Berlinale'de Altın Ayı için yarışan Isabel Coixet imzalı “Elisa ve Marcela” bir Netflix yapımı olması tartışmalara yol açtı. Bu tartışma, sinema değişiyor mu sorusunu da beraberinde getiriyor.69'uncu Berlin Film Festivali'ne damgasını vuran konulardan biri Netflix tartışmaları oldu. Tartışmaların odağında ise Altın Ayı için yarışan İspanyol yönetmen Isabel Coixet'in Netflix yapımı “Elisa ve Marcela” adlı filmi vardı. Netflix, festival sonrasında filmi en azından İspanya'da gösterime sokacağına dair güvence verdiği için festivale kabul edilmişti.
Ancak Almanya'daki bağımsız sinema salonları filmin Almanya'da vizyona girmeyecek olmasına tepki gösterdi. 180 sinema salonu sahibi, Festival Direktörü Dieter Kosslick ile Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı Monika Grütters'e yazdığı açık mektupta, Netflix'in “büyük festivalleri ve film ödüllerini tanıtım platformu” gibi kullandığını savunarak, filmin “yarışma dışı gösterilmesini” talep etti. Festival yönetimi bu talebi kabul etmedi, ancak Berlinale öncesinde başlayan tartışmalar alevlendi.
Netflix tartışmaları Cannes'da başladı
Sinema salonlarının Netflix'i kendilerine rakip görmesi ile başlayan bu tartışma yeni değil. 2017'deki Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışan Boon Joon-ho'nun “Okja” ile Noah Baumbach'ın “Meyerowitz Hikayeleri”nin festival sonrasında vizyona girmemesi tepki toplamıştı. Bunun üzerine Cannes ile Netflix arasında yaşanan gerginlik, Netflix'in 2018'de filmlerini Cannes'dan çekmesi ile sonuçlanmıştı. Netflix'in Cannes'dan çektiği filmler Venedik Film Festivali'ne kabul edilmiş ve yönetmenliğini Alfonso Cuaron'ın yaptığı “Roma” Altın Aslan'ın sahibi olmuştu. 2018'in en dikkat çekim yapımlarından biri olan “Roma” bu yıl Oscar Ödüllerinin de favorileri arasında gösteriliyor.
Ekonomik nedenler
Bağımsız film gösterimleri yapan bir oluşum olan Başka Sinema Direktörü Azize Tan, “Bir sinemasever olarak Roma gibi bir filmin büyük ekranda seyredilmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum. Ancak ekonomik gerçekler bir sinemasever olarak bizim beklentilerimizin önüne geçiyor” diyor. DW Türkçe'ye konuşan Tan, Netflix'in “filmlere para yatırdığına” dikkat çekerek, bir yönetmenin “çeşitli fonlara başvurarak üç dört yıl içinde çekilebileceği filmlerin, Netflix'ten kaynak bulunduğu zaman çok daha hızlı bir şekilde çekilebildiğini” ifade ediyor. İstanbul Film Festivali'nin eski yöneticisi Tan, “Netflix'in artık sinema için çok ciddi bir kaynak haline” geldiğini vurguluyor.
Berlinale'de tepki toplayan “Elisa ve Marcela”nın yönetmeni Isabel Coixet de, projesini Netflix ile hayata geçirmesinin ekonomik nedenlere bağlı olduğuna işaret ediyor. Coixet, iki lezbiyenin aşkını konu eden senaryoyu yazdıktan sonra finansman bulabilmek için 10 yıl beklediğini, bir prodüksiyon firmanın önerisi ile projesini Netflix'e sunduğunu anlatıyor. Netflix de, Coixet'in siyah-beyaz çekmek istediği projeyi kabul ediyor.
Azize Tan, yönetmenlerin “filmlerini finansal açıdan Netflix ile yapmaları hayatlarını kolaylaştıracaksa, festivaller de buna kayıtsız kalamaz” diyor. “Para kimdeyse sinemanın şekillenmesine onun yön verdiği” görüşünü savunan Tan, Netflix ile festival yönetimleri ve sinema salonu sahipleri arasındaki tartışmada bir çözüme ulaşılacağına inanıyor. Tan, Netflix'in geri adım atarak, yapımcıların üstlendiği filmlerin önce sinemada vizyona girmesini sağlarsa, sorunun büyük ölçüde çözüleceğini ifade ediyor.
Sinema değişiyor mu?
Netflix ile ilgili tartışmalar, sinemanın geleceğinin de sorgulanmasına yol açıyor. Netflix gibi platformlar, insanlara sinema salonları yerine istedikleri yerde ve zamanda film izleme özgürlüğü sunuyor.
DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan film ve dizi platosu olarak hizmet veren Beykoz Kundura'nın Kültür Sanat Yöneticisi Buse Yıldırım, “sinema gibi sosyal bir tüketimin bireysel bir boyuta inmesinin” sinema salonlarını olumsuz bir şekilde etkilediğine işaret ediyor. “Ama genel olarak bireysel şekilde daha çok vakit geçirmeyi sorgularken, diğer yanda sinema salonları bitti diyerek sonuç odaklı yaklaşmak pek doğru gelmiyor” diyen Yıldırım, içerik sunmanın bir süre sonra yetersiz gelebileceğini ifade ediyor.
"Her şey gibi sinemanın da değiştiğine, sinemanın üretim ve tüketim alışkanlıklarının değiştiğine” dikkat çeken Yıldırım, “Film sadece beyazperdede izlenir demek çağa ayak uydurmamış bir söylem olabilir” diyor. Seyircinin, “içerikle kurduğu ilişki ve onu tüketme biçimi değiştiğini” belirten Yıldırım, “belki de beyazperde başlı başına yeterli kalamıyor olabilir, o halde bunu nasıl deneyimsel bir hizmete dönüştürebiliriz?” sorusuna yanıt aranması gerektiğini dile getiriyor. Sinema salonunda film izlemenin farklı bir deneyim olduğunu hatırlatan Yıldırım, “Fiziksel ve dijital ortamın farklılıkları üzerinden en önemlisi belki de birbirini tamamlayan bir model kurmak, seyirciye hem içerik hem de deneyim olarak farklı olanaklar sunabilmek” diyor.
Jülide Danışman / Berlin
© Deutsche Welle Türkçe