Cumhuriyet gazetesi yazarı Nuray Mert, 3-5 Mart tarihleri arasında İstanbul'da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla düzenlenen 'Milli Şüra'ya ilişkin olarak "Milli Şûra’da gönderme yapılan manasıyla ‘kültür’, bırakın estetik ürün vermeyi, her şeyden önce, insanın ‘doğal’ kabalığından kurtulup incelmiş insan davranışlarına yönelmesi iddiasını içerir. En basitinden insan, acı karşısında böğürmeyi aştığı için türkü yakıyor, senfoni besteliyor. Her şeyden önce itişip kakışmayıp dil ile iletişim kuruyoruz; bu dil, itişip kakışmanın sesli bir biçimi olmaktan çıktığı ölçüde gelişiyor ve de insanı geliştiriyor. " dedi. "Lümpen kültür ne zamandır ‘milli’ vasfı kazandı?" diye soran Mert, "Gazetelerinde, ‘hergele’ gibi tabirlerden geçilmeyen, ‘ulan’, ‘be’, ‘yav’ gibi ifadeleri, kaba saba şakaları, siyasi diline dolamış bir heyet, hat ve tezhip ustası yetiştirse ne olacak, yetiştirmese ne olacak, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bilmiyorum, o ‘Şûra’ya katılan ‘kültür insanları’ bu konularda ne düşünüyor. " diye yazdı.
Nuray Mert'in Cumhuriyet gazetesindeki yazısı şöyle:
Bizde ‘milli kültür’ denilen öteden beri, Cumhuriyet’in kuruluşunu takiben Batı kültürünü benimseme çabasına karşı verilen tepkinin adıdır. Bir taraf, Batı kültürü dayatması yaparken, buna itirazı olanlar da ‘milli’, ‘yerli’ adı altında, derme çatma referanslar üzerinden bir karşı hamle çabasına girdiler. Sonuçta ortaya çıkan, ne Batılı kültür dünyası ne de alternatif olarak farklı bir kültür dünyası inşası oldu. Aslında, ‘kültür’ün tanımı ziyadesi ile tartışmalı, çetrefil bir konudur, şimdilik uzak duralım. Bu arada, halihazırda söz konusu olan tartışmanın ‘evrensel’ ile ‘yerel’(milli) arasında tercih olduğunu düşünmek de yanıltıcı olabilir, zira ‘evrensellik’ iddiasının kendi de tartışmaya açık olmak gerekir. Nitekim, Batı kültürünün, modern çağda kendini ‘evrensel’ olarak kabul ettirmeye çalışması, uzunca bir zamandır, itiraz edilen bir iddia haline geldi.
‘Milli kültür’ ise, daha ziyade ulus kurgulama sürecinin bir ürünüdür.
Modern Türkiye’yi inşa etme çabası, bir yandan Batılı kültürü evrensel olarak tanıma çerçevesinde yaşandı, ona karşı muhafazakâr/İslamcı kesimden yükselen itiraz ise, her şeyden önce dini ve daha ziyade, kırsal/yerel kültür ve sembollere sarılma şeklinde tezahür etti. Cumhuriyetin kültür hamlesine itirazın kalkış noktası, sadece Batılı kültür kodları değil, modernleşme sürecinin kendisi idi. Bu sürecin dışarda bıraktıkları ve buna karşı Batılı/modern kültürü yabancılayanların ezici çoğunluğu kırsal nüfustu. Bu kesimin, Osmanlı kültür mirası birikimi ve irtibatı yoktu, olamazdı, zira klasik ‘Osmanlı kültürü’ denilen, bir geleneksel imparatorluk azametinin seçkinci kültür kodları idi. Dahası, Osmanlı seçkin kültürü de, on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde çoktan modernleşme ve onunla özdeşleşen Batılılaşma sürecine girmiş idi.
Şimdilerde, referandum sonrası hayata geçecek olan ‘Yeni Türkiye’ projesi, kendi kültür devriminin hazırlığı içinde, öteden beri ‘CumhuriyetBatılaşaması’na karşı biriktirdiği itiraz dağarcığından çıkardığı derme çatma referanslar ile, yeniden bir ‘milli kültür’ tanımlamaya çalışıyor. Doğrusu, kültür, aslında hiçbir durumda siyasetten, yani güç ilişkilerinden bağımsız bir alan değildir, o nedenle her yeni iktidar örüntüsü aynı zamanda kültürel hegemonya çabasına girişir. Dolayısı ile Yeni Türkiye inşa girişiminin yeni bir kültür inşası arayışında şaşılacak bir şey yok.
Bu noktada, halihazırda yaşadığımız en önemli sorun, kültürel hegemonya kurma çabasının, kaba bir tekillik ve doğrudan dayatmaya imkân veren bir anlayışla yapılması. Bu tür çabalar tarih boyunca çok acı sonuçlar verdi, en önemli örnek Mao’nun ‘Kültür Devrimi’ hamlesidir. İkinci sorun ise, her ne kadar ‘kültür’ tanımı tartışmalı bir mesele olsa da, sonuçta, doğal hayatı üsteleyen estetik ve felsefi bir iddiaya gönderme yapar, oysa mevcut Milli Kültür hamlesi Batılı modern kültüre kaba itiraz dışında ciddi bir referanslar dünyasına göndere yapmaktan aciz. Osmanlı kültürü, kuşkusuz ‘hat ve tezhipsanatları’ndan ibaret değildi, olsa bile sıradan bir ‘eskiyi ihya’ çabası kültür üretimine fazla katkı sağlayamaz. Diğer taraftan, kültürel miras ve onun estetik dünyasından esinlenmek ‘ben yaptım oldu’ şeklinde gerçekleşebilecek bir iş değildir. Öyle olmadığını görmek için, Milli Şûra’da Cumhurbaşkanı’na sunulan tabloya bakmak yeterlidir.
Nihayet, Milli Şûra’da gönderme yapılan manasıyla ‘kültür’, bırakın estetik ürün vermeyi, her şeyden önce, insanın ‘doğal’ kabalığından kurtulup incelmiş insan davranışlarına yönelmesi iddiasını içerir. En basitinden insan, acı karşısında böğürmeyi aştığı için türkü yakıyor, senfoni besteliyor. Her şeyden önce itişip kakışmayıp dil ile iletişim kuruyoruz; bu dil, itişip kakışmanın sesli bir biçimi olmaktan çıktığı ölçüde gelişiyor ve de insanı geliştiriyor.
Halihazırda ben ortada, bırakın alternatif bir estetik ve değerler dünyası üretmeyi, bu manada bir kültür hamlesi göremiyorum. Gazetelerinde, ‘hergele’ gibi tabirlerden geçilmeyen, ‘ulan’, ‘be’, ‘yav’ gibi ifadeleri, kaba saba şakaları, siyasi diline dolamış bir heyet, hat ve tezhip ustası yetiştirse ne olacak, yetiştirmese ne olacak, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bilmiyorum, o ‘Şûra’ya katılan ‘kültür insanları’ bu konularda ne düşünüyor. Durun ben sufle vereyim; ‘argo da bir kültürel üründür’ denilebilir, ama sahi ne zamandır beri lümpen kültür ‘milli’ vasfı kazandı?