31 Aralık 2017 Silivri’de geçirdiğim son yılbaşı oldu.
2020’ye girerken iki yıl önce ne yazmışım diye merak ettim…
30 Aralık 2017’de aldığım uzunca bir nota rastladım:
Dün 29 Aralık Cuma günüydü. Cuma günü, hücre kapısındaki mazgalın rutin dışı açılabilme ihtimalinin olduğu haftanın son günüdür, Cumartesi, Pazar hayat daha da monotonlaşır, mazgal iyice tembelleşir.
Bu Cuma büyük bir sürprizle karşılaştım. Babamın tam 50 yıl önce yayımlanan ve 13 bin tanesinin bir günde tükendiği Onlar Uyanırken: Türk Sosyalistlerinin El Kitabı’nın yeni baskısı çıkageldi.
Kitabı, Yordam Yayınevi, "Türkiye’de Sosyalist Düşüncenin Klasikleri Serisi"nin üçüncü kitabı olarak basmış.
Metin Çulhaoğlu’nun da babam üzerine kaleme aldığı uzunca bir sunuş yazısı var.
Sunuş yazısını içlenerek ve keyifle, eskilere gide gide okudum.
* * *
Kitabın ilk basıldığı günü ve Ararat Yayınevi’nde Yaşar Kemal’in akrabası Ramazan’ın yurdun dört bir yanından gelen kitap taleplerini yerlerine ulaştırmak için nasıl bir çaba sarf ettiğini dün gibi anımsıyorum.
Kitabın kapağında babamın bir portresi ve 1971 askerî darbesi sırasında Selimiye Kışlası’nda askerler arasında mahkemeye götürülüşün resmi var.
Kitabın ve kitabın yayımlanışından dört yıl sonra gözaltına alınan babamın süngülü askerler arasındaki resminin, yıllarca sonra Silivri’de tutukluyken gelip beni bulması, belki de bir Türkiye zulüm klasiği olarak kabul edilmeli…
Burada yazara, çizere, düşünene, beyin sahiplerine baskı ve zulüm hiç eksilmiyor.
Görüntü değişiyor gibi görünse de öz maalesef hep aynı.
* * *
Bu, hapishanede babamın ölümünden sonra aldığım ikinci kitabı.
İlki Everest Yayınevi’nden çıkan Georges Simenon’un Komiser Maigret romanlarından birinin tercümesi.
Hapishane dönemlerinde, parasızlıkla mücadele ederken, takma adla çevirip, Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı bu tefrika, bu işlerin uzmanı bir arkadaş tarafından yeniden ortaya çıkarılıp kitaplaştırıldı.
Komiser Maigret kitabının başında da babamın çabası ile ilgili önemli, ilginç ve doyurucu bir inceleme yazısı var.
Kitabın arka kapak yazısında da şunlar yazılı:
"1932’de kaleme alınan Oynayan Gölgeler, 1971 yılında Cumhuriyet gazetesinde Fikret Obey takma adıyla tefrika edilir.
Çetin Altan, yıllar sonra, çeşitli dönemlerde Fikret Obey takma adını kullandığını yazdığında gizem çözülür.
Bu iki önemli edebiyat adamının ortak noktalarından biri de gazeteci kimlikleridir.
Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri’nin yazarının Simenon’a duyduğu derin ilgi, yaşamı boyunca sürecek, Rıza Bey ile Komiser Maigret’nin esrarengiz vakaların peşinde koştukları maceraları birbirini takip edecektir.
Çetin Altan, bir köşe yazısında, biraz da alaylı bir şekilde ‘Siyasal Konulara Kimler Boş Verir’ sorusuna ‘Çınar ağaçları altında nargile içerken Simenon okumasını sevenler,’ cevabını verirken, polisiyenin aslında tam tersine gündelik yaşamı, siyaseti, komplo teorilerini anlamamız için vazgeçilmez bir edebiyat türü olduğunun da altını çizer.
Onca siyasal baskı, korku ve unutturulma çabasına rağmen babamın sıradağları deviren cinsten çabası, kendi kaynağını kurutmadan akmaya devam ediyor.
* * *
Bu yılın son gününden bir önceki cumartesi sabahına babamla başladım, sadece Selimiye zindanlarından çıkagelen efsane kitaplarından biri değildi onu bana özlemle hatırlatan.
Sabah TRT Belgesel Kanalı’nda Gelibolu üzerine yapılan bir belgeseldeki ançuez konservelerinin hikâyesi de ona olan hasretimi körükledi.
Ançueze bayılırdı çünkü…
* * *
Silivri’deki en son yılbaşı öncesindeki bu notun arkasına üç sayfa da "Beton Bahçıvanı" eklemişim.
8 Ocak 2018 günü "Zemheri Fırtınası" varmış…
Fırtına Çocukları isimli kitap geldi aklıma.
Bu ülkenin çocukları için fırtına hiç dinmiyor.
Hep zemheri fırtınası, hep zemheri fırtınası.
*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.