Fransa İslamı ve Ortadoğu uzmanı, “Fransa’da Terör – Fransız Cihadının Doğuşu” kitabının yazarı siyaset bilimci Gilles Kepel, 'cihatçılığın faksın ürünü olduğunu' savunarak, "Sosyal ağlar olmasaydı IŞİD ortaya çıkamazdı. Çünkü sosyal ağlar sayesinde IŞİD varlığını en ücra yerleşim birimlerine kadar duyurabiliyor. Bu harekete sempati duyan medya organları dahi, onların sosyal medya hesaplarında yayınladıkları infaz görüntülerini yayınlayamazdı" dedi.
Son Paris ve Brüksel saldırılarının IŞİD için politik birer hata olduğunu söyleyen Kepel, "1997’de Cezayir’de olduğu gibi herkesi kendilerine karşı kenetlediler. Paris ve Brüksel saldırılarında hayatını kaybeden Müslüman Avrupa gençleri, cihatçıların öldürmek istedikleri insanlar değildi. Müslümanların da ölmesi kendilerine sempati duymasını bekledikleri insanların tepkisine yol açtı" diye konuştu.
Tempo dergisinden Burak Tatari'ye konuşan Gilles Kepel'in açıklamaları şöyle:
İstanbul, Paris, Brüksel, Pakistan, Ankara… Terör her yerde. Dünya artık tamamen güvensiz mi?
Her durumda, terörizm Ortadoğu topraklarıyla sınırlı kalmayacak. Bugün kesin olan bir şey varsa o da terörün Batı’da da kendini gösterecek kapasitede olduğu. Ama asıl soru, toplumların ters yüz olup olmayacağı. Cihatçılar daha önce bu mücadele alanında ilerlemediler ve bu, gelecek yılların en büyük bahsi olacak. Öte yandan ilginç bir biçimde, bölgede terör riskinin en az olduğu ülke İran. Cihatçı terörizmin kaynağını radikal Sünni Müslümanlardan aldığını biliyoruz. İran da Şii bir ülke. İran’ın Türkiye, Suriye ve Irak gibi ülkelerden farkı, Kürt sorununun şiddetle ilişkisinin olmaması.
Mart ayında Ankara’daki terörist eylemden sonra bir gazeteci (Abdülkadir Selvi) “Terörle yaşamaya alışmalıyız” dedi. Bu söze katılır mısınız?
Hayır, terörle yaşamayı öğrenmemiz gerekmiyor. Amaç, terörü ortadan kaldırmak olmalı. Bunun için bir yandan etkili güvenlik ve zapt etme politikası yürütülmeli. Öte yandan da terörü ortaya çıkaran sebepler yok edilmeli. Ancak terörist hareketlerin analizinin yapılması, doğasının araştırılması ve buna karşı önlem alınmasının çok zor olduğunu kabul ediyorum.
Teröristlerle müzakere, sorunları ortadan kaldırır mı sizce?
Buna kendi ülkemden bir örnekle cevap vermeye çalışayım. Fransa’da cihatçı terörün ortaya çıkışının sebepleri üzerine bir tartışma var. Bu, politik bir sorun. Terör eylemlerine imza atanlar ideolojilerinin haklı olduğunu düşünüyor. Hareketlerini büyük kitlelere yaymaya, onları harekete geçirmeye gayret ediyorlar. Terörü kabul edilmez bir metot olarak görmekle birlikte, bu gruplarla uzlaşma aramak gerektiğini düşünenler var. Diğerleri ise terörün de, terör gruplarının taleplerinin de kabul edilemez olduğunu düşünüyor. Bu, iki grup arasındaki temel yaklaşım farkı. Türkiye’de de Kürt sorunu üzerine bu iki temel yaklaşımın olduğu görülüyor.
Paris’te, Brüksel’de IŞİD’in gerçekleştirdiği eylemlerde Suriye’deki iç savaş kolaylaştırıcı rol oynadı mı?
Bu saldırıların elbette Ortadoğu’da olup bitenlerle ilgisi var. Bugün yaklaşık 100 euro’ya charter uçuş gerçekleştirerek Paris’ten İstanbul’a gelebiliyorsunuz. Kasımpaşa’dan bindiğiniz televizyonlu, tuvaletli otobüs ile 25 euro’ya Gaziantep’e geçebiliyorsunuz. Bir taksi şoförüne 50 euro verdiğinizde IŞİD topraklarına adım atabiliyorsunuz. Es-Suri bunu öngörmüştü. Arap Baharı’nın başarısızlığa uğraması Suriye, Lübnan, Yemen gibi ülkelerde cihada açık ortam oluşmasına yol açtı. Burada cihada katılan Avrupalılar ise bir gün Avrupa’ya geri dönecekti.
“Selefilik, Hanefilik ve Malikiliği marjinalleştiriyor”
Türkiye’den IŞİD’e katılan pek çok genç var. Bu terör örgütünün beslendiği Selefilik, Anadolu İslam’ını nasıl etkiliyor?
Bölgenin diğer ülkeleri gibi Türkiye’de de Kemalist laiklik, geleneksel Hanefilik inancı ve ülkeye hakim olacak İslam vizyonu sorgulanıyor. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı İmparatorluğu’ndan temel farkları var. Laik bir ülke olsa da nüfusunun yüzde 99’u Müslüman. Bu yüzde 99’luk kesim içinde de Sünni ve Alevi ayrılığı var. Sünni grubun içinde AKP’yi ortaya çıkaran Milli Görüş gibi muhafazakâr hareketlerin yükselişi gözleniyor. Bu hareketin Petromonarşilerle ilişkisinin dini anlayışa da etkisi oluyor. Bölgede Şii karşıtı bir Sünni ekseni oluşturulması fikri Selefi vizyonunu yansıtıyor. Türkiye devletinin yönetiminin en azından bir bölümünde Neo-Çaldıran* fikri olduğu gözleniyor.
Günümüz terör örgütlerinin yapılanması da teknolojiyle yakından ilgili. Siz, El Kaide’nin internet ve El Cezire’nin, IŞİD’in ise Twitter, Facebook ve YouTube’un çocuğu olduğunu söylüyorsunuz.
Tabii; cihatçılığın ilk jenerasyonu da faksın çocuğuydu. Sosyal ağlar olmasaydı IŞİD ortaya çıkamazdı. Çünkü sosyal ağlar sayesinde IŞİD varlığını en ücra yerleşim birimlerine kadar duyurabiliyor. Bu harekete sempati duyan medya organları dahi, onların sosyal medya hesaplarında yayınladıkları infaz görüntülerini yayınlayamazdı.
Paris saldırılarından sonra Ernest Hemingway’in ‘Paris Bir Şenliktir’ kitabı yeniden çok satanlar listesine girdi. Doğu ülkelerindeki saldırılardan sonra ortaya çıkan sonuç ise daha farklı oluyor. Bu yaklaşım farkını neye bağlarsınız?
Bunu bilmiyordum. Paris saldırılarından sonra Batı dünyası Fransa ile çok güçlü bir dayanışma gösterdi. Bunu, Fransa’nın Batı’nın ortak değerlerinin sembolü olarak görülmesine bağlıyorum. Arapların Arapları, Türklerin Türkleri öldürmesi Avrupa ülkelerinin vatandaşlarının Avrupalıları öldürmesi kadar medyatik ilgi uyandırmıyor.
Son olarak tüm dünyanın kafasındaki soru: Teröre karşı verilen mücadeleden umutlu musunuz? Yoksa bizi daha kötü bir gelecek mi bekliyor?
Umarım daha kötü günler görmeyiz. Bu fenomeni incelerken eksiklerini görüyorum. Son Paris ve Brüksel saldırıları IŞİD için politik hatalardı. 1997’de Cezayir’de olduğu gibi herkesi kendilerine karşı kenetlediler. Paris ve Brüksel saldırılarında hayatını kaybeden Müslüman Avrupa gençleri, cihatçıların öldürmek istedikleri insanlar değildi. Müslümanların da ölmesi kendilerine sempati duymasını bekledikleri insanların tepkisine yol açtı.
Röportajın tamamı Tempo dergisinin Mayıs sayısında…