Prof. Murat Belge *
Kim bilir kaçıncı siyaset adamı, Türkiye tarihinde kim bilir kaçıncı kere ‘Boğaz’a bakıp viski içenler’den söz ediyor acaba? Bunun kadar sık kulağımıza çarpan, bir de ‘birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günler...’ vardır. Devlet Bahçeli’yi ‘şerefsizler’inin, ‘zavallılar’ının yanı sıra bir de özgünlüğü için kutlamak gerek.
Genellikle devletin ya da hükümetin ya da silahlı kuvvetlerin Kürt politikasını birileri eleştirdiği zaman çıkar bu ‘Boğaz’a bakıp viski içenler’. Birileri canını tehlikeye koymuş, dağda bayırda Kürt kovalarken bazı sorumsuz kişiler de viskilerini içerek onları eleştirmektedir. Bakınız hele şu züppelere!
Viski bizde 50’lerde yaygınlaşmaya başladıydı. Yani kapitalist kalkınmanın hızlandığı Demokrat Parti iktidarında. Zaten ‘White Horse’ marka viskinin atıyla ‘demirkırat’ arasında da özdeşlik kurulmuştu ya. Derken, altmışlarda, sağ cenah Çetin Altan’ın viskisini diline doladı. Çetin Altan, ‘solcu’ ama akşamları viski içiyormuş! Solcu dediğin viski içmez! Neden? Emperyalist içkisi de ondan! Gariban İskoçlar emperyalist mi? Karıştırma İskoçları, biz bunu Amerikalılardan gördük de öğrendik.
Bayağı siyasi bir içki olmalı bu viski. Yetmişlerde hapishanede cuntacı bir ‘emekli’ albayla tanışmıştım. Çok kesin bir kategorizasyonu vardı: “Ahmet çok iyidir, aslan gibi rakı içer, Mehmet’te iş yoktur, zaten işbirlikçidir, viski içer.”
‘Millici’ ile emperyalizmin işbirlikçisi böyle ayrışıyordu. İşbirlikçiler albayken rakı içerken, general olunca viskiye dönüyorlardı. ‘Döneklik’ buydu.
Emperyalizmin işbirlikçisi, züppe, Frenk kırması, liberal (bunlar aynı zamanda vejetaryen, frijid, efemine filan da olurlar), hasılı bizim sevmediğimiz adamlar, son dönemde viskilerini Boğaz’da içmeye başladılar. Aslında, arada bir, şu ya da bu siyasinin ağzında, rakı içtikleri de oluyor. Ama klasik bir tadı olması için, “Viski” diyeceksiniz. ‘Cin’miş, ‘konyak’mış, hiçbiri viski gibi olmuyor.
Bu kadar sık söylendiğine göre, söyleyenlerin ve onları dinleyenlerin bilinçdışında bunun bir yeri olmalı.
Bu eylem, Boğaz’da viski içme eylemi, öncelikle bir ‘zenginlik’ çağrışımı içeriyor. Viski kendisi pahalı üstelik. Boğaz’da içiyorsun ki, Boğaz’da bu ‘tahteşşuur’da bir ‘bağ-ı irem’ zili çalıyor olmalı. Hani şöyle Bebek Bar’da oturup yudumluyorsun ki, zaten çok çirkin bir manzara... Ama şimdi Bahçeli bir de “Yalı” dedi... Yani ‘mal sahibi’ de oldun!
Biri kalkıp yalılarda sefa sürmenin sosyal adalete sığmadığını söylese, bu aynı zevat “Komünist! Servet düşmanı!” diye kıyamet koparır. Ama iş ‘popülizm yapma’ya gelince, o zaman her şey mubah.
Şimdi demek ki mal sahibi, zengin. Bu bir, ikincisi içki içiyor! Din-i mübine aykırı. Günah. Ama içiyor.
Üçüncüsü, adam gibi rakı içeceğine üstelik bir de viski içiyor. Frenk bozması. Yerli değil, milli değil.
Ayrıca, çok zaman ‘Kürt sorunu’yla bağlantılı çıkıyor, demiştim. Onunla da uyumlu ‘viski’, çünkü bu ‘milli sorun’ karşısında milli olmayan bir davranış gösteriyor.
Meselenin uzağında yani. Gerçekten ne olduğunun farkında değil. Ta İstanbul’un Boğaz’ında, oturmuş viskisinin başına, dünyadan haberi yok. Ama konuşuyor işte. “Barış olmalı”, “Demokrasi olmalı” falan gibi münasebetsiz şeyler söylüyor.
MHP, çalışkan bir parti. Başkanları ‘şeref’ düzeyinde inceleme yaparken, yardımcıları da daha niceliksel bir araştırmaya girmişler. Bunlardan memlekette 3500 adet olduğunu tespit etmişler. Kendi beyanlarına göre, listesini de çıkarmışlar. Yani, günü geldiğinde kimler toparlanacak, belli. Hazırlıklıyız.
Ama bu rakam da sorunlu. 3500 yalı sahibi var mı İstanbul’da? Yoksa, örneğin yukarıdaki sıfatlara uygun, ama yalı sahibi olmayan ben “Kürt sorununun çözümü demokratik olmalıdır” yollu bir şey söyleyeceksem, Boğaz’da bir yere, lokantaya vb. gidip önce kendime bir viski mi söylüyorum?
‘3500 yalı sahibi’ denince rakam insana büyük geliyor. Düşünün, 3500 kişi, ellerinde birer viski bardağı, “Ne olacak bu Kürt meselesinin sonu” diye, pencerenin önünde, homurdanıp duruyor. Öte yandan HDP’nin altı milyon civarında oy aldığını düşününce, 3500 pek küçük kalıyor. Durumu netleştirmeliyiz: 3500 şerefsiz mi? Altı milyon şerefsiz mi? Yoksa, örneğin Dicle’ye bakarak rakı içince ya da Van Gölü’ne bakarak bira içince, oyunu HDP’ye vermiş olsa bile, ‘şerefsiz’ olmuyor musun? Ya da, tersine oyunu HDP’ye vermek ‘şerefsiz’ olmaya yetiyor mu, Yeşilaycı bile olsan?
Sonuç olarak derin bir düşünür olan Devlet Bahçeli ve teorik pırıltılarıyla tanınan partisi, eli listeli yardımcısı vb. önümüze içinden çıkılması güç, çetrefil teorik sorunlar koydular. “Kimler şerefsiz olur?”, “Viski ile şeref arasında nasıl bir ilişki vardır?”, “Boğaz’a bakarak içilen viski, bakmadan içilen viskiden daha mı zararlıdır?”, “Viskinin malt veya blended olmasının şerefle bir ilişkisi olabilir mi?”, “Boğaz’a bakarak ‘bourbon’ yudumlarsanız, ‘şeref’ durumunuzda bir değişiklik meydana gelir mi?”, “Viskinin Kürt sorunu üzerine etkileri nelerdir?”
Boğaz’a bakarak içki içmek ve aynı zamanda Kürt sorunu üstüne ahkâm kesmek Türkiye’nin epey eski bir sorunudur. Şimdiye kadar sekiz başbakan, iki cumhurbaşkanı, beş genelkurmay başkanı, çok sayıda bakan ve general bu soruna parmak basmıştır. Bahçeli’nin konuya bir de ‘şeref’ boyutu eklemesiyle sorun yeni bir biçim almıştır. Yukarıdaki sorulara ve benzerlerine verilecek cevaplarla memleketin bu sakızdan kurtulması ihtimali belirmiştir.
* Bu yazı Hürriyet'ten alınmıştır