Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, İsrail-Hamas savaşına ilişkin kaleme aldığı yazısında, Batılı devletleri eleştirerek, "İsrail bütün dünya başkentlerinde protesto edildiğini gördüğünden beri Batılı devletlerle kurduğu kurumsal ilişkileri siviller ve ifade özgürlüğü aleyhine harekete geçirdi" dedi. "İfade özgürlüğünün tabutuna son çiviyi liberal demokrasiler çaktı" diyen Karaca, ateşkesin ardından sivil kamuoyunu itaat ettirmeye çalışıldığını yazdı.
Karaca, "Batı gürültülü bir ahmaklıkla gözümüzün önünde intihar etti" başlıklı yazısında, İfade özgürlüğü için mücadele eden ve özgürlükçü siyaseti evrensel değer haline getiren Batı'nın, bütün bu değerleri adeta "İsrail'e gömdüğünü" söyledi. Karaca, "İki asır çalıştılar, bilimde ve felsefede ilerlediler, ifade özgürlüğü için kan döktüler can verdiler. Devletin ezici üstünlüğünü bireyi güçlendirerek dengelemenin kitabını yazdılar. Irkçılığı aşmak için bloklar kurdular -böyle gösterdiler- Allah var teorilerini ‘kendi’ vatandaşları, ‘kendi’ ülkeleri için pratiğe de döktüler. Müellifi oldukları demokratik değerleri, özgürlükçü ve çoğulcu siyasetleri evrensel değer haline getirdiler -getirme iddiasıyla mutabakatlar ittifaklar kurdular- bu değerleri avantajsız bölgelerin insanı için kurtuluş reçetesi yaptılar. Ve hepsini gidip İsrail’e gömdüler" diye
Karaca, Habertürk'teki yazısında şunları kaydetti:
"İsrail bütün dünya başkentlerinde protesto edildiğini gördüğünden beri Batılı devletlerle kurduğu kurumsal ilişkileri siviller ve ifade özgürlüğü aleyhine harekete geçirdi.
Ateşkes ile duran protestoların yerini sivil kamuoyunu itaat ettirme girişimleri aldı.
Gazze’de yapılan soykırım Batılı başkentlerde yaşayan vicdanlı insanların kendi idarecileriyle hatta aydınlarıyla da yüzleşmesine, kamusal alanda ufak tefek ama anlamlı aydınlanmalara sebep oluyordu ve bu kabul edilemezdi.
Çünkü İsrail sadece Filistinlileri vatanlarından kovmakla yetinmiyor, gittikleri yerlerde de kök salmalarını, fikirlerine acılarına yaşadıkları gerçekliğe karşılık bulmalarını engelliyor. Gittikleri yerlerde de susturmaya çalışıyor. Üniveristelerde, STK'larda, parklarda hatta evlerinde. Filistin kökenli oldukları için "Müslümanlara ölüm" diye haykırarak kiracısının evine saldıran ev sahibi Illinois’li Joseph Czuba, 6 yaşındaki Wadea Al Fayoume’yi 26 kez bıçaklayıp öldürüyor ve annesini de yaralıyor mesela. Yer ABD, çocuğun tek suçu Filistin kökenli olmak. Beyaz üstünlükçü White Trash ile Siyonizmin kombo yapması diye bir şey var artık hayatta.
"İfade özgürlüğünün tabutuna son çiviyi liberal demokrasiler çaktı"
Gazze halkı kemiksiz 45 gündür lime lime ediliyor. Soykırıma hayır diyenler ise susturulmaya çalışılıyor, ifade özgürlüğü, gösteri ve toplantı hürriyetleri tahdit edilerek hizaya getiriliyor.
ABD kongresinde oturma eylemi yapan ve Başkan’a “benim adıma öldürme” diye seslenen yahudilere İsrail bayrağı sallayarak karşı koyan ABD’li senatörün istediği oldu. En son ABD Temsilciler Meclisi, Siyonizm karşıtlığını antisemitizmle bir tutan kararı 14’e karşı 311 oyla aldı.
Artık “Ben İsrail’e ya da Yahudi toplumuna asla karşı değilim, Holokostu da inkar etmiyorum ama İsrail rejiminin siyonist politikalarına karşıyım” bile denilemeyecek.
“Nehirden Denize özgür Filistin” gibi sloganlar ‘aşağılık bir dil’ olarak yaftalandı.
“Siyonizm karşıtlığının antisemitizm olduğunu açıkça ve kesin bir dille ifade ediyoruz” diyen karar İsrail’in apartheid uygulamalarını sonuna kadar aklama, İsrail’in politikalarının eleştirilmesinin ise kriminalize edilmesi sonucunu doğuracak.
Yani ABD’e İsrail’e teslim. Ya da tam tersi: İsrail aslında başından beri tam olarak Ortadoğu kendisine gelemesin, başını kaldıramasın diye kullanılan ABD menşeili bir silah ve zaman zaman kontrolden çıksa da son kertede görevini yapıyor. Almanya’da olanlar da baş döndürücü. Saksonya-Anhalt eyaleti, vatandaşlığa başvuranlara “İsrail’in var olma hakkını destekliyorum” şeklinde yazılı bir beyan imzalatıyor.
Beyaz Saray bir süredir ‘…meli’ ‘…malı’ taktiği uyguluyor. 7 Ekim sonrası İsrail ziyaretini “Ben buraya Yahudi olarak geldim” diyerek yapan Blinken dahil “İsrail daha çok sivil öldürmemeli” ya da işte “Gazze’nin kuzeyinde yaşanan büyük sivil kaybı güneyinde de yaşanmamalı” gibi cümleler kuruyorlar. Diğer yandan da Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller İsrail’in kasıtlı olarak sivilleri hedeflemediğini iddia ediyor. Kendi CNN’lerinden BBC’lerinden de utanmıyorlar. Hatta gazeteciler Filistin’e gitmese memnun olacaklar ve tabii ki İsrail’in gazeteci öldürmesi bir tesadüf değil.
Geçtiğimiz haftalarda İngiltere’nin seçilmemiş Hindu Başbakanı Rishi Sunak’ın İsrailin intikam turuna yaptığı desteğe bir çok kez şahit olduk. 11 Kasım’da Ateşkes Günü olarak bilinen İngiliz Milletler Topluluğu ve Gaziler Günü'nde yapılması planlanan Filistin’e destek yürüyüşü için "provokatif ve saygısızca" demiş ve polise “Anma etkinliklerini korumak için tüm gücünüzü kullanın, hükümeti tam desteği arkanızda” diye mektup yazmıştı.
Filistin’e destek yürüyüşü için toplananların sayısı 1 milyonu geçti, yakın tarihteki en kalabalık yürüyüş olduğu da kayda geçildi. Yürüyüşle ilgili olarak ‘nefret yürüyüşü’ ifadesini kullanan ve polisi müdahaleye zorlayan Suella Braverman ise Sunak tarafından aşırıya gitme endişelerini sağaltmak için olsa gerek görevden alındı. Bana kalırsa iki siyonist Hintli aynı rafta pek sevimsiz olduğu için Sunak’ın ‘dengeciliği’ devreye girdi, Braverman’ı görevden alıp yerine Dışişleri Bakanı James Cleverly’i, Cleverly'nin yerine de eski başbakanlardan David Cameron’u atadı. Cameron 2007 yılında üzerine basa basa ‘Ben bir siyonistim’ demiş bir isim. Kara olana yol verip yerine beyazını getirdiler."
Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.