Kültür-Sanat

Meryem Uzerli ve Emre Karayel, Ru dizisini anlattı: Karakterlerden birinde mutlaka kendinizi bulacaksınız

Gain’in orijinal yapımı aşkı, ilişkileri ve yargıları sorgulatan dizi Ru, son zamanlarda en çok konuşulan işlerden biri. Meryem Uzerli’nin de her yerde daha çok konuşulmasının sebebi bu dizi. Ana kahramanları canlandıran Emre Karayel ve Meryem Uzerli ile diziyi, karakterlerini, aşkı, toplumu konuştuk. Duvara yazılabilecek aforizmaları ile bu bol kahkahalı sohbetin sonunda soracağınızı hemen baştan söyleyelim: İkinci sezonun çekimleri henüz başlamadı

Meryem Uzerli ve Emre Karayel (Fotoğraf: Cengizhan Emer)

13 Temmuz 2024 17:51

“Aaa bak, denizdeki koşan bir husky mi?” Gözlerini kısarak Çırağan Sarayı’ndaki süitin balkonundan denize bakıyor Meryem Uzerli. Denizden geçenin bir sürat motoru olduğunu ikimiz de biliyoruz ama gözlerinin numarasının ilerlediğini ve uzağı göremediğini belirtiyor. Tam o sırada Emre Karayel geliyor, “Ne husky’si” diyor ve bir süre önce nasıl görme yetisini kaybetme tehlikesi atlattığını anlatıyor. Kahkaha ile geçen fotoğraf çekimi sonrasında bu içten sohbeti izlerken birbirlerini içten bir ilgiyle dinlediklerini fark ediyorum. Muhtemelen sette çok eğleniyorlardır! Biraz bozuluyorum doğrusu. Dizide biz Emre Karayel’e kızmıyor muyduk? “Team Reyyyyan” değil miydik? Böylesine narsist, duygusal ve sözel şiddet uzmanı bir adamı af mı edecektik yani? Sonra kendime geliyorum, diziyle gerçekleri karıştırmanın sırası mı şimdi?

Meryem Uzerli

- Sette de ortam böyle eğlenceli mi?

Meryem Uzerli: Evet, zaten Emre apayrı bir karakter olduğu için gülmemek mümkün değil. Çok eğlendik sette. Biz geçmişten tanışıyoruz ve çok güzel oldu beraber çalışmak. Zaten önceden arkadaş olmak ve sonra beraber çalışmak işi her zaman kolaylaştırıyor tabii. Yeni tanıştığımız oyuncularla da çok kolay çalıştık. Çok iyi anlaştık, çok eğlendik. Tabii ki işimizi yaparken ciddiyiz ama kamera kapanınca başka. Yani son çekim günü çok üzüldüm çünkü bu diziyi o kadar seviyorum ki iki üç yıl daha olsa çekerim. 

- Emre Bey, şu an övülüyorsunuz ama sizin canlandırdığınız Emir karakteri, son zamanlarda çok konuşulan bütün “kırmızı bayrak”lı özelliğe sahip bir erkek. Narsist, kaba, gaslighting yapıyor, psikolojik ve sözel şiddet uyguluyor, manipüle ediyor… Ne ararsanız var. Bu karakterle sizin kendi ilişkiniz nasıl?

Emre Karayel: Bana çok uzak bir karakter. Gerçekten arkadaşlarım da bilir, ben değil narsist; megaloman bile değilimdir. Beğenmem bile kendi işimi. Mesela bütün Bir Kadın Bir Erkek’i yeniden çekebilirim. Bütün oynadığım dizileri baştan çekebilirim. Oynadığım oyunları baştan yapabilirim. Öyle uzak bir karakter bana o yüzden Emir ama elimden geldiğince yakınlaşmaya çalıştım karaktere. 

M.U.: Emre sen kendini beğenmiyor olabilirsin ama milyonlar beğeniyor. Bence onlar çok haklı. Sen haksızsın. 

Emre Karayel

- Lafı hiç dolandırmadan söyleyeceğim, ben her bölümde size tokat atmak istiyorum.

E.K.: (Çok keyifli bir kahkaha atıyor) Benim hanım da sizin takımdan. Ters ters bakıyor bana evde. Doğru yapıyoruz demek ki.

- Aynı şekilde Reyan’a büyük bir empati duyuyorum. Hem evliliğinde yaşadıkları hem ilişkisinde yaşadıkları açısından. Siz Reyan’a karşı ne hissediyorsunuz?

M.U: Ben Reyan’la gurur duyuyorum. Çok seviyorum onu. Çocukken, 5-6 yaşlarındayken anneme dedim ki “Günlük hayatta hissettiklerim yeterli değil. Duygular yeterli değil. İçimde var olan bütün dünyayı ortaya çıkarmak için ne iş yapmalıyım?” O da “Herhalde oyuncu olman gerekli” dedi. Bunun üstüne önce oyunculuk kurslarına gittim, sonra oyunculuk okumaya başlayıp devamında 10 yıl tiyatro yaptım. Şuraya bağlamak istiyorum, bana çok düz bir senaryo geliyorsa o zaman “Ne gerek var” diyorum. Reyan’ın karakteri, onun yolculuğu, iniş çıkışları, savaşları, iç dünyası, verdiği duygular beni çok çekti. Reyan’ı çok seviyorum ve umarım uzun bir yolculuğu olur.

- Burak Berkay Akgül’ün muazzam şekilde canlandırdığı “Uzer” karakterinin adını siz kadroya dahil olduktan sonra mı koydular? 

M.U.: Hayır, hatta okuma provasında şaka yapmıştık; “Uzer”, “Uzer-li” diye. O çok önceden belliydi, bizimle ilgisi yok.

E.K.: Ben senaryoyu okuduğumda Ru adı hikayeye dair bir tüyo veriyor sanmıştım; Reyan ve Uzer’in baş harfleri gibi. Ama değilmiş… Ama güzel olurmuş. 

- Dizide iki taraf da başkasına aşık oluyor. Aşkı tekrar bulmak o kadar kolay mı sizce? 40’lı yaşlardaki insanlar olarak soruyorum.

E.K.: Yaptığım okumalara, araştırmalara dayanarak Emir açısından söyleyeyim; narsistler aşık olmazlar. Narsistler kendilerine aşıktır. Çevrelerine insan toplarlar. Onların narsizmine hizmet eden, onları besleyen, onların beğenilme arzusunu sürekli doyuran, öven insanları yanlarına alırlar, onları etkilerler ve onlarla kendi istedikleri hayatı yaşarlar. İsterlerse adına aşk derler, isterlerse ilişki derler. Böyle bir şeydir. O yüzden, ben bir narsistin, başka birini kendinden daha çok sevebileceğine inanmadığım için Emir’in yeniden aşık olduğunu da düşünmüyorum.

- Aşk öyle bir şey mi o zaman sizin için yani birini kendinden daha çok sevmek mi?

E.K.: Evet… 

(Sessizlik oluyor)

E.K.: Güzel anlattım!

- Hiç sevilmemişim diye ağlayarak gidiyorum ben… Sizin için peki Meryem Hanım?

M.U.: Ben de Reyan üzerinden konuşayım. Reyan uzun süredir Emir’le bir evlilik içinde. Ve zaten birinci bölümden itibaren bizim güzel çektiğimiz sahnelerden çok hızlı belli oluyor ki, orada gerçek bir ilişki yok. Mutlu bir ilişki de yok. İki tane insan aynı evde yaşıyor. Beraber bir restoran kurdular ve onu işletiyorlar. Ama ne duygusal anlamda yakınlar ne de fiziksel anlamda yakınlar. Bu çok hızlı belli oluyor.

Reyan’ın çok hızlı aşık olabileceği bir insan olduğunu zannetmiyorum. Hatta eminim. Fakat kısmet, o bizim güzel dizimizde, başka biriyle karşılaşıyor. Ve ilk defa bir adam onu gerçekten hissedip görüyor. Şimdi tabii ki bir narsistle beraber uzun yıllar geçirdikten sonra bunları hissetmek daha kolay olabilir. Çünkü sonuçta o ilişkiden sonra her şey daha gerçek gelebiliyor insana. Ama birinci sezonda Reyan’ın bunun ne kadar farkında olduğunu görmüyoruz. Onu sonradan, devam ettiğimizde inşallah, daha çok anlayacağız ve göreceğiz. Ama Reyan’ın zaten öyle bir zamanı yok. Bazen hayat bizi yaşıyor, bazen biz hayatı yaşıyoruz ya… O dönem Reyan’ın hayatı onu yaşıyor.

Reyan sadece hayat mücadelesi veriyor. Biraz rahatladığı an başka bir olayla karşılaşıyor. Zaten o yüzden biz dizimizi çok heyecanlı buluyoruz ekipçe. Ne zaman bir olayın çözüldüğünü düşünüyorsak hop başka bir olay geliyor. O yüzden çok heyecanlı, çok duygusal, çok drama dolu, çok da komik anları var olan bir dizi izliyorsunuz. 

- Peki Meryem için?

M.U.: Meryem için yani kendim için şunu söyleyebilirim; gençken daha hızlı aşık olabiliyordum diyebilirim. Yirmili yaşlarımda ya da otuzlu yaşların başlangıcında daha hızlı oldu. Hatta sonuna kadar da öyleydi. Ama bilmiyorum yani onlar gerçekten aşk mıydı? Belki daha çok hızlı etkilenmekti. Çünkü o yaşlarda birilerinden hızlı hızlı etkilendim, bir enerjiden etkilendim, bir şeyden etkilendim. Ve sonra fark ettim ki benim içimdeki var olan taraflarımı başkasında gördüğüm zaman yaşadığım bir etkilenmeymiş bu. Ya da tam tersi, benden çok bambaşka biri olduğu zaman, bundan etkilenmeydi. Ama bu demek değil ki o insanla mutlu olacaksın. Bunu 2-3 yıl önce keşfettim, anladım. O zamandan beri de o kadar hızlı aşık olamıyorum. Daha kafasal bir yere dokundu çünkü bunu fark etmek. Çünkü bir bilgin olduğu zaman, birden bir şeyin farkında olduğun zaman kendinle ilgili, o zaman kendini kandıramıyorsun artık. Bu bazen çok kötü ama o kadar da iyi. 

- Dizide hayatta yaşadığımız bir ikiyüzlülük durumu var maalesef. Erkek başkası ile birlikte oluyor ama kadın başkası ile birlikte olmaya başladığı anda erkeğin delirdiğini, kabul edemediğini görüyoruz. Bu gerçekten gerçek hayatta da yaşanan bir durum aslında. Aynı şey kadın-erkek arasındaki yaş farkı için de geçerli. Bununla ilgili nasıl bir yorum yaparsınız?

E.K.: Yani aslında bu, anlayışsızlık diyeceğim ama değil. Biraz toplumun ahlâk ve kültür yapısıyla doğru orantılı ilerleyen bir şey. Ve ne yazık ki, tüm kadın cinayetlerinin fitilini ateşleyen rahatsızlık, hastalık diyeyim. Hoş karşılanmıyor, hoş karşılanmayabilir tabii ama bunu cezalandırmak asıl yanlış olan. Ama bizim toplum algımızda genel olarak erkek daha büyük olmalı, kadın küçük olmalıdır. Yani bu doğru olduğu için değil ama bir ataerkil kültürün mantığımıza bir şekilde kabul ettirdiği bir sistem bu. Dolayısıyla doğrusunu yanlışını tartışamayız. Bana sorarsanız ben de yanlış diyebilirim. Yani bu da benim kültürümle alakalı bir şey olabilir. Burada sıkıntı yok.  Sıkıntı bunu cezalandırmak. 

M.U: Benim annem çok erken evlenmişti ilk kocasıyla. 19 yaşında evlenmişti, çok erken. İki abim yarı Amerikan, yarı Alman. İkinci kocasıyla biz geldik, Canan ve ben. Yarı Alman, yarı Türk olarak. Annem ben ergenlik dönemindeyken bana ve Canan’a şunu söyledi, “Meryem bak, bu dünya bana göre şöyle çalışıyor: Siz ne kadar maddi anlamda, iş anlamında özgür olursanız o kadar da özgür karar verebilirsiniz. İstediğiniz an gidebilirsiniz, istediğiniz an kalabilirsiniz.” Bence tüm bu yargılar da bundan kaynaklı. Ekonomik gücün erkekte olması ve karar vermesi, ekonomik güç nedeni ile toplumsal normları belirleme gücü olması ile alakalı. Tarih böyle gelişmiş. Erkekler para kazandı, kadın evde kaldı, çocuklarla ilgilendi... Ve o yüzden güç farklıydı. Bu yanlış bir şey değil. İnsanlar nasıl mutlularsa öyle yaşasınlar. Fakat böyle bir sistemde güç erkeklerde ve her zaman kadına bakar, onu korur şeklinde kabul ediliyor. Kadının ondan küçük olması bunu kolaylaştırmış. O yüzden bize bu çok daha doğal geliyor.

Bir adam kendinden 20 yaş küçük bir kadına da bakabilir, aynı yaştakine de bakabilir. Şimdi bunun tam tersi olunca sistem bunu garipsiyor. Ama dünya değişiyor artık. Mesela ben Türkiye'de insanlarla konuştuğum zaman diyorlar ki, “Yok bu artık çok normal, çoğu kadının genç sevgilisi var, kimse de yaşa bakmıyor artık” Yani bu değişmek üzere ama tabii ki toplumsal olarak hâlâ farklı geliyor gözümüze. Ama artık daha çok kadının kendi işi var, kendi gücü var. Ve o yavaştan değiştiği için ilişkilerdeki sistem de bir gün değişecek diye düşünüyorum. Bir sürü yerde de normal zaten erkeğin kadından genç olması. 

- Dizilerin, televizyonun bu değişimi hızlandırma etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

M.U.: Sanat her zaman ilham verici bir güç. Tiyatro, kitaplar, müzik, filmler, diziler hep böyle güçlü. İnsanları muhakkak etkiler diye düşünüyorum. Mesela Ru’yu izlerken annesi ile ilişkisini sorgular ve düzeltmek ister. Çünkü bizim dizimizde sadece yaş farkı konusu yok ki. Bizim dizimizde anne-kız problemleri var, sonra bir anne oğul ilişkisi var, evlilik var, evlilik sıkıntıları var, boşanma konusu var. Sonra gençlerin büyümesi, üniversite sınavına katılması, yerlerini değiştirmesi ve birbirlerinden kopma korkusu var. Bir sürü konu var ve mutlaka etkilenir insan bunlardan birinden. Senin günlük hayatında var olan konu neyse izlediğin dizi de seni oradan tetikler. 

E.K.: Ek yapmak istiyorum. Medyanın gücünü göz ardı edemeyiz. Medya, dünyayı istediği gibi şekillendirir, evet. Basit bir örnek vereyim. Amerika'da bir siyahinin başkan olabileceği düşünülemezdi.  “24” diye dizi yaptılar. Dünya izledi. Dizide başkan siyahiydi. Bir sonraki seçimde Barack Obama Amerika’nın ilk siyahi başkanı oldu. Bu tamamen medyanın yönlendirmesi, bunun olabileceğine inandırmasıyla alakalı. George Barton'a bir yol. Bize dönünce, ilişkiler genel kültürle alakalı. Bir şeyi dizide 180 derece değiştirmek insanı medyadan uzaklaştırabilir. Ama şunu öğretir medya bize; hak verebiliriz, anlayış gösterebiliriz oradaki ilişkiyi yaşayan insanlara. “Ben de bunu yaşayabilirim” demek değildir o aslında. Böyle olmak zorunda da değiliz zaten. Ama böyle durumların hayatta olabileceğini gösterir. Bana olmaz dediğin her şey başına gelebilir zaten. 

M.U.: Daha fazlası gelir. 

E.K.: Aynen. Geldiğinde anlayış göstermeyi öğretebilir bize, hak vermeyi. Hak vermek, anlayışlı olmak yeterli aslında zaten. 

- Ne güzel söylediniz…

M.U.: Emre inanılmaz açılardan bakan, çok derin bir insan. 

E.K.: Estağfurullah. 

M.U.: Böyle sanatçılarla çalışmak mutluluk veriyor. 

E.K.: Benim için de aynısı geçerli. 

- Çok şanslısınız. Peki çocuklarınız çok küçük ama zamanı gelince siz onlara ne öğretmek istiyorsunuz hayata ve ilişkilere dair? 

M.U.: Benim iki kızım var, küçüğümüz Lily 3 yaşında, büyük Lara 10 yaşında. 

E.K.: Benim oğlan da henüz 2,5 yaşında. Saygılı olmak ve anlayış. Başka bir şey yok öğretmek isteyeceğim. Yani hayat aslında, nasıl söyleyeyim, bir yelken gibi düşünün. Fırtınaları var, batıyoruz, çıkıyoruz, bazen çok daha derine iniyoruz, çıkamıyoruz. O mücadele gücü kendi içinde olacak, biz ona öğretiyoruz. Her zaman anlayışın, saygının her sorunu çözebileceğine inanıyorum. Dinlemek, konuşmak, hak vermek. Çünkü kötü insan aslında yoktur. Bir yönetmen abimiz öyle söylemişti. “Haksız diye birisi yoktur. Herkes kendine göre haklıdır” demişti. Öyle çünkü baktığın zaman. Karşı tarafın da kendine göre haklı olabileceğini düşünmeyi öğretebilirsem yolun yarısını geçmişim demektir. 

M.U.: Ben Emre'ye tamamen katılıyorum. Saygı ve anlayış çok önemli, empati kurmak… Üstelik iki tane kız çocuğunun annesi olarak buna daha çok önem veriyorum. Lara geçen bana geldi ve dedi ki “Anne ben şimdi aynaya baktım, sen beni güzel buluyor musun? Ben güzel miyim?” Ben de ona dedim ki; “Bunu bana sormanı istemiyorum.” “Neden anne” dedi. “Çünkü bunu bana sorarsan ve ben de cevap verirsem hep başkasının onayına alışacaksın. Senin hiçbir kimseden onay alman gerekmiyor. Sen sensin ve olduğun gibi mükemmelsin. Bunu hissederek, düşünerek ve bilerek kendi hayatını yaşaman lazım. Kimsenin annenin bile sana onay vermesi gerekmiyor” dedim. Buna inanıyorum ve bunu onlara öğretmek istiyorum. Yani sonuçta Emre’nin söylediği anlayış, saygı, çok doğru, en önemli şey ve zaten o zaman bütün konular kapanır. Ama bunun olmamasının altındaki konulara bakarsak onay ihtiyacının da o konulardan olduğunu görürüz. 

E.K.: Mevlana’nın çok güzel bir lafı var. Diyor ki “Ne fark eder ki kör bir insan için… Elmas da bir cam da… Sana bakan kör ise sakın kendini camdan sanma.” Söylediğin şey bu değil miydi? Çocuklarımıza öğretmemiz gereken şey bu.

M.U.: Çok güzel! Tüylerim diken diken oldu. Ben burada 5 dakika konuştum, Emre bir cümleyle anlattı. 

- Siz bu diziden geriye ne kalsın istiyorsunuz?

E.K.: Anlayış kalsın, dediğim gibi. Her şeyi anlayabilmeyi kendimize öğretmemiz lazım. 

M.U.: Aynen. Bizim sergilediğimiz Ru yolculuğunun keyfini çıkarsınlar. Mutlaka karakterlerden birinde kendilerini bulacaklar. 

- İkinci sezon ne zaman geliyor?

M.U.: Sürpriz

E.K.: Sürpriz