Politika

Ömer Laçiner: AKP ile PKK arasında zımni bir uyuşma var

""AKP günü kurtardı, geleceği kararttı; Türkiye 90'ların da ötesine geçti"

11 Ocak 2016 18:08

Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner, HDP'nin 7 Haziran seçimlerindeki başarısının AKP ile PKK arasındaki zımni ortaklıkla boğdurulduğunu söyledi. “AKP iktidarının ahlaki düzeyinin düşüklüğü beni çok şaşırttı” diyen Laçiner, iktidarın biriktirdiği suçlara milleti de iştirak ettirdiğini söyledi. 

Laçiner, "Türkiye, 90'larda olanların çok ötesine geçildi. Korkarım daha da kötüleşecek" dedi.

Özgür Düşünce'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan Laçiner'in açıklamaları şöyle:

 

"Buna aptallar inanır"

 

Her gün hem sivil ölüm haberi hem de şehit haberi geliyor. Bölgede neler oluyor?

7 Haziran seçimlerinden sonra, AKP seçim yenilgisinin şoku altındayken ve HDP seçim başarısını daha ileriye taşıyabilir görünüyorken PKK bu olguları asla kaale almayan bir bildiri yayınladı. Silahlı eylemlere yeniden başlayacağını ilan etti. Hükümet de seçimin hemen ertesinde ‘Çözüm sürecinin artık filmini çekersiniz' diyerek çatışma dönemini başlatma kararlılığını duyurmuştu. Bu demektir ki; iki taraf da HDP'nin ‘barışçıl-demokratik çözüm' mesajının tuttuğunu gösteren seçim sonuçlarından gayet rahatsız olmuştur. Ve yine her iki taraf da bu mesajı boğmanın en kestirme yolunun çatışmaları yeniden başlatmak olduğunu bilecek noktadaydı. Çatışmayı başlatmak konusunda AKP hükümeti ile PKK yönetimi arasında elbette açıkça değil ama zımni bir uyuşma, bir çıkar ortaklığı vardır. Bu önem ve dikkatle not edilmelidir.

Şüphesiz her iki taraf da suçu birbirinin üzerine atacaktır. Örneğin hükümet “Biz samimiydik, PKK'nın silah, patlayıcı yığınağı yaptığını görüyor, izliyor ama sürece zarar vermemek için ses etmedik” diyor. Sadece aptalları kandıracak bir yalan bu. Eğer PKK sürecin ruhuna aykırı olarak silah getiriyorsa, yakaladığında sana “Süreç var, niye silahımı yakalıyorsun” diyebilir mi? O halde bu göz yummanın sebebi; her iki tarafın da çatışma kozunu daha baştan elde tutarak çözüm pazarlığı yapmış olmalarıdır. Sürecin en başında hükümet bölgeye 25 kalekol yapılacağını ilan etti. İnsanların öldüğü karşı gösterilere rağmen de bu kararında direndi. Bir yandan çözüm süreci ile Kürt nüfusun yoğun olduğu illerdeki hayatın diğer illerdeki gibi ‘normal'leşeceğini iddia ediyorsunuz; bir yandan da oralar için asla düşünmediğiniz savaş aygıtları yerleştiriyorsunuz. Bırakın PKK'yı, sıradan bir Kürt bu kıyaslamayı yapmayacak mı?

 

İki taraf da samimi değil miydi o zaman?

Bu gibi durumlarda samimiyet muğlak ve yetersiz bir ölçüttür. Ortada topluma, kamuoyuna ilan edilmiş, söz verilmiş vaat ve beklentiler var. Tarafların yaptıklarının nesnel içeriği ile bunların uyuşup uyuşmadığıdır ölçüt. Bu noktada PKK sadece adına hareket ettiği Kürt halkına karşı sorumludur. Hükümet-devlet ise hepimize karşı sorumludur. Devlet ‘oyun kurucu' konumundadır ve buna yakışır tarzda davranmak zorundadır. Dolayısı ile doğru olsa dahi PKK'nın samimi davranmadığı türünden bahanelere sığınamaz. Ya acizliğini ya ikiyüzlülüğünü ya da yeteneksizliğini itiraf etmiş olur aksi halde.

Bölgede sivil ölümleri de var, göç de?

Cizre, Silopi ve bölgenin en büyük şehri Diyarbakır'da topçu birlikler ve tanklarla organize bir kuşatma harekâtı, şehir muharebesi yürütülüyor ise çok sayıda sivil, savunmasız insanın ölmesi de göze alınmış demektir. Hükümet orduyu şehir içi harekâta sokmakla vahim bir süreç başlatmıştır. Ordunun böylece bir işgal veya fetih gücü gibi kullanılması, bölge halkında ‘düşman gibi' görüldüğü duygusunu tetikleyecektir çünkü. Hükümet PKK'nın meydan okumasına cevap vermemezlik edemez, doğru ama o cevap asla böyle olmamalı. Kamu düzeni sadece polisin işini serbestçe yapmasından ibaret değildir. Hastanenin çalışması, insanların evlerinde rahat oturması, alışverişini yapması, eğitimine devam etmesi de en az onun kadar gerekli bir ön koşuldur. Şehir ve kasabaları abluka altına alarak, haftalarca sokağa çıkma yasağı uygulayarak, izinsiz sokağa çıkanları yaşlı, kadın, çocuk demeden vurarak oralardaki tüm kamu düzenini bir daha zor kurulur derecede tahrip etmiş olmuyor musun?

 

"90'ların da ötesine geçildi"

 

Hep 90'larla karşılaştırılıyor yaşananlar.

90'larda olanların çok ötesine geçildi. Korkarım daha da kötüleşecek.

Devlet böyle yaparak ayağına sıkmış olmuyor mu?

Kendi ayağına sıktığının ya bilincinde değil ya da daha kötüsü buna artık aldırmıyor bile. Panzerlerle sürüklenen ölülerin, günlerce kaldırılamayan cenazelerin, duvar delen roket mermileri ile ölen kadınların bölge halkının bilinç ve vicdanında ne denli ağır ve kapanmaz yaralar açtığını umursamıyor. Devlet sınır tanımaz şiddetiyle boyun eğilmesini istiyor sadece. Bu koşulları yaşayan Kürt gençliğinin hafızasına kazınacak o sahnelerle nasıl bir gelecek hayal edebiliriz ki?

 

"Akil İnsanlar top çevirme heyetiydi"

 

Akil İnsanlar Heyeti kuruldu ama çok geçmeden dağıldı.

Akil İnsanlar aslında bir top çevirme operasyonuydu. Bu gibi heyetlerin Kürt halkına demokratik-uygar bir çözüm hakkında fikir sormasına gerek yok. Onlar buna çoktan hazır zaten. Eğer bir Akil İnsanlar Heyeti lazım idiyse bu (Sünni) Türk çoğunluğa yönelik olmalıdır esasen. Türk çoğunluğa diğerleri ile eşit haklar temelinde yaşamaya karşı gösterdiği tarihi direncin, uygar ve özgüvenli bir topluma asla yakışmadığı anlatılmalıdır. Bunun için ‘Akil'lere gerek yok; partiler kendileri anlatsın. MHP'yi geçelim ama AKP ve CHP kalkıp da açıktan ‘Bu insanların temel haklarını tanımalıyız' diyemiyorlar.

 

"AKP günü kurtardı, geleceği kararttı"

 

Şimdi yalan ve riya ile bugünü kurtardılar. Milleti de suça iştirak ettirdiler. Umarım 3-4 sene sonra AKP'ye oy vermiş biri şimdi bundan utandığını söyler... Bir de darbe davaları meselesi var.

Ergenekon ve Balyoz da dışarıda. Tablo nasıl görünüyor?

Yukarda özetlediğim yaklaşım burada da hem de dört dörtlük olarak geçerli. Hepimiz biliyoruz ki 1998 senesinden itibaren Türkiye bir darbe ihtimali havasıyla 2007'ye kadar geldi. Ergenekon soruşturmaları sırasında ortaya çıkan delillerin kaba hesap yüzde 95'inin doğru olduğu herhalde tartışılamaz. Ama AKP iktidarı ve onunla işbirliği halinden ‘Cemaat'in kendi siyasal hesap ve hesaplaşmaları yararına dava dosyalarına sahte deliller, sokuşturmalar eklediği de ortaya çıktı. AKP, bu davalardan edineceği faydayı sağladıktan, rantını yedikten sonra o dosya suistimallerinin bütün suçunu ‘Cemaat'in üzerine yıkıp, bir de üstlerine ‘Orduya kumpas kurdular' yaftasını asıp işin içinden sıyrılıverdi.

Ergenekon ile mevcut siyasi iktidarın bir ittifakı olduğu iddiası var. Katılır mısınız?

Bunlar herkesle ittifak yapar. Ahlaki herhangi bir sınırları yok. Bu adamlar iktidarda kalmaya çalışıyorlar. İktidarda kalmak için yapmayacakları bir şeyin olduğunu sanmıyorum. Bu noktada AKP'nin çekirdek seçmen kitlesinin desteğine sahip olduklarını da biliyorlar. Nitekim AKP'li çekirdek seçmen kitlesi Erdoğan'ın aynı konuda defalarca tavır değiştirmesini bir tutarsızlık ve güvenilmezlik kanıtı gibi görmüyor, açık yalanlarına tepki göstermiyor, aksine desteğini yoğunlaştırıyor.

 

"Ahlaki sığlık beni şaşırttı"

 

Yine bir röportajınızda “Benim gibi düşünenler, AKP'nin muhafazakâr demokrat bir parti olduğu tespitini hiçbir zaman unutmadılar. Ben AKP'in bu kimliğine çok aykırı işler yapmayacağını biliyorum” diyorsunuz. Son cümlede yanılmış gibisiniz?

Yanılmış olmam, o cümlenin ‘AKP demokrasiye çok aykırı işler yapmaz' gibi bir fikri ifade ediyor olması halinde söz konusu edilebilir. Oysa ben daima ve hemen her bağlamda muhafazakâr demokrat olmanın sınırlı kapsamda ve sığ, yüzeysel bir demokratlık türü olduğunu belirtirim. Ancak eğer bir yanılgımdan söz edeceksek bunun genel olarak o muhafazakâr kitlenin, özel olarak AKP iktidarının ahlaki düzeyi konusunda olduğunu kabul ederim. Ahlaki düzeylerinin bu denli sığ, bu denli kolay düşebilir olduğuna defalarca tanık olmak beni gerçekten de çok şaşırttı.

 

"Milleti suça ortak ettiler"

 

Bu toplumun zaten çok da övünülebilir düzeyde olmayan ahlakilik dokusu AKP iktidarı döneminde çok ağır bir şekilde tahrip edildi. Bu sonuç sadece AKP iktidarına değil aynı zamanda Müslüman kimliğe de fatura edilebileceği için; 10-15 sene sonra bu ülkede ve bölgede çok ciddi bir ‘Anti İslam' dalganın boy vermesi hiç de şaşırtıcı olmaz. Çünkü yapılan bu ahlaksızlıkların bedeli ödenecektir. AKP gününü kurtarmaya bakıyor ama geleceğini kararttığının farkında değil. Tarihin intikamı diye bir şey vardır. Şimdi yalan ve riya ile bugünü kurtardılar. Milleti de suça iştirak ettirdiler. Umarım 3-4 sene sonra AKP'ye oy vermiş biri şimdi bundan utandığını söyler. Ahlaki bir temizlenmeye ihtiyaç duyduğumuzun işareti olur bu ve verimli bir başlangıç sayılmalıdır.

HDP bu yaşananlar karşısında arada mı kalıyor?

HDP, arada kalmanın ötesinde ezildi. Bir anlamda kurban edildi. Hem Sünni-Türk milliyetçiliğinde hem de Kürt milliyetçiliğinde endişe yaratan HDP'nin seçim başarısı, çatışma ortamı yaratılarak adeta sıfırlanmış oldu. Devlet ve PKK bu konuda eşit paya sahip. HDP'nin 1 Haziran sürecinde sağladığı olumlu ve umut verici imajı bir kere daha verebilmesi artık çok zor.

 

"Faili meçhulleri istismar ettiler"

 

Faili meçhuller şu anda tekrar gündemde. AKP bunlarla ilgili nasıl bir sınav verdi?

AKP faili meçhulleri, darbe davalarını kelimenin tam anlamı ile istismar etti, sömürdü. AKP açığa çıkaracakmış gibi yaptığı her şeyin üzerine yeni bir kapak koymaktan başka bir şey yapmadı sonuç olarak. Bırakın darbeleri, faili meçhulleri, onca övgü düzdükleri Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü üzerindeki esrar perdesi ne kadar aralandı, karanlık noktaların kaçı aydınlandı?

Kapatma girişimi mi var?

Evet. Dink cinayetinde örneğin. Şimdi bize kalkıp ‘Cemaat polisleri yaptı bunu' diyorlar. En az ‘cemaat'çi denilen polisler kadar şaibe altında olan AKP hizmetindeki polisleri sorgulama dışı bırakmaya çalışarak yapıyorlar bu propagandayı.

Özal, Dink, Yazıcıoğlu gibi davaların kapatılmak istendiğini düşünüyor musunuz? Bakın, bu iktidarın tüm siyasal nitelikli davalar konusunda yaklaşımı şu soruya indirgenebilir: ‘Buradan sadece benim menfaatime birtakım sonuçlar çıkar mı?'

Çıkıyor gözüküyorsa çıktığı yere kadar o dava götürülebilir. Menfaat temin edildiğinde o noktadan itibaren dava dosyası kapatılsa da olur, rafa kaldırılsa da...

Bir röportajınızda, 2010 Referandumu için ‘Hayır' diyenlere ‘Dar kafalıydı' demiştiniz. Aynı kanaatiniz devam ediyor mu?

Evet. Defalarca izah ettim ama gayet özetle yine anlatayım: Toplumların gelişim tarihi kendi tarihsel-kültürel özelliklerinin belirlediği belli aşamalardan, eşiklerden geçerek oluşur. Kimileri bu uzun vadeyi gözeten bakışı umursamayıp tarihsel bir eşik geçiliyorken dahi o anın küçük siyasal hesapları, çıkarları düzeyinden tavır alabilirler. Biz uzun vade açısından baktığımızda bu toplumun fiziki-askeri güçle ilişkisinin gayet ciddi bir sorun oluşturduğunu görü- yorduk. Bunu çok önceden defalarca ifade etmiştik.

 

"Demokratlığa inanmadım"

 

Güç kavrayışı hastalıklı, askeri-fiziki güce takıntılı bu toplumda ordunun ülke siyasi hayatındaki tarihsel ağırlığı bütün bunların özeti ve düğümüdür. Bu düğüm toplumsal olduğu kadar bireysel gelişmemizi de ‘ket'leyen bir faktör. Toplum önünü açmak istiyorsa bu ağırlıktan kurtulmalıdır. Referandumu bu yönde atılmış küçük sınırlı bir ilk adım olarak gördüğümüz için ‘yetmez ama evet' diyerek destekledik. Kendi hesabıma konuşarak diyebilirim ki AKP'nin demokratlığına ne güvenmek ne de inanmak söz konusu idi burada. O dönemde yazdıklarım ortada. Referandumla Türkiye sırtındaki tarihsel ağırlıktan sıyrılır ise AKP iktidarına karşı daha net ve verimli bir muhalefetin, alternatif oluşturmanın imkân ve gerekliliğini de defalarca belirttik.

 

"Tahribat vahim düzeyde"

 

‘Evet' denilen yasalara riayet edildi mi?

O ayrı bir sorun. İktidarlar her zaman kuvvetlerini aşırılaştırmaya meyyaldir. Burada görev toplumundur. Muhalefet, özgür basın, STK'lar bunun için var.

Referandumdan önceki Türkiye ile referandumdan sonraki Türkiye arasında bir kıyas yaparsak?

Fark yoksa veya aleyhte ise referandumdaki tavrımızı değil, referandum sonrası tavrımızı sorgulamamız gerekmez mi? Referandumdan sonra AKP'nin muhalefetin sığlık ve ataletinden de yararlanarak hayalindeki otoriter muhafazakâr rejim doğrultusunda epey mesafe kat ettiği kesin. Özelikle hukuk alanında. Adli sistemde yol açtığı tahribat vahim düzeyde. Ancak bunu yapabildiyse suç 2010 referandumunda değil, adli mekanizmayı oluşturan ‘insan malzemesi'nde aranmalıdır. Adalet kurumunu oluşturan hâkim ve savcıların hukuk ilkelerine, değerlerine sadakatten çok ‘Devlet'e, iktidara sadakat yanlısı olduklarını bilirdik de temel hukuk ilke ve değerlerinin hoyratça çiğnenmesine bu denli kayıtsız ve yardımcı olabileceklerini sanmazdık. Ama maalesef durum bu. Uygar, demokratik bir toplumda devleti yönetenler hâkim ve savcılardan çekinir oysa.

 

"Bu hâkimler 28 Şubat'ta brifing aldı"

 

Bizde bu çok geçerli değil sanırım?

Şu anda tam tersi geçerli... Gerçi fazla da yadırgayamıyoruz ne yazık ki. Bu hâkimler ve savcılar 28 Şubat'ta da Genelkurmay'dan brifing almışlardı. Belli ki mesleki haysiyetlerine dokunmuyor bu. Hukuk ilke ve değerlerini değil devletin çıkarını esas aldığınızda ‘normal' karşılasanız da ortalama bir demokrasi kültürü olan bir ülkede kabul edilemez bir yaklaşımdır bu.

Peki, AKP 2010 öncesine dönüp yine aynı yasalar için referandum yapsa yine ‘Evet' der misiniz?

AKP'nin yeniden demokrat bir pozisyona geçme potansiyeli tükenmiş, yolları tıkanmıştır. 2010'dan bu yana özellikle de Gezi isyanı ve 17-25 Aralık vakası sonrası icraatları ile öylesi bir ‘dönüş'ün tüm ihtimallerini hükümsüzleştiren bir ağır suçlar bagajı birikmiştir arkasında. Hatta şu söylenebilir ki iktidardan düştüğünde parti olarak ayakta kalması bile mümkün olmayacaktır.

Verdiği karardan dolayı şu anda hapiste olan hâkimler var?

Şu andaki hâkimler, bir meslektaşları tutuklandığında en azından mesleki onurları adına hiç değilse bir süreliğine grev yaparlardı. Ama anlaşılan kendilerini herhangi bir memur gibi görüyorlar; uygar, demokratik bir topluma yakışır gerçek bir hâkim gibi değil.