöyle:

Yaşanmakta olan kuralsız dönüşüm süreci siyaseti hayatın tüm alanları üzerinde egemen kıldı. AKP iktidarı ise uzun vadeli hedeflere sahip bu yolu el yordamıyla döşemeye, değişim dinamiğini kısa vadeli tedbirlerle ayakta tutmaya çalışıyor. Bu nedenle de epeyce karmaşık ve çelişkili bir görüntü verirken yarattığı bu etkiye denk düşen algılar yaratıyor. Sonuç AKP analizlerinin birtakım ikilemlere sıkışmasıdır.

Bunlardan birini geçenlerde Mustafa Erdoğan “Kürt sorunu çözülüyor mu?” (Zaman, 24 Temmuz) başlıklı makalesinde gayet net ifade etmişti: “Paradoksal bir durumla karşı karşıyayız: Kürt sorununu iyi-kötü çözme iradesi gösteren tek siyasî güç Tayyip Erdoğan’ın sevk ve idaresindeki AKP iktidarıdır. Ama öte yandan, aynı AKP iktidarı siyasî sistemi günden güne otoriterleştiriyor. Şimdi can alıcı soru şu: Kendisi otoriterleşen bir iktidar, temel bir toplumsal soruna nasıl barışçı-demokratik bir çözüm getirebilir? Dahası, özellikle Erdoğan’ın, Kürt sorununu ‘çözme’ girişimini otoriterliğe geçmenin bir aracı olarak kullanacağı sinyalleri verdiği bir durumda, bu nasıl olabilir?”

İkilem basit. AKP Kürt sorununu çözmek istiyor ama otoriterleşme peşinde. Oysa Kürt sorunun çözümü demokratikleşme gerektiriyor. Dahası Erdoğan’a bakılırsa AKP bu sorunun çözümünü otoriterliğe geçmek için kullanma niyetinde! İkilem sadece AKP’yi ilgilendirmiyor. Öyle olsa ‘yanlışı yapsın cezasını da çeksin’ diyebilirdik. AKP’nin muhtemel başarısızlığının ülkeye büyük bir sosyal ve siyasi maliyet olarak döneceği açık…

Basit mantık uygulayalım. Bu ikilemdeki önermeler arasında en güvenilir olanı muhakkak ki şu: ‘Kürt sorununun çözümü demokratikleşen bir siyasi sistemin varlığını gerektirir.’ Bundan sonra güvenilir bulabileceğimiz ise şöyle formüle edilebilir: ‘AKP iktidarı Kürt sorununun çözülmesini gerçekten de istemektedir.’ Bütün muhalefete ve devlet geleneğine rağmen, risk alarak ısrarla ve açık bir irade sergileyerek bu sürece sahip çıktıklarını inkar edemeyiz.

Bu durumda ihtimallerden biri AKP yönetiminin Kürt meselesinin çözümünün demokratikleşmeyi ima ettiğini kavrama yeteneğine sahip olmamasıdır. Ama herhalde çok inandırıcı bir önerme olmaz… İkinci ihtimal, AKP yönetiminin kendi attıkları adımları ve yürüttükleri reformu demokratik görmeleridir ki bununla ilgili çok sayıda delil öne sürmek hiç de zor değil. Demek ki ikilem otoriterleşme kavramı nedeniyle ortaya çıkıyor. Birçok gözlemciye göre “AKP iktidarı siyasi sistemi günden güne otoriterleştiriyor.” Eğer bu önermeyi doğru kabul ederseniz ortaya gerçekten de bir ikilem çıkıyor. Ama bu tespit, değişim sürecinin yukarda sözünü ettiğim ‘karmaşık ve çelişkili’ niteliğinin ürettiği algıyla son derece bağlantılı.

Karşımızda birkaç ihtimal var: Ya Kürtler başta olmak üzere halkın çoğunluğu hükümetin bu tasarruflarını bir otoriterleşme olarak görmüyor, ya bu otoriterleşme adımlarını önemli bulmuyor, ya da bunları bir otoriterleşme olarak görse de iktidarın demokratikleşme yönünde de adım attığını düşünüyor ve bu dengeyi gerçekçi buluyor. Kategorik analizlerin ikilem üretmesi, gerçekliği nihayette ikilemlere hapsetmesi şaşırtıcı değil. Yaşamakta olduğumuz bütünlüğün, AKP yönetimi altında sürdürülen dönüşüm sürecinin ‘demokratik’ veya ‘otoriter’ gibi tek bir sıfatla tanımlanması gerçekliğe ulaşmayı engelliyor. AKP’nin demokratik bir yönetimden otoriterliğe doğru kaydığı tezi son derece yüzeysel... Öncelikle bu partinin hiçbir zaman ‘sadece’ demokrat veya otoriter olmaması ve koşullara verdiği tepkiyle şu veya bu yöne kayması nedeniyle… Ama daha önemli olarak, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk ‘öncesi’ durumu demokratik adımlarla otoriter adımların bir arada taşınmasına izin vermekle kalmıyor. Bu birlikteliği talep ediyor!

İdealist entelektüeller olarak iktidarın olabildiğince çok, mümkünse her zaman demokrat davranmasını talep edebiliriz. Ama sonuç alabilmeyi de garanti etmemiz lazım. Burada amaç Kürt meselesinin çözümünde sürekli bir ilerlemenin sağlanması… Ne var ki ‘yönetim’ sadece bu süreci ayakta tutmaktan ibaret değil. Çözümü sağlamak için her şeyden önce hükümetin kendisinin ‘ayakta’ kalması lazım. Bunu tehdit eden bir ortamda otoriterliğe kayıldığında halkın bu durumu ‘anlaması’ çok daha kolay oluyor. Hatta belki Kürtler başta, birçokları hükümetin bu otoriterliğini makul buluyor. Siyasetten soyutlandığımızda gördüğümüz ikilemler hayatın gerçekliği karşısında gerçekçi stratejilere dönüşebiliyor. Gelecekte Kürt meselesi çözüldüğünde de Türkiye tamamen demokrat olmayacak. Muhtemelen daha uzun yıllar demokratlıkla otoriterlik el ele gidecek…