Kültür-Sanat

Orta Doğu’da sınırlar neden dikiş tutmaz-I

Irak’ın sınırlarını çizen kadın, sorunların da ilmeğini attı

03 Temmuz 2021 15:54

Gül Atmaca

Orta Doğu, insanlık tarihinin en eski uygarlıklarına ev sahipliği yapmış, tek tanrılı dinlerin doğduğu; petrol, doğal gaz gibi zengin kaynaklara sahip bir bölge ama hem suya hem huzura hasreti hiç bitmiyor. Bölgedeki etnik, dini ve mezhepsel çeşitlilik işi zorlaştırıyor ama bitmeyen huzursuzlukların önemli bir nedeni de bölgeye kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmekten, biçim vermekten vazgeçmeyen emperyalistler. Belki dışarıdan bu kadar karışan-karıştıran olmasa asıl taraflar sorunları daha kolay çözebilirdi. Orta Doğu’da sınırlar neden dikiş tutmaz sorusuna Irak ile başlayalım.

Bağdat, 1926. Sarı sıcak bir yaz ortasında hurma ağaçlarının süslediği göz alıcı bahçeye bakan bir evde, İngiliz bir kadın 58 yaşında hayatına son verdi. Sevdiklerini kaybetmişti ve yalnızdı. Neden Bağdat’taydı? Neden yalnızdı? Acaba ülkesinden uzakta yaşıyor olsa bile O da Victoria devrinde İngiliz üst sınıf kadınlarını ağına alan melankoliye mi kapılmıştı?

Öncelikle Victoria devri–melankoli ilişkisini kısaca açıklayalım. 19. yüzyıl İngiltere’sinde kadınlar için henüz lise-üniversite kapıları açılmamış iş hayatı başlamamıştır. Çocuk bakımı da dahil ev işlerinin çoğunu hizmetçiler ve köleler yaptığı için bir başka deyişle üst sınıf kadınları “çay partileri dışında yapacak bir şey bulamadıkları”ndan bol bol melankoliye kapılmışlardır. Öyle ki bu dönem edebiyata bile damgasını vurmuştur.

Oysa bugün portresini çizmeye çalışacağımız ve onlarla aynı dönemde yaşamış olan kadın, bugün sadece Irak değil bölgedeki milyonlarca insanın kaderini etkileyecek işlere imza attı. Bir başka deyişle, Orta Doğu’da hiç tutmayan dikişlerin terzilerinden birisi de kendisiydi.

Dünyada milyonlarca kadın daha evin eşiğinden öteye adımını atmamış, köyünden-kasabasından bile dışarı çıkmamışken, o dünyanın her tarafını gezmiş, kâh çölleri aşmış kâh Alp Dağları’nda zirve yapmıştı. (2 bin 632 metrelik zirveye Gertrudspitze adı verilmiştir.) Suriye çöllerinde tek başına seyahat eden, İngiliz askeri istihbaratında görev alan ilk kadındı. Araplar arasında, “Umm el-Mu’minen” (Müminlerin Annesi) olarak bilindi. Arap Şeyh ve aşiret liderlerinin “Hatun” diye hitap ettikleri bu kadın, Irak’a İngiltere’nin bölgedeki çıkarları doğrultusunda şekil veren Gertrude Bell’den başkası değildi.

Gertrude Margaret Lowthian Bell, kısa adıyla Gertrude Bell, 14 Temmuz 1868’de İngiltere’nin Durham kentinde varlıklı ve prestijli bir ailede doğdu. Dedesi Isaac Lowthian Bell İngiltere’nin önde gelen demir sanayicilerindendi. Parlamentoda liberal kanatta yer almıştı. Gertrude, kendi döneminde bir ilke imza atarak Oxford Üniversitesi’ne giren ilk kadın öğrencilerden oldu. Tarih, coğrafya ve arkeoloji okuduğu üniversiteyi şeref derecesiyle bitirdi.  

Eniştesi Sir Frank Lascelles, Tahran’da diplomattı. Genç kadının 1892 yılında buraya yaptığı ziyaret kendi hayatı açısından dönüm noktası oldu. Orta Doğu ile ilk tanışmasıydı ve İran kültürüne hayran kalmıştı. Bu geziden “Persian Pictures/Pers Resimleri” adlı kitap çıktı. Zaten birkaç dil konuşan Gertrude İngiltere’ye döndükten sonra kendi kendisine Farsçayı da öğrendi. İleriki yıllarda Hafız-ı Şirazi’nin “Hafız Divan”ını gibi bir eseri İngilizceye çevirdi.

İngiltere’ye dönen Gertrude, arada Avrupa ve Amerika seyahatlerine çıkıyor, dağcılıkla uğraşıyordu ama aklı Orta Doğu’da kalmıştı. 1899’da yeniden gitti bölgeye; türlü riskleri göze alarak Suriye ve içinde Kudüs de olmak üzere Filistin’i gezdi, birçok aşiret lideri, emir ve şeyhle tanıştı. Gertrude, Arap Bedevilerinin yaşam şekline ve kabile yapısına dair birçok bilgi edindi. Hem gözlemlerini kitaplaştırdı, hem de bölgeyi en ince detayına kadar haritalandırdı. Yani Birinci Dünya Savaşı öncesini çölleri geçmek, haritalar çıkarmak, aşiret liderleri ve kralların güvenini kazanmaya çalışmakla geçirdi. Çıkardığı haritalara birkaç adres daha eklemek için çölde inanılmaz riskler alıyordu. Ayak basılmayan yerlere gidiyor, kim dost kim düşman öğreniyordu. Gertrude kendisine henüz resmi bir görev verilmemiş olsa bile Orta Doğu’da Osmanlı’ya karşı İngiliz saflarında çalışabilecek Arap kabileleri tek tek raporladı. (Hazırladığı rapor ve haritalar yıllarca kullanılacaktı.)

Seyahatlerinde bölgenin altındaki arkeolojik zenginlikler de Bell’in dikkatini çekti. Buradaki izlenimlerini de “The Desert and Sown (Çöl ve Tohum)” adlı kitapta topladı. Kitapları İngiltere’de epey ilgi çekiyordu. O da dönemin çoğu yabancı arkeologu gibi istihbaratçıydı.

Savaş çanları çalmaya başlayınca

Almanların yaptırdığı Berlin-Bağdat Demiryolu İngiltere’nin İran Körfezi’ndeki ticaret ve etkinliğine yönelik bir tehditti. Birinci Dünya Savaşı için çanlar çalmaya başlayıp Almanlar Doğu Cephesi’nde Türklerle ittifaka girince bölgeden gelecek olan her tülü istihbaratın İngiltere için önemi arttı. İngiltere hem Hindistan’a ulaşan değerli yolları hem de İran’daki petrol sahalarını korumak istiyordu. Bir zamanlar İngiliz görevlilerin baş belası olan ve iyi eğitimine rağmen resmi görev vermedikleri Gertrude, şimdi Doğu konusunda eşsiz bir bilgi kaynağı haline gelmişti…

İngiliz Kraliyet İstihbaratı Gertrude’yi tecrübelerinden yararlanmak için Mısır’a davet etti. Gertrude, Arabistanlı Lawrence olarak tanınan Thomas Edward Lawrence adlı ünlü İngiliz ajan ile burada tanıştı. Ona hocalık yaptı. Gertrude, Osmanlıya karşı isyanın hangi noktalarda kiminle başlayacağına kadar birçok detayın asıl belirleyicisi oldu.

Gertrude, Kahire’deki “Arap Bürosu”ndan 1918’de Irak’a gönderildi, Bağdat ve Basra taraflarında “siyasi memur” olarak bulundu. 1920’de, artık tamamen İngiliz kontrolü altına girmiş olan Irak’taki İngiliz Yüksek Komisyonu’nun Orta Doğu Sekreteri idi ve Winston Churchill’in desteğini de sağlamıştı. 1921’de Kahire’de bir “Orta Doğu Konferansı” topladı ve Irak’ın sınırlarını işte bu toplantıda kendi başına çizdi.

Sırada, yeni kurulan bu memleketin başına kimin geçeceği meselesi vardı ve Irak’ın ilk kralını da Gertrude tayin etti: Arap isyanını başlatan Şerif Hüseyin’in oğlu, daha önce Suriye tahtına çıkartılan ama Fransızların kapı dışarı ettikleri Faysal’dı bu kişi. Gertrude ile Paris Barış Konferansı (1919) sırasında tanışmışlar, İngiliz İstihbaratının Kahire ofisinde dostluklarını ilerletmişlerdi.

Kahire’deki konferansta gün boyu süren tartışmaların sonucunda Gertrude’nin istediği oldu ve Faysal’ın krallığından yana oy kullanıldı. O sırada Koloniler için Dışişleri Bakanı olan Churchill ülkesine çektiği telgrafta, “Mezopotamya’daki gelişmeler umut verici. Şerif’in oğlu en iyi ve en ucuz çözüm yolu...” diyordu.

Bell de o konferansa katılan tek kadındı. Onun fikriyle Irak isimli yepyeni bir ülke kuruldu. Gertrude,1921 yılının sonlarına doğru günlüğüne düştüğü notta, “Bütün sabahımı ofiste Irak’ın güneyindeki çöl sınırını çizmekle geçirdim” demişti. İlerleyen zamanda, yeni hükümetin bakanlarını belirlemek için İngiliz siyasi komiser Sir Percy Cox ile ikna turlarına çıkan Gertrude, “Irak’ın geleceğini sırtımda taşıyormuşum duygusuna kapılıyorum” diyecekti.

Faysal tam da Gertrude’nin istediği gibi Ağustos 1921’de Irak’ın kralı oldu. Görevde kaldığı 12 yıl boyunca İngiltere ile ittifak halindeydi. Faysal, tahta oturmadan önce Gertrude’yi sık sık çağırıyor, akıl danışıyordu. Kral adayına, İngiliz yetkililere ne söylemesi, Bağdatlı işadamlarına nasıl davranması, kabinenin nasıl kurulacağı, Kürtlere nasıl yaklaşması gerektiği konusunda önerilerde bulunuyordu. Haritaları yere sererek Faysal’a Irak’ın coğrafyasını öğretiyordu.

Gertrude’nin parmağının olduğu Bakanlar Kurulu, kralı seçmesi öngörülen Anayasa Meclisi’nin toplanmasının üç ay sürebileceği ve Kürt vilayetlerin karşı çıkma olasılığına karşı, alelacele ve “tam ittifakla” çıkardığı bir önergeyle Faysal’ı kral seçti. Daha sonra da göstermelik bir referandum yapıldı. Faysal, 23 Ağustos 1921’de tahta oturdu ancak beklendiği kadar hoş karşılanmadı. Gertrude, onu Şiilere şirin göstermek için Muharrem ayında Bağdat’a gelişini Hz. Hüseyin’in gelişine benzetti.

Gertrude, 1921’de günlüğüne “Asıl sorun petrol elbette” diye yazıp, “Şu iğrenç madde” diye de ekleyecekti. Daha geriye gidersek İngilizler, petrolü garantilemek (O dönem Bahriye Nazırı olan Winston Churchill, 1911’de savaş gemilerinde kömür yerine petrol kullanılmasını emretmişti) için 1914’te Mezopotamya’yı işgal ettiler. Ancak, Şii ayaklanmaları yüzünden böylesine büyük bir bölgeyi idare etmek İngiltere’ye pahalı gelmeye başladı. Bu ayaklandırmaları bastırmak, milyonlarca sterline ve çok sayıda askere mal olmuştu.

Mezopotamya’da Abbasilerden (13. yüzyıl) bu yana kurulan ilk Arap hükümetine de Şiiler neredeyse tek ses halinde karşı çıkıyorlar, onu bir İngiliz projesi olarak görüyorlardı. Şiiler nüfus olarak daha fazla olsalar da iktidar dışında bırakılmışlardı. Sünniler, Şiilerin Osmanlı idaresindeyken de yönetimin hiçbir kademesinde yer almadıklarını dolayısıyla en küçük bir siyasi gelenekleri olmadığını savunuyorlardı. Gertrude, daha laik bulduğu Sünnileri Şiilerin üzerinde tutuyordu ve onların egemenliklerinin artması için uğraşıyordu. 1920’de tuttuğu bir notta, “Her hükümet Şii ulemayı kamu meselelerinden uzak tutmak gibi bir hedef gütmüştür” diye yazmıştı.

Kürtlere özerklik verilmesine karşı

Irak’ın kuzeyindeki fırtınalı Kürt bölgesine gelince Churchill özerklik önerdi; burada oluşturulacak bir Kürt bölgesi Araplarla Türkler arasında bir tampon görevi yapabilirdi. Gertrude ise onunla aynı fikirde değildi; yeni Irak devletinin başarılı olabilmesi için petrol zengini Musul ve Kerkük ile buğday deposu Tikrit’i mutlaka içermesi gerektiğine inanıyordu. “Kürt bağımsızlığı için harcayacak tek bir penimiz yok” diyordu. 1922 yılına gelindiğinde, Türkler Kürtlerin bağımsızlık talebini kabul etmiyor, Kral Faysal ise Irak dahilinde özerk bir Kürt hükümetine tek bir şartla izin vereceğini söylüyordu. Kürtler, ekonomik ve siyasi konularda doğrudan Irak’a bağlı olacaktı, bu yıllar sonra Saddam tarafından uygulanacak modeldi.

Gertrude’nin belirlediği Irak, kuzey sınırı hariç hemen hemen aynı kaldı, bugüne kadar geldi ama bizim güneydoğu, Irak’ın da kuzeyi olan sınır, ancak 1926’da belirlenebildi. Irak sınırı meselesi ve özellikle de Musul meselesi Lozan’da çözülememiş, ileriye bırakılmıştı. İngiliz ve Türk delegeler, 1924 yazında İstanbul’da bir araya geldiler ama bir anlaşmaya varamadılar ve konu Milletler Cemiyeti Konseyi’ne götürüldü. Konsey, 1925’te Musul’un İngiltere’ye bırakılmasına karar verince, Türkiye 5 Haziran 1926’da İngiltere ile bu karar doğrultusunda istemeye istemeye Ankara Anlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Irak 1932’de bağımsız oldu ve Türkiye’nin 1936’da, Irak Krallığı ile anlaşmanın uzatılması ile ilgili yeni bir bir protokol imzalamasından sonra, sınır bugüne kadar aynen kaldı.

Gertrude’nin üretimine katkıda bulunduğu ve daha sonra bazıları Saddam tarafından da sürdürülen bu politikalar arasında, Kürt dağlarını Türkiye ve Rusya’ya karşı tampon olarak kullanmak; Sünni Müslüman ve diğer azınlıkları Şii çoğunluk üzerinde hakim kılmak; Necef, Kerbela ve Kazımiye’deki Şii ulemayı bastırmak ve gerekirse İran’a sürmek; büyük toprak ağalarını ve aşiret liderlerini satın almak; uydurma referandumlar düzenlemek ve siyasi kontrol aracı olarak kullanmak yer alıyordu.

Tahtını yaptı bahtını yapamadı

Yaprak bile kımıldamayan bir yaz günü (12 Temmuz 1926) Gertrude daha 58 yaşında bir odada sessizce ölüme gitti. Ölüm nedeni olarak “yoğun miktarda uyku ilacı alması ” gösterilse de Irak siyasetinde bir tasfiye sonucunda suikasta kurban gittiği de iddia edilir.

Bu sıra dışı kadın belki de derin bir depresyona girmişti. Sevdiği adamlardan hiçbirine kavuşamamış, yuva kuramamıştı. İlk aşkı, evli bir adam olan Binbaşı Dick Doughty-Wylie ile Anadolu’da tanışmıştı. Adam, Konya’daki İngiliz Konsolosluğu’nun vekiliydi. Sonraki yıllarda o bir yana Gertude bir yana savrulmuştu. Aşk ve tutku dolu mektuplardan sonra İngiltere’de bir araya geldiklerinde, Gertrude hem Victoria devrinin katı ahlak kurallarıyla büyüdüğü için hem de evli bir adama aşık olmanın vicdan azabıyla bu ilişkiyi yaşayamadı. Aynı zamanda madalyalı bir asker olan Doughty-Wylie, 1915’te Çanakkale Savaşı sırasında başına şarapnel parçası isabet etmesi sonucunda öldü. Gertrude, uzun süre bu acıyı içinden atamadı.

Gertrude, ölümüne yakın Irak siyasetinde hala önemli bir konumdaydı ama yapılan son anayasa değişikliği ile eski etki ve itibarını kaybetmişti. Bunalımlı bir ruh hali içine giren sıra dışı kadın kendisini arkeoloji çalışmalarına vermişti. Irak Ulusal Müzesi’nin (Bağdat Arkeoloji Müzesi) kurulması için tam 4 yıl uğraştı. Müze, Gertude’nin 1926’da ölümünden kısa bir süre önce resmen açıldı. Gertrude bu proje de bitince bunalıma girdi. Bazılarına göre intihar etmişse bile bunun nedeni başarısız olması değil, artık ona ihtiyaç duyulmaması ve kendisini boşlukta hissetmesiydi. Irak ve İngiltere için yapabileceği her şeyi yaptığının farkındaydı. Artık gelecek başkalarının elindeydi.

Bir ülkenin hatta bir bölgenin kaderini etkileyen Gertrude’un payına hayatının son deminde yalnızlık düşmüştü. İngiliz erkeklerin çoğu onu kendileriyle hâlâ eşit görmüyor, o da onların sadece giyim-kuşam ve çay partileriyle meşgul eşlerine tepeden bakıyordu. Oysa Araplar Gertude’yi benimsiyor, kendilerinden biri sayıyorlardı. İşte o yıllarda en çok istediği şeylerden birisi, krallık yolunu açtığı Faysal tarafından onaylanmaktı.

1926 yılına gelindiğinde Gertrude’nin gücü tükenmeye başlamıştı. Saltanatı sona ermişti. Aile serveti yok olmuştu. (Tüm parasını Irak’ta İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün kurulması içim bağışladı.) Bir yıl önce kız kardeşini tifodan kaybetmişti. Son aşkı da ona sırt çevirmişti. Sağlığı bozulmuştu. Bedeni yorgun ve bitkindi. Bağdat’ta yalnızlığını, “etrafta sadece ölülerin kemikleri var” sözleriyle anlatan Gertrude için kaçınılmaz son gerçekleşti. Cenazesi devlet töreniyle kaldırıldı ve Bağdat’taki Hıristiyan Mezarlığı’nda toprağa verildi. Gertrude, geride 9 kitap, 1600 mektup, 16 günlük, 7 bin fotoğraf bıraktı.

Gertrude’nin yolunu açtığı Haşimi Hanedanlığı 1958’deki askeri darbeyle sona erdi. General Abdülkadir Kasım liderliğindeki askeri idare 1963’te Baas Sosyalist Partisi tarafından devrildi. ABD ve İngiltere’nin başını çektiği koalisyon güçleri “kitle imha silahları” var yalanıyla Irak’ı 2003’te işgal ederek (Baas dönemi) Saddam sayfasını kapattı. Irak, Saddam’dan sonra demokrasiye kavuşmak bir yana daha şiddetli ve sonu gelmeyen mezhep savaşlarına sahne oldu. Gertrude, Bağdat’taki sade mezarında yatarken İngilizlerin çıkarları doğrultusunda Irak’a attığı dikişler sökülmeye devam ediyor…


KAYNAKÇA

-Janet Wallach, “Çöl Kraliçesi”, Çeviren: Püren Özgören, Can Yayınları, 5.Baskı 2018, İstanbul.

-Gül Atmaca, “Irak’ın Sınırlarını Çizen Kadın”, Bilim ve Gelecek Dergisi, 77.sayı, Temmuz 2010.