“Alışmadık Gözde Lens Durmaz” adlı kitabı çıkan sunucu ve gazeteci Metin Uca, kitabın amacını, "Yaşadığın günlerin farkında ol. Ayağa kalk ve karşı çık. Geçmişte benzerleri olmuş ve hiçbir şey değişmedi deme. Çünkü sen bunları değiştirme kudret ve gücüne sahipsin" diyerek açıkladı.
Geçmişten günümüze yaşanan tarihsel olayları, sekiz yıllık aradan sonra yazdığı “Alışmadık Gözde Lens Durmaz” kitabıyla, kendi deyimiyle “buruk mizah” yaparak bugüne uyarlayan Metin Uca, bu kitapla kendisi gibi düşünmeyenlerin bile bir şeyleri sorgulamaya başlayacağını savunuyor. Ayrıca Uca, düşünce özgürlüğünün suç sayıldığı Türkiye’de, gazetecilerin hapse girmesini büyük utanç olarak değerlendiriyor.
"Bize dayattığı zorbalıkları yaşamanın kaderimiz olmadığını, ancak cehaleti yenerek anlayabileceğimizi" irdeleyen gazeteci ve sunucu Metin Uca, “Toplumsal delirmemizin, değerlerimizin altüst edilişinin temelinde bu örgütlü cehalet ve onun sırtını sıvazlayarak gücü elinde bulunduranların büyük katkısı yok mu” sorusuyla yola çıkıyor.
Cumhuriyet'ten Demet Yaçın Güneş'in sorularını yanıtlayan Uca'nın açıklaması şöyle:
- Her kitap bir mesajdır. Keza sizinkiler de öyle... Bu kitapta okuyucu ne mesajı alacak ve ne bulacak dersiniz?
Bu kitapta benim gibi düşünmeyen kişiler bile bir şeyleri sorgulamaya başlayacaktır. Bu önemli bir adım olsa gerek. Olayları denetlemeyen ve sormayan toplum olduğumuz zaman sorunlar çoğalıyor. Bu nedenle ben özellikle gençlerin bu kitabı okumasından yanayım.
"Gençlere mesaj..."
- Neden özellikle gençler?
Çünkü yeni nesil birçok sorunu mizah yoluyla, zekice ortaya koyabiliyor. O yüzden bu kitabın ortalama bir sigara fiyatından çok az bir farkla piyasaya çıkmasının nedeni de budur. Aslında tek bir derdim var. Okuyucuya şu mesajı vermek: Kalk ayağa, silkin. Kendi gücünün farkına var ve değerini bil. Senin anlattıkların ya da tarihte karşılaştıkların aslında senin zorunlu olarak katlanacağın şeyler değil. “Geçmişte benzerleri olmuş ve hiçbir şey değişmedi” diye düşünme. Çünkü sen bütün bunları değiştirme kudret ve gücüne sahipsin. Bunun içinde kimi zaman bir düş, kimi zaman gerçek bir öyküden yola çıkarak hayatın içerisinde bugünkü izdüşümleri yakalamaya çalışıyoruz.
- Tıpkı diğer kitaplarınızda olduğu gibi bu kitapta da hiciv yapmışsınız... Hemen hemen her çalışmanızda toplumsal yozlaşmalara ya da sorunlara, yapılan yanlışlıklara dikkat çekiyorsunuz. Burada Metin Uca bizlere nasıl sesleniyor?
Buruk bir gülümseme vaat ediyorum ama bu buruk gülümsemenin içinde dediğim gibi bugüne izdüşümünü kimi zaman tarihi bir olaydan, kimi zaman o tarihin üzerine kurgu yaparak yepyeni açılımlarla değişik bir öyküyle anlatıyorum. Kitapta öyküyü anlatmadan soru cevap yaptığım bir kısım var. Bu bölümde özellikle bir anlatıcı mantığıyla benim aklıma takılanları ya da benim aklımdan geçenleri anlatıyorum. Aslında bu kitap, toplum olarak son beş yıl içerisinde yaşadığımız delirme haline karşı bir anlamda çözüm olmasa bile eğlenceli bir durum saptamasıdır. Aynı zamanda çok ciddi unutkanlığımıza karşı da beyin durgunluğuna karşı bir fosfor ilacıdır.
- Yeni bir kitap için neden 8 yıl beklediniz?
Niye bu kadar bekledik derseniz. Bazı şeylerin durulmasını ve bazı şeylerin zamanla yerine oturmasını, karşılığını bulması için bekledim. Öykülerde de öyle. Sıradan olmasın istedim. Olaylar zaman içerisinde arınsın, süzülsün ve biriksin diye de bekledim.
- Bu kitapta asıl anlatılmak iştenen ne?
Tek derdi var bu kitabın; “Yaşadığın günlerin farkında ol. Çünkü sen güçlüsün. Ayağa kalk, örgütlü ol. Ayakta dur ve karşı çık. Yanıt bulamasan bile soru işaretlerini çoğaltırsan kazanan sen olacaksın demek istiyor bu kitap.
"Bu sessiz bir çığlık"
- Toplumsal olayları mizah yoluyla eleştiriyorsunuz... Bir gazeteci, yazar ya da televizyoncu olarak her kesimden insanı, eğlendirirken sorgulamaya itiyorsunuz. Bu kimilerinin hoşuna gitmiyor olabilir. Yanlış anlaşılmaktan korkmuyor musunuz?
Düşünün, soru soran robotun bile formatlanıp baştan düzenlendiği bir ülkede, mizah yapmak ya da siyasi mizah yapmanın giderek zorlaştığı bir ortamda, tarihi örneklerle kulağı farklı yerden, dört kilometre uzaktan dolaştırarak bir yöntem mi diye sorarsanız... Buna okuyanlar karar versinler. Ancak dokuz boğum olan boğazımızda, baskı ve denetimlerle 11 boğuma ulaşmışken aklımıza engel koymak ya da aklımızın kilitlerinin üstüne birkaç kilit daha takmayı istemedim. Bu sessiz bir çığlıktır. Gülerek bir çığlıktır. Biraz daha oturmuş, efendi, gücünün farkında olan ama çok bağırmadan, parmak sallamayan ve bütün bunların sonucunda “Bak tarihte de ne olmuş” sorusuna, bilgece yanıtlar olsun istedim.
- Sosyal medyayı iyi kullanan biri olarak, bu mecrada toplumsal olarak ikiye bölündüğümüze ve karşı tarafı anlamadan linç ettiğimizi düşünüyor musunuz?
Bu hiç önemli değil. Çünkü uğradığımız lincin nedeni, toplumsal değişmenin getirdiği aydınlanma. Hâl böyle olunca bunu yapan, parayla kimliğini satanların kendi halinde hayatlarının içerisinde tek bulabildikleri alanın sosyal medya ve burada bütün kin ve nefretlerini kustuklarını düşünüyorum. Önemli olan linç edilmek değil bunu ne kadar ciddiye aldığınız. Bu lincin bir toplumsal karşılığı yok.
"İtaatkârlık kirletti"
- Muhalifliğinizin bedelini yıllarca ekranlardan uzak kalarak ödediniz. Son yıllarda medya nasıl yara aldı ve nasıl düzelecek dersiniz?
Buna neden olanlar aslında bir mesleği yok ettiklerinin farkında değiller. Onların ruh itaatkârlığının süreci ve onun yarattığı tahribat, bir mesleği kirletti, vurdu. Şu anda 4 bine yakın gazeteci işsiz ve onlar sadece gazetecilik yapmayı bilen insanlar. Başka meslekleri yok. Ben eğer eşzamanlı ve çoklu bir kariyer planlaması yapmamış olsaydım. Yani, oyunculuk eğitimi almamış olsaydım, iyi bir anlatıcı, sahne üzerinde bir sunucu olmasaydım ben de yine açlar arasında yer alırdım.
- Elbette medya toplumun ve ülkenin bir yansıması. Toplumda komşu komşudan nefret eder oldu. Geçmişte Türkiye’de elbette kötü dönemler de yaşandı ama hoşgörümüzü hiç bu kadar yitirmemiştik. Bir sosyolog olarak fotoğrafa nasıl bakıyorsunuz?
Siyaset bunu körüklüyor. Doğrusu bu ayrımla amaçlananın ne olduğunu merak ediyorum. Bir sosyolog gözlemesiyle insanların birbirine bu kadar düşman edilerek ne amaçlandığını ben de merak ediyorum. Artan antidepresan olayları, artan intihar olayları, çocuğa, kadına ve hayvana yönelik cinsel şiddetin gözle görünür artışında aslında yaratılan bu baskı ortamının farklı patlamalarının olduğunu da düşünüyorum. Bir toplumsal delirme halindeyiz. O delirme de bu döneme denk geldi. Birbirine düşman olarak algılama ya da aktarma mantığının ve onun yol açtığı baskının kurbanları artıyor. Yani gücü kim elinde bulundurup kimin üstünde uygularım noktasına geliyor. Bence bunu çözecek her adım içinde soru işaretlerini çoğaltmamız gerekiyor.
"Eğitim tek çözüm"
- Paylaşımlarınızda toplumda yaşanan her sorunu eğitimin çözebileceğini söylüyorsunuz.
Evet. Çünkü yaşadığımız günlerin en büyük sorunu cehaletin örgütlülüğü ve onun getirdiği cahilliğin fütursuz cesaretidir. Bunu ancak geniş çerçeveli bir eğitimle yenebiliriz. Maalesef Türkiye sanatın çok pahalı olduğu bir ülke. Burda sanat dalıyla ilgilenmek başlı başına bir aile için büyük masraf demek. Örneğin bu ülkenin doğusundan batısına kadar tiyatro, konser ve çeşitli gösterileri uygun bir fiyatla göstermeniz. Tüm ülkenin sanata yönelmesini sağlar. Sanata uzak olmayan bir toplum da elbette ki gelişir ve değişir. Sanatın olduğu yerde de okuyan, sorgulayan, donanımlı nesiller yetişir.
"Utanç içerisindeyim"
- Düşünce özgürlüğünün getirdiği açmaz ve hapiste olanlar... Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yani bu konuda ne denir bilemiyorum. Fakat söyleyebileceğim tek şey; utanç içerisindeyim. Ağırlaştırılmış müebbetle yargılayıp cezayı beş yıla indirip, sırf çıkarılmayan hem de parlamenter dokunulmazlığı olan gazeteciler de var. Bir de parlementer dokunulmazlığı olmayıp Ahmet Şık gibi içeride doğruyu söylediği için aylardır hapis yatan, ikinci kez alınışının birinci yılını dolduran gazeteciler var. Her yıl o utancı hepimiz yaşıyoruz. Ancak bu sistemin içerisinde gelinen nokta tuhaf bir dalkavukluğun ve bu dalkavukluğa bağlı bütün değerleri yitirmenin getirdiği sorun aslında bir mesleğe mal edilmiş durumda.
"Ülke neyse basın o"
- Peki sizce bu açmazdan çıkmanın bir yolu yok mu?
Yani ben her zaman inanmam ama biliyorsunuz ki meslek saygınlık listeleri yayımlandı. Emin olun ki gazetecilik listede ilk 70’e girmiyor. Ülke neyse basın da o olur eyvallah ama bu kadar kötüsünü de kimse hak etmiyordu. Tabii ki şunu da eklemek istiyorum. Yandaş denilen medyada bile evrensel gazetecilik ilkelerini gözeterek etik gazetecilik yapmaya çalışan, onuruyla ayakta durmaya çabalayan çok insan var. Yani bir yayın kuruluşunun sahibi ve iktidar ilişkisinin bütün gazetecileri kirlettiğini asla söyleyemeyiz. Fakat bu kirlenmenin toplumdaki algısı ve onun getirdiği ayrışmanın yol açtığı bakış açısıyla meslek adına çok ciddi zarar görüldü.
- Bu durum nasıl düzelecek?
Türkiye nasıl uzun sürede düzelecekse medya da öyle uzun sürede düzelecek. Bunu sadece hapisteki gazeteciler için söylemiyorum. Çünkü dışarıda da tutsak olan gazetecilerin oranı daha fazla. İşsiz bırakılarak ya da editöryal özgürlüğünün yerine dokuz boğumun üzerine boğazındaki birkaç tane daha attırılarak... Şöyle bir görmeme noktasına geliniyor. “Ben bunu sormamalıyım” noktasında ya da daha kötüsü “Bunu hiç görmemeliyim” noktasına gelindi. Artık dış haberlerde sadece Anadolu Ajansı’nın metnini evirip çevirip kullanıyorlar. Korkunç yani gazete okuduğunuzda, baktığınızda ne olduğunu görüyorsunuz. Artık gazetedeki haberlerin neyi anlattığını değil neden orda olduğunu tanımlamaya çalıştığımız bir süreçten geçiyoruz.