Kültür-Sanat

Opera sanatçısı ve ressam Suat Arıkan, 50. sanat yılını kutluyor: Ben sanat ve aşk için yaşadım

07 Nisan 2025 11:41

Güncelleme: 07 Nisan 2025 12:18

Opera sanatçısı ve ressam Suat Arıkan, sanat ve aşkın kendisi için önemine işaret ederek, "Tosca operasında ikinci perdede 'vissi d'arte, vissi d'amore' diyor yani ben sanat ve aşk için yaşadım. Aynı beni tarif ediyor. Benim de Ankara'daki yıllarımdan sonra bütün hayatımın merkezinde sanat ve aşk var." dedi.

Yurt içi ve yurt dışında birçok konser ve temsil gerçekleştiren 68 yaşındaki Arıkan, sanat hayatı boyunca şan yarışmalarında birçok ödüle değer görüldü, başta İtalya olmak üzere birçok şan yarışmasının jürisinde yer aldı.

Opera sanatı üzerine dergilerde köşe yazarlığı ve çeşitli radyo programları yapıp sunan sanatçı, solistlik çalışmalarını da sürdürdü.

Suat Arıkan, 2002- 2003 sezonunda Mersin Devlet Opera ve Balesinde müdür ve sanat yönetmenliği yaptı. 2003- 2005 ve 2007- 2022'de İstanbul Devlet Opera ve Balesinde müdür ve sanat yönetmenliği görevini üstlendi.

Başta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olmak üzere İstanbul ve Haliç Üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak şan dersi de veren sanatçı, opera sanatına katkıları nedeniyle İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi tarafından 2006'da "Şövalye Nişanı"yla ödüllendirildi.

"Resim çok bağımsız, özgür bir alan, onu okulsuz da yapabilirim galiba dedim ve konservatuvarı tercih ettim"

Usta sanatçı, İstanbul Cihangir'de hem atölye hem de sanat galerisine çevirdiği evinde, sanat hayatını, operanın hayatındaki önemini, resme ilgisini ve son çalışmalarını anlattı.

- Suat Bey, nerede doğdunuz, biraz çocukluğunuzdan bahseder misiniz?

Tekirdağ'da doğdum ama o sırada babam çok meşgulmüş. Bitlis'e tayin olmuş. Köy İşleri Bakanlığında Anadolu'da toprak dağıtıyorlardı. Yani Tekirdağ'da doğmuşum ama nüfus cüzdanımı Bitlis'te almışım. Şu anda nüfus cüzdanımda Bitlis yazıyor. İşte babamın bu memuriyeti nedeniyle Anadolu'da dolaşırken son durak Ankara oldu.

- Çocukken ressam olmak mı istiyordunuz?

Ankara'ya demir atınca resim galerilerini dolaşmaya başladım ve orada sanki sanatçı kimliğim yavaş yavaş örülmeye başladı. Resme müthiş bir ilgi duydum.

- Resme ilginizin bir kaynağı, başlangıç noktası var mıydı?

Kaynak tamamen galerilerde edindiğim duygu ve heyecan. Her cumartesi bütün Ankara'nın galerilerini dolaşırdık. Sergi değişmese bile aynı sergiye birkaç defa gitmişliğim vardır. Sonra lise ikide Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının canlı konser yayınlarını dinlemeye başladım ve hayalimde o konser salonunu çok merak ettim, görmek istedim. Faruk Güvenç o kadar güzel anlatıyordu ki, 'İşte ışıklar alındı, alkışları duyuyorsunuz. Şimdi sizi baş başa bırakıyorum.' falan diyordu. Ben de hayalimde konser salonunu canlandırıyordum. Sonunda gittim konser salonuna ve büyülendim. 'Bu dünyanın içinde olmam lazım'. dedim. Hemen gözüme bir viyolonselciyi kestirdim. Konser arasında gittim yanına 'Abi ben de sizin gibi bunu çalmak istiyorum' dedim. Baktı bana ve 'oğlum 40'ından sonra düdük çalınmaz. Sen kocaman olmuşsun. Bu yaştan sonra olmaz. Biz çok küçük yaşta başlıyoruz.' dedi. Ben lise 2'deyim bu sırada. 'Eğer konservatuvara gireceksen ya tiyatro ya opera bölümüne girebilirsin.' dedi. Ben de 'O zaman opera olsun.' dedim. Daha opera seyretmiş de değilim. Konser, klasik müzikle ilgileniyorum ama operaya gitmek benim için çok daha yüksek, ulaşılamayan bir yerde. Sonra sınava girdim, 'nasıl olsa güzel sanatlar akademisi cepte' dedim. Annem de bir Eyüboğlu. Bedri Rahmi Eyüboğlu o zaman akademide çok önemli bir hoca. Eğer konservatuvarı kazanamazsam fazla üzülmem, Bedri Rahmi'nin atölyesine girdim sayılır diye düşündüm ve sınava girdim. İşte 350 kişi falan girdi sınava. 8 kişi kazandı. Bir baktım kazananların içinde ben varım. Resim çok bağımsız, özgür bir alan, onu okulsuz da yapabilirim galiba dedim ve konservatuvarı tercih ettim.

"Çok fazla para kazanmadım belki ama müzik benim hayatımı besledi, zenginleştirdi"

- Operayı seçtikten sonra ailenizden bir eleştiri aldınız mı?

Doğru tercih yaptığımı düşünüyorum. Hiç pişman olmadım. En büyük abim Rus dili ve edebiyatı okudu. Onun küçüğü Ankara hukuk okudu. Onun küçüğü Ankara eczacılık okudu. Hep dörder yaş fark var aramızda. En küçükleri ben, konservatuvara girince babam tabii biraz şaşırdı ve arkadaşlarına, 'Hepsini okuttum ama bu sonuncuyu adam edemedim.' demiş. O zamanlar konservatuvara girmek, işsiz kalmak gibi bir şeydi. Belki de hala öyle. Ben konservatuvara girdiğim zaman opera bölümü 7 yıldı. Tıp ise 6 seneydi. Ama ben Ankara Devlet Konservatuvarında sınıf atladım 7 yıllık okulu, 6 senede bitirdim.

- Konservatuvar döneminizde çok önemli isimlerle sınıf arkadaşı oldunuz, biraz bahseder misiniz?

Bizim dönemimiz çok güzel bir dönemdi. Herkes kendi dönemini çok sever ama işte Zuhal Olcay, Haluk Bilginer, İlyas Salman... Aynı dönemde okuduğum o grup müthişti. Her dalda yani balede, enstrümanda, tiyatroda herkes Türk sanat hayatının çok önemli isimleri oldu. Ben o sırada konservatuvarı bitirir bitirmez hemen İstanbul'a geldim ve İstanbul Devlet Opera ve Balesinde (İDOB) solist sanatçı olarak kadroya girdim. İstanbul'da kendi dalımda birçok rol oynadım. 3, 4 müzikalde de oynadım. 'Evita', 'Kiss Me, Kate' ve 'Anlat Şehrazat' da oynadım. Emekli olduğumda son eserim 'Mançalı Adam' oldu. Onun dışında birkaç tane çok oynamak isteyip de oynayamadığım rol var. Ama tatmin oldum. Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) o muhteşem salonunda, sadece İstanbul'da değil Ankara'da, İzmir'de, Samsun'da oynadım. Mersin Devlet Opera ve Balesinde de görev aldım. 13 ay bir müdürlüğüm oldu. Orada da şarkı söyledim. Antalya'da keza...

- Yurt dışında da birçok temsilde yer aldınız değil mi?

Yurt dışında birçok ülkede hem konser hem temsillere gittim. Müzik açısından hiçbir doyumsuzluğum, 'Ah keşke şunu da yapsaydım' diyeceğim, bir iki rolün dışında çok fazla bir şeyim yok. Yani müzik kariyerimden çok mutlu oldum. Çok fazla para kazanmadım belki ama müzik benim hayatımı besledi, zenginleştirdi. Yaptığım resmi de çok etkiledi. Resimde de bu renk düşkünü olmamın altında belki de sesler, melodiler yatıyor. O resimlerin içinde (Gentile) Belliniler, (Wolfgang Amadeus) Mozartlar var.

"Ankara'daki yıllarımdan sonra bütün hayatımın merkezinde sanat ve aşk var"

- Aslında siz opera hayatınıza devam ederken bir yandan da resim yapıyordunuz...

Tabii resim, hayatımda hiçbir zaman bitmedi. Çok yoğun olduğum bir 5- 10 sene var 1980'li yıllar. O dönem dumura uğradım. Aslında 'Tosca' operasında ikinci perdede 'vissi d'arte, vissi d'amore' diyor yani ben sanat ve aşk için yaşadım. Aynı beni tarif ediyor. Benim de Ankara'daki yıllarımdan sonra bütün hayatımın merkezinde sanat ve aşk var.

- Fotoğrafçılık yanınızın olduğunu da biliyoruz. Bu konuda neler söylersiniz?

Evet aynı zamanda bir fotoğrafçıydım. Eskiden düğün salonlarında fotoğraf çekip, hemen onları tab edip, kurutup, koşup o insanlara satan bir meslek vardı biliyorsunuz. Ankara'da o işi de yaptım. Sonra tabii sanat fotoğrafçılığı yaptım. Fotoğraf da sattım, sergiler açtım. Daha sonra 2010'lı yıllarda bir bel fıtığı problemi yaşadım ve o dönemde fotoğraf olayını bıraktım. Bıraktım derken evde kendi resimlerimin fotoğrafını çekiyorum. Artık sokaklarda makineler, çantalar, ayaklar taşımıyorum. O biraz bana zor geliyor.

- Son dönemde heykel de yapmaya başladınız, bu süreç nasıl başladı?

Heykel de aslında lise sonda bulduğum materyallerle uğraşırken başladı. O dönem ahşabı çok seviyordum ya da çamur. Bunlar bir süre buzdolabına kaldırıldı. Şimdi ise tekrar hortladı.

- Heykel çalışmalarınıza ilham noktalarınız nedir?

Heykelleri önce çiziyorsunuz. Çalışmalarımda konsepti önemsiyorum. Önce bir fikir peşinde koşuyorum. O fikri çiziyorum. Çiziyorsun, çiziyorsun, çiziyorsun... Sonra artık o çizimle bir ilişki kurmuşsan, 'Bundan evet olabilir' diye fikir doğmuşsa, farklı malzemelerden maketini yapıyorum. Çamurdan ya da alçıdan... Bir sürü malzeme var. Şimdi bir sürü küçük küçük heykel üreteceğim. Bazılarını bronz dökeceğim, bazıları seramik olabilir. Alçıyı çok seviyorum. Alçı inanılmaz bir malzeme.

"Operada hala oynayabileceğim roller var"

- Tekrar operaya dönersek, operada hiç unutamadığınız bir karakter var mı?

Hala oynayabileceğim roller tabii ki var. Don Giovanni, Don Basilio, Scarpia. Tabii zaman biraz acımasız. Yani kaslar artık yoruluyor ve eski gerginliğini muhafaza edemiyor. O açıdan çok rahatlıkla söylediğim roller, bugün biraz zorlaşmaya başladı, onu hissediyorum. Ama yaşın getirdiği avantajlı roller de var. Onları da gençlerin oynaması doğru olmaz diye düşünüyorum. 'La Boheme'deki Alcindoro, Benoit gibi...

- Yaklaşık 20 yıl süren İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü ve Sanat Yönetmenliği görevinden sonra emekli oldunuz. Bu süreç sizin için nasıl bir deneyimdi?

Müdürlük ve sanat yönetmeliği yaptığım dönemde sesim oldukça olumsuz etkilendi. Çünkü çok konuştum. Telefonlar, toplantılar, imzalar, şunlar bunlar, bürokrasi, ziyaretler, bütün bunlar düzenli şarkıcılığa engel oldu ve sesim olumsuz çizgideydi. Şimdi o stres ortadan kalktı. Kimse artık beni aramıyor. Dolayısıyla çok rahatım ve ses yerine geldi. Sanki buzluğa koyulmuş gibi ses orada durdu, şimdi aşağı indi. Şimdi bakıyorum konserler sırasında anlıyorum ki sesim halen yıpranmış değil. Ama çok zorlandım. Meslektaşlarım da halen zorlanıyor. Ben (görev sürecimde) sanat yönetmenliğini çok ciddiye aldım. Sanat yönetmenliğinde sanki bir ressammışım gibi bir sezon resmi yapıyordum. Sanki bir şey tasarlıyorum. 'Önümüzdeki sezonun teması ne olsun, güncel kavram nedir?' diye bir konsept oluşturmaya çalıştım.

"Bu yıl sanat hayatımın 50. yılını kutlamak istiyorum"

- Sanat hayatınızda yarım asrı geride bıraktınız...

Kariyer olarak 41 sene sahnedeydim. Bu yıl aslında sanat hayatımın 50. yılını kutlamak istiyorum. Kutlama için öğrencilerimden teklifler geliyor...

- Cihangir'de Küçük Yavuz Apartmanı'ndaki galeriniz, aynı zamanda atölyeniz gerçekten ilginç ve çok güzel bir mekan. Buranın bir hikayesi var aslında. Bize anlatabilir misiniz?

Burası normalde benim evimdi. Sonra Türk resim tarihini incelerken, D Grubu'nun hikayesini gördüm. Annemin çok yakın akrabası olan 'nun da üyesi olduğu bir grup, 'D Grubu kuralım' diye Zeki Faik İzer'in evinde toplantılar yaparak karar aldı. 4 kişiydiler. A, B, C, D ve dediler ki, '4 kişiyiz grubumuzun adı D olsun'. Böyle de isminin sempatik bir hikayesi var. Aslında D Grubu, Cihangir'de bu Yavuz Apartmanı'nda kuruldu denilince, sonradan öğrendim ki bu apartmanda kuruldu. Büyük bir ihtimalle (Zeki Faik İzer) çatı katında oturuyordu. Ben de bunu öğrenince 'burayı küçük bir galeri yapayım' dedim. D Grubunun ilk sergisi de kağıt üzerine desenlerle yapılmış bir sergi. Zeki Faik İzer'in kızıyla, koleksiyoncularla görüştüm. Hepsinden birer, ikişer tane desenler alıp burada D Grubunu hatırlatmak istedim. Gençler maalesef Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olmalarına rağmen D Grubu'nu bilmiyor. Bu çok üzüntü verdi. Bu yüzden D Grubu'nu hatırlatma heyecanına girdim ve evimi boşaltarak, galeri haline getirdim. Tam o sırada da pandemi başladı ve benim konsantrasyonum bozuldu. Bu yüzden henüz bu işi gerçekleştiremedim. Ama bir gün D Grubu sergisi açmak istiyorum.

 - Sanırım galerinizde kendi eserlerinizi de sergileyeceksiniz...

Aşağıda atölyem, bahçem var. Orada heykel çalışmaları da yoğunluk kazandı. Hem heykel hem resim devam ediyorum. Normal şartlarda, operadaki yöneticiliğim nedeniyle çok temsil, prova seyrederdim. Eve gelmem saat 22.00, 23.00'ü buluyordu. Bir şeyler atıştırıp hemen üstümü giyip aşağıya (atölyeye) iniyordum. Gece saat 03.00'e kadar çalışıyordum. Sonra sabahları gidiyorum masa başına imzalar atıyor, müdürlük yapıyordum. Öğleden sonra da sanat yönetmenliği yapıyordum. Geceleri ve hafta sonları da temsiller oluyordu. O da benim vaktimi alıyordu. Sadece fırsat buldukça resim, atölye hayatım vardı. Hep özlüyordum. 'Bir gün emekli olsam da bir fabrika işçisi gibi önlüğümü giysem, sabahtan akşama kadar resim, heykel yapsam.' diye düşünüyordum. Sonunda 3 seneye yaklaşıyor, emekliyim ve çok mutluyum. Yani herkese böyle bir emeklilik dilerim. Eşim görevi nedeniyle Kıbrıs'a tayin oldu. Orada da bir atölyem var. Orada da çalışmalarımı yapıyorum.

"İspanya'da, Paris'te sergi açmayı çok istiyorum"

- Eserlerinizle yurt dışında da birçok sergi açtınız değil mi?

Evet, Roma'da ve Köln'de açtım. En önemlisi Kopenhag'da açtım ve halen devam ediyor. Birçok resmim Danimarka'da bulunuyor. Oradan Norveç'e gidiyorlar, geziyorlar. Öyle uluslararası bir ilişkim de var.

- Yakın zamanda yine yurt dışında bir sergi açma planınız var mıdır?

Berlin fikrim var. Netleşince detayları paylaşırım. İspanya'da, Paris'te sergi açmayı çok istiyorum. Yurt dışında İstanbul'da sergilerle ilgili çok fırsat var. Ama ben sırf sergi açmış olmak için sergi açan bir insan değilim. İki senede bir sergi açmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki sezon ekim ayında bir sergi açabilirim.

- Son olarak emekli oldunuz ama hala sahnelerdesiniz...

Evet, ara ara konserler devam ediyor. Müzik hiçbir zaman bitemez, bitmemeli. Sesimde herhangi bir olumsuz bir şey yaşamıyorum. Yaşadığımda zaten bırakırım. Bazen kendimi beğendiğim anlar oluyor. Normalde sesimi hiç sevmem. Ama bazen beğeniyorum. Bir gün sahnede 'Keşke burada olmasaydım. Şu anda evde olsam.' diyeceğim bir an yaşarsam, herhalde bir daha konser yapmam.

(AA)


Yeni pandemi kuş gribinden doğabilir mi? – Prof. Dr. Önder Ergönül anlatıyor


Günün öne çıkan haberleri...

TIKLAYIN - CHP'nin yeni PM ve YDK üyeleri belli oldu: Özgür Özel’in anahtar listesinin tamamı delegeden onay aldı

TIKLAYIN - İslam Memiş'ten altın tahmini: Korku satışı başladı, kısa vadede sert düşüşler göreceğiz

TIKLAYIN - Mahir Polat, Adli Tıp Kurumu'na sevk edildi!

TIKLAYIN - Ünlü oyuncudan Yılmaz Erdoğan itirafı: Beni hiç sevmedi, hatta kovdu

TIKLAYIN - Cansu Çamlıbel | Dilek İmamoğlu: Ülkemin sorunlarını dert ederek çalışmaya devam edeceğim ama bizim evin siyasetçisi Ekrem

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir