Romanları ve hikâyeleriyle Türkiye'de edebiyatın önde gelen isimlerinden olan, çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül eşliğinde 23 dile çevrilen kitap çalışmalarının yanı sıra 12 yıldır T24'te güncel sorunlar üzerine yazılar yazan Oya Baydar'ın yeni romanı "Yazarlarevi Cinayeti", geçtiğimiz ay Can Yayınları'ndan çıktı. Baydar Gazete Duvar'dan Sibel Oran'ın söyleşisinde "Edebiyatın metalaşmaya başlamasından, dünya pazarında arz-talep yasasına uygun bir ürün olarak dolaşıma girmesinden beri edebî metin ikinci planda kaldı" diyor.
Medya desteğinin, reklamın, yazarın kişiliğinin, medyatikliğinin çoğu zaman metnin önüne geçtiğine dikkat çeken Baydar, 80'ler sonrasında Türkiye edebiyatında da bu sürecin yaşandığını ve yaşanmaya devam ettiğini söylüyor.
Baydar, edebiyat-yayın dünyası romanda dile getirmeye çalıştığı sorunların farkında olduğunu da söylerken, asıl anlatmak istediğinin, her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da eşitsizliğin varlığı, olduğunu vurguluyor.
"Yazarlarevi Cinayeti", biraz polisiye tadında babasının ölümünün ardındaki perdeyi önceleri gönülsüz de olsa aralamaya çalışan Ceren üzerinden şekilleniyor. Ceren'in babası Yazar'ın yazma uğruna ailesinden uzaklaşıp kendini adadaki "yazarlarevi" adını verdiği evi ve mekân olarak ada romanın kurgusunda önemli iki mekân. Ada, anakaradan uzaktır.
Gazete Duvar'da yayımlanan söyleşinin ilgili kısımları şöyle:
- "Günümüzde metin hiçbir şey; reklam, medya, yazarın kendi hikâyesi her şey" cümlesinin varlığı, bu cümleyi Yazar'a yahut size kurduran şeyler sizin yazarlığınızın başlangıcından bugüne değin var mıydı yoksa bunlar zamanla mı oldu?
Edebiyatın metalaşmaya başlamasından, dünya pazarında arz-talep yasasına uygun bir ürün olarak dolaşıma girmesinden beri edebî metin ikinci planda kaldı. Tabii genelleştirmemek gerek, dünya edebiyat pazarında çok iyi metinlerin, üstün edebî yapıtların varlığını yadsımıyorum. Ancak medya desteği, reklam, yazarın kişiliği, medyatikliği çoğu zaman metnin önüne geçiyor. Sanırım 80'ler sonrasında Türkiye edebiyatında da bu süreç yaşandı, yaşanıyor.
Yazar kimdir, hikâyeyi anlatan mı kaleme alan mı sorusu beni epey düşündürdü. Bu romanın yazarı Oya Baydar ne düşünüyor?
Bana göre hikâye, yani anlatı ile yazı, yani dil bir bütündür. Başkalarının hikâyelerini de yazabilirsiniz kuşkusuz. Binlerce yıldır yazarlar birbirlerinden de kendilerine anlatılanlardan da yararlanmışlardır. Zaten tek ve ana konu insanın trajik macerası değil midir? Mesele, hikâyeyi içselleştirip, kendi kalıbına döküp, kendi diliyle anlatabilmekte.
"Çoksatar vasat yazar olmak" yahut "saf edebiyat yazıp az satmak"… Sadece iki seçenek mi var?
Bunlar iki uç durum. Dünya edebiyatında da bizde de vasat üstü olup da çok satan iyi yazarlar var kuşkusuz. Ama sıradan okur kolayı talep eder ve medya-reklam desteğiyle köpürtülmüş vasat edebiyatı besler. Saf edebiyat yazıp az satmak kimi yazarlar için bir tercihtir. Kimileri de okur kitlesinin kolaycılığına ve edebiyat pazarının işleyişine takılır, iyi edebiyatlarına geniş okur kitlesi bulamazlar. Ortada şöyle bir durum da var: çoksatar değilsinizdir ama iyi edebiyat talep eden bir okur kitleniz vardır. Ya da kült yazarsınızdır. Herkes çok okunmak, çok satmak ister ama ben kendi hesabıma benim sözümü anlayan, farkındalık yaratabildiğim duygudaş bir okur kitlesini tercih ederim.
Sizce bu roman ve bu romanın ele aldığı konu ve sorunlar edebiyat, yayın dünyasını kızdırır mı?
Bilmem ki! Ama bence edebiyat-yayın dünyası romanda dile getirmeye çalıştığım sorunların farkında. Asıl anlatmak istediğim, her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da eşitsizliğin varlığı. Şöyle anlatayım: Mesela siz benimle bir söyleşi yapıyorsunuz, bir mecrada yayımlanacak, tanıtılacak; ama belki daha değerli bir metinden hiçbir yerde söz edilmeyecek, gün ışığına çıkamayacak. Aksine, değersiz, sabun köpüğü bir kitap, bir roman ve yazarı arkasındaki yayınevi ve medya desteğiyle öne çıkarılacak, parlatılacak. Bu durum beni kendi adıma değil gölgede bırakılanlar adına rahatsız ediyor. Yapılacak da bir şey yok, biliyorum.
Peki bu romandan yolun başındaki genç yazarlara ne kalmalı?
Öncelikle, yazar olarak ünlenmek, tanınmak için değil kendi yaşamlarına anlam kazandırmak için yazmaları. Sait Faik'in "yazmasam delirecektim" duygusunu içlerinde hissediyorlarsa yazmayı sürdürmeleri. Bir de aceleci olmadan ama sebatla, ısrarla kendi özgün üsluplarını, dillerini inşa etmeleri. Metin dışı desteklere, kendilerini medyada, sosyal medyada sergilemeye değil, metinlerine güvenmeleri.