Canım Babam, Okuduğun satırlar yabancı kanatların korunağında değil, burada, İstanbul’da yazıldı. Bu sefer sana senin, benim ve halkımın başını okşayan bulutların ve hayallerimizin kesiştiği gökyüzünün altından yazıyorum.
Bana bu satırları yazdıran seni bu sabah göremeyecek olmamdır. Ben yine de Büyükada’dan karşı yakaya, senin pazar sabahları erkenden beni beklediğin iskeleye bakıyor ve seni bekliyor olacağım. Bekleyişim, sen de biliyorsun, senin özgürlüğüne kavuşmanla son bulmayacak. Sen özgürlüğüne kavuştuğunda mücadelemiz diğer tutuklu gazeteciler, milletvekilleri, haksız yere işlerinden atılan akademisyenler, kısacası tüm mağdurlar için sürecek. Adalet talebimizi şahsileştirmeyecek, bu talebimizi bir kişi, grup ya da siyasi partinin tasfiyesi için bahane olarak kullanmayacağız. Yoksa iktidarlar değişir, adaletsizlik değişmez. İstediğimiz hakkın ve adaletin iktidarı değil mi?
Bize dayatılan adaletsizliğe boyun eğip ikinci sınıf bir vatandaşlığı ne pahasına olursa olsun kabullenmeyeceğiz. Farkındayım, sen ve arkadaşlarının cesur ve vatansever gazeteciliğinin, adaletsizliğe karşı direnişinin bedeli Silivri oldu. Yalnız mahkûm edilmediniz, aynı zamanda tecrit de edildiniz. Tecriti ve tecritte kendi kendine kalmanın ağırlığını ya da insan ruhunda açabileceği yaraları anladığımı söyleyebilecek kadar cüretkâr değilim. Yine de senden ricam kalemine küsmemen. Sen kalemine küsme ki kaleminden ve vicdanından dökülenlerle bu ülkede yeniden çiçekler açsın.
Bil ki her ne kadar tecritte olan sen olsan da, bu süreçte ben de çok fazla kendi kendime kaldım. Benim için de bu yıl ezber bozan bir yıl oldu. Arkadaş bildiğim bazı insanlar hayatımdan çıktı, inandığım bazı kurumlar gözümde anlamını yitirdi. Seninle sıkça tartıştığımız ve fikir ayrılıklarına düştüğümüz siyasi meselelerle ilgili sivriliklerimi törpüledim, ‘devletçi’ reflekslerimden bir nebze olsun sıyrılıp her fırsatta ‘raison d’Etat’ (devlet aklı) demeyi bıraktım, kafamda büyüttüğüm bazı idealleri mit olmaktan çıkardım. Eski bakış açımı ve sıkça kullandığım ifadeleri yenileriyle değiştirip daha çok insan hakları, daha çok adalet demeye başladım. Empatinin ve kucaklayıcılığın hayatımdaki alanını genişlettim. Eskilerinin yerine yepyeni ve hayatı beraber yürüyeceğim dostlar edindim. Eskiden zihnimde hep bir tarafı eksik, soyut kalan kavramların içini doldurdum. Demokrasi, laiklik, hak ve özgürlükler ekmek gibi, su gibi canlı ve tabii düşünce dünyamda. Anlayacağın senin tutukluluğun bende yepyeni farkındalıklar yarattı, babalar gününde hediyeyi veren ben değil sen oldun. Ben büyüdüm ve biliyorum ki benimle birlikte milyonlarca insan yaşananlardan ders çıkararak büyüyor. Türkiye’de demokrasinin olgunlaşmasını işte biz o milyonlarla kutlayacağız.
Bu arada bu mektubun yalnız senin için yazıldığını ya da mektubu tek başıma yazdığımı düşünme ha. Bu mektup seninki gibi tutuklu olan ve Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren tüm aydınlar için yazıldı. Onlar beni ve bu ülkenin her bireyinin onurlu bir şekilde yaşayabildiği ve kendini gerçekleştirebildiği bir yer olmasının hayalini kuran her genci evlatları bilsinler. Hepsinin babalar gününü kutlar, ellerinden öperim.
Mektubu birlikte yazdığım insanlara gelecek olursak, onlar benim ve sizlerin yanında olanlar, bizimle aynı yolda yürüyenler. Beni demokrasinin aile içinde başladığına inanarak yetiştiren ve kararlarıma her zaman saygı duyan annem var mesela. Eylem Abla var, halam var, babaannem ve anneannem var. Yasemin var, Uzay, Özge, Cansu, Derin, Ege, Eser ve Nursel var. Cumhuriyet’in değerli çalışanları ve okuyucuları var. Bu yazıda Silivri’de ziyaretçi kuyruğunda birlikte beklediğim ve bu yazıyı okumalarını ve yüzlerinde tatlı bir tebessümün belirmesini umduğum tutuklu yakınları var. Bu yazıda Türkiye’yi paylaştığım ve ülkemizin hepimizin ortak sevdası olduğunu bildiğim muhafazakarlar, solcular, sosyal demokratlar, Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler, Ermeniler, Museviler var. Tüm bu insanlar ‘biz’in bir parçası, biliyorum ki benimle aynı olmasalar da onlardan herhangi birinin acısı ya da mağduriyeti ‘biz’i karanlığa sürükler. Babacığım, onların hepsinin sana ve arkadaşlarına selamı var.
Görüyor musun? Bu hikâye seni, beni aşmış, Murat ile Muratcan’ın değil, Türkiye’nin ve adalet arayışındaki herkesin hikâyesi olmuş. Hatta ufku milli sınırları aşmış, dünya da bizi izler ve konuşur olmuş. Biliyorum, Türkiye’ye yapılan bu haksızlığın dünyaya ve Türkiye’ye umutla bakan tüm halklara haksızlık olduğunu. Dilerim tüm bunlar son bulur ve Türkiye çoğulculuğuyla, adaletiyle, demokrasisiyle dünyanın vicdanı olur.
Babalar günün kutlu olsun.
Oğlun Muratcan