Mehmet Altan*
Geçen haftaki “27 MAYIS’IN ŞAŞILIKLARI” başlıklı yazıda konu ettiğimiz Tedbirler Kanunu hakkında basında yayınlanan yorum ve değerlendirmeler genellikle olumsuzdu.
Kanunun görüşmeleri sırasında bir araya gelen Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteciler Sendikası, Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası, Günlük Siyasi Gazete Sendikası, Türkiye Gazeteciler Sendikası Federasyonu en güç şartlarda görevini hiçbir şeyden çekinmeden yaparak 27 Mayıs devriminde emeklerinin bulunduğunu, 27 Mayıs devriminin korunması ile savunmasında inançlı ve kararlı olduklarını, eski dönemde çeşitli şekillerde baskı altına alınmaya çalışılan Türk basınının güvencesinin yeni anayasa olduğunu vurgulamışlar ve basın özgürlüğünü baltalayıcı tedbirleri tasvip etmediklerini açıklamışlardı.
***
DP tabanına yakın gazeteler, ilgili kanun ile ifade hürriyetinin zarar gördüğünü, geçmişte benzer şekilde engellemelerle karşılaşan basının haklılığının daha sonraki dönemde anlaşıldığını, II. Abdülhamid ve Menderes örnekleriyle anlatmaya çalışmıştı.
DP’nin iktidar olduğu dönemde basın hürriyetine yönelik yapılan düzenlemelere karşı çıkışıyla bilinen İnönü’nün benzer sonuçlar doğuracak Tedbirler Kanununu hazırlamasının, demokrat olmadığının bir göstergesi olduğunu ifade eden Tercüman gazetesi, İnönü’nün yeni bir Takrir-i Sükûn Kanunu ile eleştirilerden uzak bir şekilde hükümet etmek istediğini, maddelerde bulunan elastikî kelimelere dayanarak hükümet aleyhinde yapılacak en küçük bir tenkidi bile suç saymanın mümkün olacağını söylüyordu.
***
CHP’nin ve 27 Mayıs öncesinde basının maruz kaldığı engellemeler konusunda sesini yükselten isimlerin yeni dönemde Tedbirler Kanunu’na itiraz etmemesi Orhan Seyfi Orhon tarafından eleştirilmekteydi.
“Prof. Dr. Hüseyin Naili Kubalı’ya açık mektup” isimli yazısında Orhon, “Siz ki sadece bir hukuk profesörü değil, anayasa hak ve hürriyetleri kumandanısınız! Yeni tedbirler tasarısıyla bütün bu hak ve hürriyetlerin kılıçtan geçirileceği söylendiği bu sırada nerdesiniz?” diye Kubalı’yı göreve çağırıyordu.
“Hazırlanmasında katkınız olan yeni anayasanın 20.maddesinde; herkes düşünce kanaat hürriyetine sahiptir, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına toplu olarak açıklayabilir dendiği hâlde bu tedbirler tasarısında, DP devrini övmenin suç sayılması, fikir hürriyetimize uyuyor mu? Bundan vicdanen emin ve mutmain misiniz? Yine Anayasa’nın 22. maddesinde ‘basın hürdür, sansür edilemez, devlet basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirler alır’ denmişken, gazetelerin Kayseri hapishanesinden haber yasağı bu hürriyeti incitmez mi?” diyerek Kubalı’nın sessizliğini eleştirmekteydi.
***
3 Mart 1962 tarihli Son Havadis gazetesinden Mehmet Ali Yalçın , ilgili kanuna imza koyan parti genel başkanlarının geçmişte basın hürriyeti konusunda yaptığı çalışmaları hatırlatmaktaydı:
“Bir İnönü, basın hürriyeti konusunda ciltler tutan tenkitler yapar, bir Bölükbaşı, görülmemiş siyasi cesaret gösterir, basın hürriyeti uğruna teypler doldurur, her fırsatta TBMM’de olsun, siyasi toplantılarda olsun basını savunur, bir Ekrem Alican ki, ispat hakkı için gürültü çıkarır ve DP’den ayrılır, bir Gümüşpala en ileri basın hürriyetini savunan programın altına imza atar ve Anadolu’nun dört bucağında hürriyet nutukları çeker ve sonra hepsi birden kalkarlar, basın hürriyetini kısıtlayıcı tedbirleri almak üzere gruplarını sıkıştırırlar ve öncülük ederler. Ne yazık ki, basın ve politikacı her devirde karşı karşıya olmaya mahkûmdur bu memlekette… Bir olay mı oldu, siyasi havada elektriklenme mi var… hemen basına tedbir…”
***
Tedbirler Kanunu’nun anayasaya aykırı olduğu iddiası gazeteciler tarafından sık sık vurgulanıyordu.
Milletvekili ve hukukçu Burhan Apaydın, Tedbirler Kanunu’nun hak ve hürriyetleri teminat altına almak gibi bir gaye taşımadığını, fikir, düşünce, söz ve yazı hürriyetine, siyasi faaliyet serbestîsine esasından zarar verdiğini, bu özelliği ile anayasaya aykırı bir hüviyet taşıdığını, zor kullanmak, engelleme yapmak suretiyle anayasanın korunmasının mümkün olmadığını, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ilgili maddelerinin beklentileri karşılayabileceğini anlatmıştı.
Yasakların memlekette istenen huzuru sağlamayacağını düşünen Vatan gazetesi yazarları, ihtilal ortamının devam ettiğini çünkü insanların ekonomik ve sosyal sorunlarına dokunulmadığını ifade ederek, TCK’ya birkaç madde eklenmesinin yeterli olacağını düşünmekteydi.
İlhan Selçuk da Vatan gazetesinde yayınlayan yazısında, ”Türkiye’yi bugünkü buhrana götüren dertleri gidermek için bir şeyler yapmak yerine, hükümet bir taraftan iktisadi eleştirileri susturup diğer taraftan geçici birtakım tedbirlerle Türkiye’nin durumunu düzelteceğini sanıyorsa çok yanlış bir plan üzerinde yürüyor” diyordu.
Cumhuriyet gazetesinden Nadir Nadi, asıl problemin çağdaş dünyanın bir ürünü olan demokratik yönetim anlayışının Türkiye’de kurulmaması olduğunu söylüyordu.
Kanunu “Huzur Kanunu” olarak isimlendiren Ulus gazetesinin yazarlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu ise, Tedbirler Kanunu’nun, Başbakan İnönü’nün tecrübelerinin bir ürünü olduğunu, ona göre, bir yandan ordunun politika ile uğraşmasının, öbür yandan başıboş tartışmalara meydan verilmesinin Türkiye’ye çok şeyler kaybettirebileceğini yazmıştı.
***
Ama bu tartışmalar hiçbir sonuç vermemiş ve kanun kabul edilmişti.
Tedbirler Kanunu’nun çıkarıldığı ay içinde basında yer alan bazı yazı ve karikatürlere yönelik yaptırım uygulanmaya başlanmıştı.
Tedbirler Kanunu ile mahkemeye verilen ilk gazeteci de, Dünya gazetesinde çıkan «Açık rejim» altyazılı bir karikatüründen dolayı, Ferruh Doğan olmuştu. Rahmetli Ferruh Doğan ailece görüştüğümüz bir dostumuzdu.
13 Mart 1962 tarihinde Dünya gazetesinde yayınlanan karikatürünün kanuna aykırı görülmesi üzerine, Ferruh Doğan basın savcılığına çağırılarak ifadesi alınmıştı. Aynı gazetenin 3 Mart 1962 tarihli sayısında Tedbirler Kanunu’nun Meclis müzakereleri ile ilgili attığı manşetin, millî menfaatlere aykırı görülmesi ve 5 Mart tarihinde çıkan haberin de orduyu tahrik eder mahiyette olduğunun düşünülmesi üzerine gazetenin yazı işleri müdürü Hikmet Çağlayan da basın savcılığına davet edilmişti. Uzun bir soruşturma ve yargılamadan sonra beraatle sonuçlanmıştı bu kovuşturma.
***
Ferruh Doğan örneği üzerinden buraya “başı belaya giren karikatüristler” başlığıyla küçük bir parantez açmak isterim….
“Basın Tarihimizden” dizisi kapsamında 08 Ağustos 2018 tarihli “II. Abdülhamid’in dava açtığı karikatürist…” başlıklı yazımda, elleri zincirli Karagöz’ün, “kanun dairesinde serbestî” altyazılı karikatürünün ilk karikatür yasağını ve ilk karikatürcü hapsini getirdiğini anlatmıştım.
O yazının durumu özetleyen üç satırı şöyleydi:
“Çeşitli kaynakları tararken bir yerde Teodor Kasap hakkında bu karikatür nedeniyle ‘II. Abdülhamid’in iradesiyle dava açıldığını’ okudum.
Cümlenin hemen ardından ’Mart 1877’de üç yıl hapse mahkûm edildiği’ belirtiliyordu. Bu cümleler bir başka kaynakta Türkçe anlamını bulmuştu:
’Abdülhamid’in emriyle üç yıla hüküm giydi’.”
1877’de başlayan karikatüristlere zulüm geleneği 1962’de yeniden hortlamış, bu kez Ferruh Doğan’ı hedeflemişti.
Yakın zamanda bu kötü gelenek iyice azmanlaştı.
Bu azmanlaşmanın en ağır mağduru hâlâ mağduriyeti bitmemiş olan Musa Kart oldu.
***
Karikatür nedeniyle başı belaya girenlerin uzun bir listesi bulunuyor. Leman dergisi, karikatürist Mehmet Çağçağ, 69 yaşında bir geceliğine hapishaneye yollanan karikatürist Nuri Kurtcebe listede yer alıyor.
Bir de ODTÜ'lü öğrencilerin tutuklanmasına sebep olan 'Tayyipler Âlemi' karikatürü var.
Bu karikatür 24 Şubat 2005 tarihinde, Penguen dergisinin 127 no.lu sayısının kapağında yer almıştı.
Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, dönemin başbakanı Erdoğan'ın Musa Kart ve Penguen dergisine açtığı 40 bin YTL'lik manevî tazminat davasını reddetmişti.
Kılıçdaroğlu, 17 Temmuz 2018 tarihinde parti grup toplantısında yaptığı konuşmada mezuniyet töreninde taşıdıkları pankart nedeniyle tutuklanan ODTÜ'lü öğrencilerin tutukluluk kararını eleştirmiş, ardından öğrencilerin tutuklanmasına sebep olan karikatürü kendi Twitter hesabında paylaşmıştı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, Twitter hesabından paylaştığı 'Tayyipler Âlemi' karikatüründen dolayı, 'Cumhurbaşkanına hakaret' suçlamasıyla soruşturma açıldı.
Açtığım küçük ve karanlık parantezi burada kapıyor ve 27 Mayıs sonrası Tedbirler Kanunu dönemine geri dönüyorum.
***
Tedbirler Kanunu kendinden beklenen sonuçların hiçbirini sağlayamamış ve bu kanunun varlığına rağmen hem 27 Mayıs eleştirilmiş, hem de kanunun yasakladığı DP iktidarını öven ve savunan ateşli yazılar çıkmıştı basında.
Tedbirler Kanunu havada kalmış, anlamını ve gereğini yitirmiş bir kanundu.
1969 yılında Adalet Partisi iktidarında Millet Meclisi’nde ve Cumhuriyet Senatosu’nda kaldırıldı. Ama o dönemin üzerinde bir leke olarak kaldı.
*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.