Gazeteci Ahmet Altan, gazeteci Prof. Dr. Mehmet Altan ve gazeteci Nazlı Ilıcak'ın haklarında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Yargıtay tarafından bozulmasının ardından yapılan yeniden yargılamada 2. duruşma bugün görülüyor.
Mehmet Altan'ın savunmasının tam metni şu şekilde:
179514 sicil No’lu savcı Muhammed Ensar Bulutoğlu’nun beraatimi isteyen mütalaasını okurken hukuk açısından çok garibime giden bir noktaya öncelikle değinmek istiyorum.Savcı Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararı ile hukuken çöp sayılan ve geçen duruşmada da benim deli saçması olarak nitelediğim iddianamedeki iddiaları yukardaki yargı kararları yokmuş gibi aynen tekrarlamakta beis görmemiş. Nedenini gerçekten anlayamadım ? Anlayamadım çünkü şimdi unutturulmak istense de o gözaltı 'subliminal mesaj' vermek gibi mizahçılara konu olan bir suçlama ile başladı.
Ne oldu o 'subliminal mesaj' hikayesi ?
Ayrıca o iddianameyi hazırlayan ve Perşembe gecesi İzmir’e tayini çıkan 35 yaşındaki iddianame savcısı Can Tuncay soruşturmanın gizliliğini yok sayarak şahsım aleyhine gerçeğe aykırı yakıştırmalarla rezil bir algı operasyonu yürüttü.
Örneğin ,çok eski seyahatlerden kalmış ,üçte biri yırtık, tedavülden kalkmış bir doları ,ahlak ve utanmayı bir kenara koyarak lekeleme aracı olarak kullandı.
Örneğin , göz altına aldırdığı tarihten dört yıl önceki bir konferansı bahane ederek , emrindeki iki polise tutturduğu bir tutanakla delil imal etmeğe kalktı. Bunlarla yetinmedi evrakta da sahtecilik yaptı. Beni gözaltına almak için hukuka kezzapla saldırmış ve anayasal güvencelerimi bıçaklamış birisinden söz ediyorum.
Duruşma savcısının mütalaasında tekrarladığı manasızlıklar böyle bir savcının marifetleri…
Tabii bu süreçte bu savcı benzeri insanlar çok. Dosyada bunların kimler olduğu ,anayasayı nasıl ihlal ettikleri, hukuku nasıl yok saydıkları tüm çıplaklığıyla belli ama en azından bugün konumuz onlar değil.
Sadece bu süreçte kasıtlı bir şekilde bu zulmün parçası olan herkese sormak gerek ‘bir gün yargılanırsanız aynı hukuksuzluğun ve uyguladığınız bu zulmün muhatabı olmak ister misiniz?’. Şunu da hatırlatmak isterim ,iddianame savcısıyla ilgili sıraladığım bütün bu rezaletler belgelenmiş ve HSK’ya iletilmiştir. Şikayetlerimizin hepsi HSK önünde şimdilik uyusa da, hukuk devleti geri geldiğinde ülkenin düşünce insanlarına yönelik bu düşmanlık hukuk açısından gerektiği gibi değerlendirilecektir. Buna da eminim.Burada garipsediğim mahkeme savcısı Muhammed Ensar Bulutoğlu’nun her bir suçlaması yüksek yargı organları tarafından satır satır lime lime edilmiş , yok hükmündeki iddianame heyezanlarını tekrarlamak yerine ,neden Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin iddianame ve yargılama sürecine ait kararlarını öne çıkarmadığıdır. Genişçe söz etmediğidir. Bunu başarabilseydi yazdığı mütalaa daha normal ,daha anlamlı ve tabii ki çok daha hukuksal olurdu.Mütalaasında tekrar ettiği iddianame ,yasal iddianame olmadığı için anayasal haklarımın ihlal edildiği saptandı ve Yargıtay da beraatime hükmetti. Bu dava süreci boyunca anayasal sistemi yok saymak isteyen bir iradenin, devlet içinde fiilen çaba gösterdiğine şahit oldum. Bu çetenin öncelikli hedefi ise hep anayasa oldu. Çok tehlikeli bir biçimde anayasa hükümlerini yok saymak istediler. Hakkımda Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı gene Anayasa’nın 153. Maddesi gereği herkesi bağlar. Savcının bu kararı hızla geçip, çöp olmuş bir iddianame safsatasını garip bir şekilde uzatarak tekrarlamasını bu açıdan tehlikeli bulurum. Bu bağlamda çok vahim hukuksal bir başka skandalı da gecen duruşmada yaşadık. TBMM Adına davaya müdahil olduğunu beyan eden daha sonra da AKP Beylikdüzü ilçe başkan yardımcısı olduğu anlaşılan kişi anayasanın 153. Maddesini yok sayarak benim için pişkince ‘ağırlaştırılmış müebbet’ hapis cezası verilmesini isteyebildi.Üstelik bunu yasamayı temsil ettiğini söyleyerek yaptı.
Demokrasiyi savunduğunu sandığım bir dönemde tanışıklığım da olan TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un titrinin ‘anayasa profesörü’ olduğunu da anımsatmak isterim. Benim için hiç bir katılanın bu davanın bu aşamasında müdahil olamayacağı da Yargıtay 16.Ceza Dairesi’nin bozma kararında hüküm altına alınmıştır. Anayasa gereği benim ile ilgili hiçbir kurumun davaya katılma hakkı yoktur. Mahkemenin de anayasaya uyarak benim için katılan sıfatıyla hiçbir kurumun burada bulunamayacağını karar altına alması gerekir. Bu vesileyle Yargıtay 16.Ceza Dairesi de anayasayı ihlal eden kurumlardan bezmiş ve bunalmış olmalı ki bozma kararının bir bölümünü ‘AİHM VE AYM kararlarının bağlayıcılığına’ ayırdığına da dikkat çekmek istiyorum.
O bölümde, kararın 31. Sayfasında ‘AİHM'e göre bu, Mahkemenin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin 41. maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında AİHM tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu, Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137).’ Vurgusu yapılmaktadır. Bana tazminat ödenmiş olmasına rağmen hala mağduriyetlerim devam etmektedir. Halbuki bunun acilen giderilmesi hem anayasal bir zorunluluktur, hem de Yargıtay içtihadıdır. Bunlar çok açıkken benim bir de ‘katılan’ konusunda hatırlatma yapmak zorunda kalmam ayrı bir garipliktir. Yargıtay’ın bu çok önemli vurgusunun da unutulmamasını ve zapta geçirilmesini de talep ediyorum. Bu celse karar verilmemesi, bir şekilde duruşmanın ertelenmesi gibi bir durum olur ise benim beraatime her koşulda bu duruşmada karar verilmesini de gene taleplerim arasındadır. Son olarak yıllar önce ıskartaya çıkmış ,üçte biri yok olmuş, tedavülden kalkmış ve ahlaksızca istismar edilmiş dolarım da dahil altı dolarımın, henüz alamadığım dijital malzemelerimin tarafıma verilmesiyle birlikte beraatime hükmeden Yargıtay kararına göre beraatime karar verilmesini de talep ediyorum.