Milli Gazete yazarı Siyami Akyel, sekülerizmin dinsizlik olarak görüldüğünü söylerken “İslâmî bakış açısıyla bakıldığında insanın Yaratıcıyı ve kurallarını değil de kendi aklını merkeze alması tam bir dinsizliktir” ifadelerini kullandı. Akyel, sekülerizm anlayışının Türkiye’de “çok tehlikeli bir boyuta” ulaştığını savundu.
Akyel’in “Sekülerleşme ve Etkileri-I” başlığıyla bugün (2 Ocak 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
“Sekülerleşme”nin sözlük anlamı “dünyevileşmek”tir. Fransızca “sécularisme” kelimesi Türkçe’ye “Sekülerizm” şeklinde geçmiştir. Terim olarak Sekülerleşme, “insanın din ve Tanrı’nın otoritesinden kurtulması” demektir. Diğer bir ifadeyle insanın din merkezli değil de akıl merkezli hareket etmesidir.
Her ne kadar “Sekülerizm” dinsizlik değildir denilse de İslâmî bakış açısıyla bakıldığında insanın Yaratıcıyı ve kurallarını değil de kendi aklını merkeze alması tam bir dinsizliktir. Oluşumunu, yaşayacağı ortamı, hangi nesebe ait doğacağını, tipolojisini, sağlıklı ya da sakat doğacağını; yaşamı boyunca külli ve cüz’i irade neticesinde başına gelecek “Kader”ini tayin edemeyen insan, Yaratıcının kurallarına “tahakkum” der ve kurtulmak isterse, bu tam anlamıyla “dinsizlik”tir.
Sekülerleşme, batı toplumuna ait bir olgudur. Reform ve Rönesans hareketleri sonucunda doğmuştur. Gerek Yahudi ve gerekse Hıristiyanlar, tarih boyunca sürekli dini tahrif ve yeni bir din arayışı eğiliminde olmuşlardır. Ben merkezli ve Yaratıcıya itirazı önceleyen tavırlarıyla aklı vahiyden üstün görmüşlerdir.
Yahudilerin Peygamberleri kral olarak görmesi, kendi heva ve heveslerine uymadığı için Peygamberleri katletmesi, Peygamberlere sıradan insanlara dahi yakıştırılmayacak fiilleri isnâd etmeleri hep aklı ve dünyevileşmeyi ön planda tutmalarından kaynaklanmaktadır.
Hıristiyanların ise, önce “Sola Scriptura” yani “sadece kutsal kitab (İncil)”ın mehaz kabul edildiği sürecin ardından “Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sekülerizm”in ortaya çıkışı da hevâ ve heveslerinin eseridir. Hıristiyanlar, önce hevâ ve heveslerine uymayan “İncil”i tahrif etmişler, daha sonrada tahrif edilen “İncil” ile terakkinin mümkün olmadığı inancıyla akılcılığı ön plana almışlardır. Miladi 325 yılında İznik Konsili’nde bir araya gelen 2048 papazın yüzlerce tahrif edilmiş İncil arasından “Matta, Markos, Luka, Yuhanna” isimli kişiler tarafından yazılan dört İncil’i kabul etmeleri, Hıristiyanların önce dini tahrif ettikleri, sonra da tahrif edilen dinden şikâyetle aklın mehaz alındığı yeni fikirler ortaya atma konusunda nasıl mâhir olduklarının göstergesidir.
İslâm Tarihi’nde ise, Cehmiyye (Mutezile) Akılcılığı, Meşşaîlik, Hermetizm ve Sabiîlerin öğretilerinden etkilenen “İhvân-ı Safâ Teşkilatı”, Ekber (Ekfer) Şah ve “Dîn-i İlâhî”, CemaleddinEfgani (İrani)’nin “dinleri birleştirme” teşebbüsü, Muhammed Abduh’un gayretiyle “dinlerin birliği” projesinin “DinlerarasıDiyalog”aevrilmesi, “Holistik/bütünselci İslam” anlayışı, 1858 yılında İngilizlerin Hindistan’ı işgali ile hareketin lideri SeyyidAhmed Han’ın “kurtuluşun tek reçetesinin batıdaki gibi dini sorgulamaktan geçer” fikriyle ortaya attığı “Kur’an İslamı” söylemi ve “Dinlerarası Diyalog Fitnesi” de hevâ ve heveslerinin esiri olmuş akılcıların dini Sekülerleştirme gayretleri olarak görülebilir.
Türkiye Tarihi’nde ise, 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 2. maddesindeki “Türkiye Devleti’nin dini Din-i İslâm”dır…” maddesinin 1928’de çıkartılması, batı hayranlığının ve İslam’ı sorgulayıcı tavrın göstergesidir.
Tekke ve Zaviye ve Türbelerin Kapatılması, Medreselerin Kapatılması, Harf İnkılabı, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Şapka ve Kıyafet İnkılabı, Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik ile İslam Hukuku’nun rafa kaldırılıp İsviçre’den Borçlar Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nu, İtalya’dan Ceza Kanunu, Almanya’dan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun alınması da vahiy merkezli düşünceden akıl merkezli “Sekülerleşme”ye dönüş çabalarıdır.
2000’lere gelindiğinde Fethullah Gülen’le mücessem hale gelen “Dinlerarası Diyalog” faaliyetlerinin bir ayağı olan “Abant Toplantıları”nda “akıl mı üstün, vahiy mi?” sorusunun sorulduğu bir süreç yaşanmıştır.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı eski Başkanı Harun Tokak’ın Abant Toplantıları’nda “akıl mı üstün, vahiy mi?’ sorusu sorularak oy birliğiyle aklın üstün olduğu sonucuna ulaşılması”nın gündeme getirilmesinden rahatsızlığını dile getirerek Hayrettin Karaman’a “Bu toplantıları yaparken kendi başımıza hareket etmiyoruz. Çok geniş bir akademik danışma grubu var. Siz de danışma kurulundasınız” demesi üzerine Hayrettin Karaman “Evet biz danışma kurulunda, Abant’ta hangi konu görüşülsün diye müzakere ediyoruz” demektedir.
Öyle görülüyor ki batıda “tanrı merkezli din anlayışından kurtulmak” şeklinde ortaya çıkan akılcılık akımları ve dinde Sekülerizm anlayışı ülkemizde çok tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. (devam edecek)