Gündem

"Niçin devletin metrosundaki bir ekrandan alenen yalan söyleniyor?"

"Dünyayı kendimize güldürmenin anlamı yok"

02 Mayıs 2019 07:10

Prof. Dr. Celal Şengör, bazı İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin kendisine  "metroda İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş tarihinin 1453 olarak yazıldığını"  öğrencilerin de "Niçin devletin metrosundaki bir ekrandan alenen yalan söyleniyor?" sorusunu yönelttiklerini anlattı. Şengör öğrencilerin bu sorusuna, "İstanbul Üniversitesi 1453’te kurulmamıştır. 1453’te İstanbul’da bulunan Bizans üniversitesi tahrip edilmiş, daha sonra, zaman içinde, fonksiyonları üniversiteden tamamen değişik olan muhtelif medreseler açılmıştır" sözleriyle yanıt verdi. 

HaberTürk yazarı Fatih Altaylı, "Bu üniversite, Fatih’in kurduğu üniversite değil" başlıklı köşesinde Prof. Şengör'ün mektubuna yer verdi. 

"İstanbul Üniversitesi’nin hangi yıl kurulduğu ve kaç yaşında olduğu ile ilgili yanlış bilgileri düzeltmeyi amaçlayan bir mektup" diyen Altaylı mektubu aynen paylaştı:

“Aziz arkadaşım,

Bazı İTÜ öğrencileri, bindikleri İstanbul Metrosunda bulunan ekranlarda sözümona bilgi yarışmalarının yayımlandığını ve burada İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş tarihini soran kişiye verilen ondokuzuncu, hatta yirminci yüzyıldaki muhtelif senelerin yanlış cevap olduğunun, İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş tarihinin 1453 olduğunun söylendiğini görerek çok kızmışlar. Ben İstanbul Metrosunun hiçbir hattına henüz hiç binmediğim için bunu bizzat görmedim ama öğrencilerimizin söylediği açık. Onların bana yönelttikleri soru şu: Niçin devletin metrosundaki bir ekrandan alenen yalan söyleniyor? Bu soruya cevap vermek çok zor, çünkü öğrenciler haklı.

İstanbul Üniversitesi 1453’te kurulmamıştır. 1453’te İstanbul’da bulunan Bizans üniversitesi tahrip edilmiş, daha sonra, zaman içinde, fonksiyonları üniversiteden tamamen değişik olan muhtelif medreseler açılmıştır. Bu medreselerin hiçbirine üniversite demek mümkün değildir; zaten bunların hiçbirinin İstanbul Üniversitesi ile herhangi bir bağları yoktur. Batıdaki adı ‘The Court of Eight Colleges’ olan Fatih Medresesi eğer gelişebilseydi, bugün bir Oxford veya Cambridge olabilirdi ama olmadı. İstanbul Üniversitesi’nin ilk kuruluşu Tanzimat Dönemindedir ve 1846’da Dar-ül Fünun (Fenler Evi) adı altında hayata geçmiştir. Ancak buna öğrenci bulunamaması nedeniyle okul hemen kapanmış, 1863’te bir deneme daha yapılmıştır. Ancak Cemalettin Efgani’nin bir derste ‘nübüvvet san’attır’ (yani peygamberlik sanattır) demesi üzerine ayaklanan şeyhulislam ve medrese yobazlarının yaygarası, bu okulu da kapattırmıştır. 1874’te yapılan üçüncü deneme de başarısız olmuş, okul 1881’de tekrar kapanmıştır. Nihayet 1900’de açılan Darülfünun sürekli olabilmiş, 1933 üniversite reformu esnasında kapatılarak ertesi gün teşkilat ve personelinde yapılan bazı değişiklikle İstanbul Üniversitesi olarak açılmıştır.

İstanbul Üniversitesi’nin tarihi bu kadar açıkken, hâlâ bu kurumu Fatih’in kurdurduğu medrese ile bir tutmak ve kuruluşunu 1453 olarak göstermek hangi akıl ve iz’ana sığar, bilmek mümkün değildir. Ben İTÜ öğrencilerine, İstanbul Üniversitesi 1453’te kurulmuştur diyenlere şunu sormalarını öneriyorum: Peki 1815 yılındaki rektör kimdi? Hangi ad altında olursa olsun, 1815’te İstanbul Üniversitesi diye bir kurum olmadığı için, elbette böyle birisi tarihte yoktur. Ama, mesela İTÜ’nünki bellidir: Hoca İshak Efendi. Hoca İshak Efendi 1815’te Mühendishane-i Hümayun’un (o zaman Berrî ve Bahrî mühendishaneler tek çatı altında birleştirilmişti) başhocası olmuştur. Mühendishane-i Hümayun, 1909’da Mühendis Mekteb’i Âlisi, daha sonra Yüksek Mühendis Mektebi, daha sonra Yüksek Mühendis Okulu, en sonunda da 1944’te İstanbul Teknik Üniversitesi olmuştur. İstanbul Üniversitesi’nin böyle bir geçmişi yoktur. Var demek ayıptır. Dünyayı kendimize güldürmenin anlamı yoktur. O zaman birisi de çıkıp sorar, 1453’ü kabul edeceğine niçin Roma İmparatoru II. Theodosius’un kurduğu üniversitenin kuruluş tarihi olan 425’i kabul etmiyorsun? O üniversitede 31 kürsü bulunuyor, hukuk, felsefe, tıp, aritmetik, geometri, astronomi, müzik ve hitabet okutuluyordu. Bu dersler orta çağın trivium ve quadrivium sistemlerine göre düzenlenmişti. Onsekizinci yüzyıl sonuna kadar (yani İTÜ kurulana kadar) Osmanlı’da böyle bir kurum var mıydı? Fatih Medresesi böyle başlamıştı, ama ömrü vefa etmedi.”

Altaylı'nın yazısının tamamı için tıklayın