19 Nisan 2023 09:24
Değer Akal
Ortadoğu, uzun yıllardır görülmemiş, tarihi gelişmelere sahne oluyor. Ve bu gelişmeler, şu günlerde seçimlere odaklanmış Türkiye'yi hem iç ve dış politikada hem de güvenlik alanında yeni sınamalarla karşı karşıya getiriyor.
Suudi Arabistan ve İran, Çin'in arabuluculuğunda diplomatik ilişkilerinin yeniden tesisi konusunda anlaştı. Bu gelişme, Arap ülkelerinin Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirme adımlarına da büyük bir ivme kazandırdı.
Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı Dr. Salim Çevik, DW Türkçe'ye gelişmeleri "Bölgede çözülmeye başlayan kamplaşmaları bir nevi bir barış sürecinin başlaması, ABD sonrası Ortadoğu'ya hazırlık gibi görüyorum" sözleriyle değerlendirdi.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır gibi, uzun yıllar boyunca ABD'nin Ortadoğu'daki önemli müttefikleri olan ülkeler, Washington Yönetimi’nin Afganistan'da yaptığı gibi bölgeden çekilmesinden, ihtiyaç duydukları anda destek bulamamaktan endişe ediyorlar.
Salim Çevik, söz konusu ülkelerin bu endişe nedeniyle tehdit olarak algıladıkları sorunları çözmeye yöneldiklerini anlatırken "Suudi Arabistan, muhtemelen Çin olmasa da İran ile görüşecekti ama arabuluculuk payesini Çin'e vererek aynı zamanda ABD'ye 'alternatifsiz değiliz, sen de artık ayağını denk al' mesajını göndermiş oldu" diye konuştu.
Gelişmeleri DW Türkçe'ye değerlendiren Amerikalı Ortadoğu uzmanı Joshua Landis ise ABD'nin dünyadaki süper güç konumunu kaybetmekte olduğuna işaret etti.
Oklahoma Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Direktörü Landis, ABD ile Çin arasındaki rekabetin Ortadoğu'ya yansımalarını "ABD, dünyadaki süper güç konumunu kaybediyor… Artık sahnede başka oyuncular da var. Rusya askeri olarak çok güçlü olmasa da önemli bir oyuncu, Çin ise gerçek bir alternatif olarak sahneye çıkmakta, ama daha bir 5-10 yılı var… Çin henüz ABD ile ipleri koparmadı. Çünkü henüz enerji kaynakları bağlamında bağımlı olduğu Ortadoğu'da ABD'nin sahip olduğu üstünlüğü devralacak konumda değil. Ama rekabet gittikçe sertleşiyor, özellikle güvenlik alanında" sözleriyle değerlendirdi.
Bölgedeki "normalleşme" hamleleri, Batı'nın 13 milyon Suriyeli'nin yerinden edilmesinden sorumlu tuttuğu, savaş suçlusu olarak nitelendirdiği Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın pozisyonunu da güçlendirdi. Esad rejimi, Arap Ligi'ne yeniden kabul edilmeye ve uluslararası siyaset sahnesine geri dönmeye çok yaklaştı.
"Bir savaş suçlusu olan Esad'ın savaşı kazanması, yeniden kırmızı halılarla karşılanacak olması, insanlık için büyük bir utanç. Ama şu an gelinen noktada reel politik bunu dayatıyor" diyen Salim Çevik, bunda ABD'nin eski başkanı Obama'nın kırmızı çizgilerinden geri adım atması, İran ve Rusya'ın Esad'ı korumak için Suriye'ye müdahale etmelerine izin verilmesi gibi "son 10 yılda yapılmayanlar ile yapılan yanlışların birikiminin bir sonucu" olduğunu söyledi.
Washington da hararetli tartışmalar yaşanıyor. Aralarında eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, eski CENTCOM (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) komutanlarından Kent McKenzie gibi isimlerin de bulunduğu 40 eski üst düzey ABD yetkilisi ve Suriye uzmanı kaleme aldıkları bir mektupla Başkan Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinkin'e, Esad ile hızlı ve koşulsuz normalleşme sürecinin önlenmesi için çağrıda bulundu. "Suriye ihtilafına neden olan hiçbir sorun çözümlenmedi" ifadelerine yer verilen mektupta, Esad ile normalleşmeye tepki göstermeyerek fiilen izin vermenin, bölgede güvenlik ve istikrarın sağlanması umuduna büyük zarar vereceği uyarısı yapıldı.
Ancak Joshua Landis gibi Biden yönetimine, Türkiye ve Arap ülkelerinin Esad ile normalleşmesini durdurmak yerine bu ülkeleri cesaretlendirme çağrısı yapan Amerikalı uzmanlar da var. Bunun nedenlerini DW Türkçe'ye anlatan Landis, "ABD ve Türkiye'nin Suriye ihtilafının kaybedenleri" olduklarını, gelinen noktada Washington'ın Esad ile normalleşme sürecine müdahil olup Şam rejiminden olabildiği ölçüde somut kazanımlar elde edilmesine katkı sunması gerektiğini, bu sayede de ABD'nin bölge diplomasisindeki liderliğini geri kazanabileceğini söyledi.
Esad ile normalleşme, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinden çekilmesi anlamına gelecek. Bölgedeki askerlerinin sayısını ciddi boyutta azaltan ABD'nin bu yönde, en azından kısa vadede, adım atması beklenmiyor.
Ancak Amerikalı uzman Landis, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde daha uzun süre kalması için artık makul nedenler bulunmadığını, Afganistan benzeri bir çekilme yaşanmaması için de Washington'un Şam ile Suriyeli Kürtler arasında bir uzlaşı sağlanmasını teşvik etmesi gerektiğini vurguladı. ABD'nin IŞİD'in mağlup edilmesine destek olan iki milyon Kürt'e borçlu olduğunu söyleyen Joshua Landis, şu değerlendirmeyi aktardı:
"Bu bölgenin, Afganistan'da olduğu gibi, panik ve kaos ile çöküşüne izin vermemek için ABD'nin Kürtlere 'Şam ile müzakere edin' diyerek bölgeden ayrılması ve uzlaşmalarını sağlaması daha doğru. Üst düzey isimler 'hain' olarak muamele görecekleri ve tehdit altında olacakları için ABD'ye gitmek zorunda kalabilir, daha alt düzeydekiler ise Şam ile müzakere edecektir, çünkü Şam'ın onlara, YPG'lilere ihtiyacı var, onlarla geçmişe dayanan ilişkileri var. Uzlaşmaları mümkün, görüş ayrılıkları büyük ölçüde Suriyeli Kürtlerin sahip olacakları özerkliğin düzeyi ile ilgili…"
Landis, Kürtlerin Şam ile uzlaşması sonucunda, Türkiye'nin ABD'nin Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) destekleyerek aslında Kürtlerin bölgede ayrı bir devlet kurmasına yardım ettiği yönündeki suçlamasının boşa çıkartılabileceğini, ABD-Türkiye ilişkilerinin gerilemesine yol açan en önemli konunun da gündemden düşebileceğini kaydetti.
Peki Arap ülkelerinin Şam ile diplomatik temaslarına hız vermesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Esad ile normalleşme hamlelerini nasıl etkiliyor?
CATS uzmanı Salim Çevik, bu soruyu "Esad artık Erdoğan'a muhtaç değil… Arap ülkeleriyle ilişkilerinin normalleşiyor olması, uluslararası izolasyonunu kırmaya yönelik kazanımları, onun açısından Türkiye ile siyasi bir uzlaşmanın önemini azaltıyor" sözleriyle yanıtladı.
Ayrıca Türkiye'nin Şam ile ilişkilerinin normalleşmesinin ABD'ye bağlı olduğunun da altını çizen Çevik, "Ankara'daki güvenlik aygıtının normalleşme konusunda beklentisi Suriye'deki Kürt devletinin varlığının son bulmasıdır. Bunun ise temel belirleyeni ABD. Ancak ABD'nin Suriye'nin kuzeyindeki varlığı devam ettiği müddetçe, Kürt grupları hedef alınamaz. Amerikalılar çekildiği takdirde, Şam ve Ankara için bir pazarlık ve her iki tarafın istedikleri kazanımları elde edebilmeleri için bir senaryo doğuyor. Bu da Türkiye'nin Esad'a cihatçıları vermesi karşılığında, Esad'ın da Suriyeli Kürtler konusunda Ankara'nın beklentisini karşılamasıdır" diye konuştu.
Bu arada Türkiye, ABD'nin IŞİD ile mücadelede "müttefik" olarak tanımladığı, ancak Ankara'nın PKK'nın uzantısı olarak gördüğü ve belkemiğini YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) yönelik baskısını son dönemde arttırdı. Son olarak 7 Nisan'da, SDG komutanı Mazlum Abdi ve kendisine eşlik eden ABD askerlerinin bulunduğu konvoya 100 metre mesafede İHA saldırısı düzenlendiği açıklandı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ndeki Süleymaniye kentindeki bu saldırı, geniş yankı buldu ve dikkatlerin Türkiye'ye çevrilmesine yol açtı.
"Anladığımız kadarıyla Türkiye bilerek konvoyu doğrudan hedef almamış. İstese alırdı ama aslında bu yolla Amerikalılara 'bak benim sabrım taşıyor' mesajı veriyor… Ancak bu iş artık sürdürülemez bir açmaza girdi" diyen Salim Çevik, şu değerlendirmeyi aktardı:
"Washington'un 'Türkiye daha önemli' deyip Kürtleri artık kaçıncı kez satmasının artık bir zaman meselesi olduğu konuşuluyor. Türk-Amerikan ilişkileri biraz toparlandığı andan itibaren bu konu, ABD'nin Türkiye'ye vereceği en büyük hediye ve tavize dönüşebilir. Bütün bunlar Kürtlerin Şam ile müzakerelerindeki ellerini de zayıflattı. Kürtler ciddi anlamda köşeye sıkışmış durumda."
Türkiye'de dikkatler 14 Mayıs seçimlerine çevrilmiş durumda. Millet İttifakı'nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun "Bir de Benden Dinleyin. CHP Kürt Sorununun Çözümünde Ne Dedi?" kitabının önsözünü kaleme aldı ve burada "Kürt sorunun demokratik yollardan çözmeye kararlıyız" ifadelerine yer verdi. Son olarak da Twitter'da "Kürtler" başlığıyla bir video paylaşım yaptı, AKP'yi seçim süreçlerinde "milyonlarca Kürt'e terörist muamelesi yapmak", "milyonların haysiyetiyle oynamakla" eleştirdi, bunu "utanç verici" olarak nitelendirdi.
Peki muhalefetin seçimleri kazanması halinde, sürdürülebilir bir çözüm sağlayacak, yeni bir barış sürecinin başlatılması mümkün mü?
CATS uzmanı Çevik'e göre aslında Türkiye'nin jeostratejik çıkarları, Kürt sorununu çözmeyi gerektiriyor.
"Türkiye bu sorunu çözmeyerek aşırı milliyetçi refleks vererek kendi ayağına da sıkıyor" diyen Çevik, "Türkiye'nin Ortadoğu'daki etkinliğini belirli oranda sınırlayan şey barış sürecinin çökmesi. İç politikadaki şövanist kazanım için barış süreciyle eline geçmiş altın fırsatı harcamak, uluslararası ilişkiler ve reel politik açısından baktığınız zaman akıl dışı. Ancak muhalefetin iktidara gelmesi durumunda ne olur onu bilmiyoruz. Çünkü o blok içinde de çok ciddi bir milliyetçi kanat var. Rasyonel olan böyle bir sürecin başlaması ama zor görünüyor" öngörüsünü paylaştı.
Öte yandan Erdoğan'ın da perde arkasında Kürt siyasal hareketindeki kimi aktörlere seçimlerden sonra yeniden bir barış süreci başlatabileceği yönünde mesajlar verdiği iddia ediliyor.
Salim Çevik, Erdoğan'ın iktidarda kalması halinde yaklaşık beş yıl MHP'nin desteğine ihtiyaç duymayacağını, yeniden bir barış süreci başlatmasının ihtimal dışı olmadığını ancak bunda muhataplarının vereceği cevabın kilit önem taşıyacağını kaydetti.
Salim Çevik, "Kürt siyasal hareketi içerisinde iki damar var. Demirtaş'ın sözcüsü konumunda göründüğü bir damar 'biz Türk muhalefetinin bir parçasıyız, önceliğimiz Türkiye'nin demokratikleşmesi' diyor. İkinci damar ise 'bizim önceliğimiz Kürt halklarının kazanımları olmalı, Kürtlerin çıkarlarını önceliklendirmeliyiz' diyor. Ben Erdoğan seçimleri kazanırsa, Kürt siyasal hareketi içersindeki Demirtaş'ın çizgisinin zayıflayacağını düşünüyorum. Belki Kürtler, Amerika'nın Suriye'den çekilmesi ve Esad-Ankara normalleşmesinin ivme kazanmasının yol açması muhtemel şiddet sarmalından çıkmak için 'Ankara ile ilişkilerimizi düzeltmeliyiz' diyebilirler" görüşünü aktardı.
Bölgenin sahne olduğu hızlı normalleşme süreci ve Türkiye'nin orta ve uzun vadede Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirme olasılığı, aynı zamanda dikkatlerin Türkiye'nin desteklediği Suriyeli muhaliflere çevrilmesine de yol açıyor.
Adını daha sonra Milli Suriye Ordusu olarak değiştiren Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ne olacak? Türkiye'nin kontrolü altında bulunan bölgelerdeki cihatçılar, Esad ile ilişkileri normalleştirme müzakereleri başladığı takdirde ne yapar?
Bu soruları yanıtlayan CATS uzmanı Çevik, "Türkiye'nin silahlandırdığı Suriyeli gruplar artık paralı askerlere dönüştü, hatta yeri geldiğinde Azerbaycan'a gönderiliyorlar, bu nedenle ciddi bir tehdit oluşturdukları kanaatini taşımıyorum" dedi.
Buna karşın asıl İdlib'deki cihatçıların tehdit oluşturabileceğine dikkat çeken Çevik sözlerini şöyle tamamladı:"Kendine şimdi Tahrir eş- Şam diyen eski El Kaide'nin Türkiye'de uzantıları varsa, işte o zaman Türkiye İdlib'den çekildiğinde bunlar bir güvenlik açığı yaratabilirler, 'sen bizi sattın' diyerek Türkiye'ye öfke ve intikam amacıyla saldırabilirler… Bu tabii ki ciddi bir tehdit oluşturabilir."
© Tüm hakları saklıdır.