Zaman yazarı Loost Lagendijk, "Konuya hakim gözlemciler, Tayyip Erdoğan’ın otoriter tarzı ve İslamcılığın ve Batı karşıtlığının giderek ağırlık kazandığı söylemiyle, Abdullah Gül’ün uzlaşmacı tavrı, Batı ve reform yanlısı kanaatleri arasında ciddi farklılıkların mevcut olduğu konusunda hemfikir" dedi. "Gül’ün Türkiye’nin aşırı derecede kutuplaştırıldığı ve AB’den uzaklaştırılıp meçhul bir istikamete sokulduğu bir manzara karşısında mutlu olması da mümkün değil" diyen Lagendijk, "Pek çok insan Gül’ü, AKP içinde, partideki ve ülkedeki mevcut tek adam tahakkümüne karşı çıkabilecek yegane isim olarak görüyor" ifadelerini kullandı..
Loost Lagendjik'in Zaman'da "Abdullah Gül?" başlığıyla yayımlanan (3 Ocak 2015) yazısı şöyle:
Abdullah Gül?
2015’te Türkiye’de neler olup biteceği üzerine kafa yorarken, Abdullah Gül’ün akla gelmemesi mümkün değil.
On yılı aşkın bir süredir Gül ülke içindeki önde gelen siyasetçilerden biri, Türkiye’nin dünya karşısındaki imajı açısından da çok önemli bir şahsiyetti. Fakat ağustosta cumhurbaşkanlığı görevini devrettikten sonra neredeyse sırra kadem bastı, sadece birkaç kez ortalıkta göründü. Gül ne yapıyor, ne düşünüyor ve en önemlisi, ne planlıyor?
Konuya hakim gözlemciler, Erdoğan’ın otoriter tarzı ve İslamcılığın ve Batı karşıtlığının giderek ağırlık kazandığı söylemiyle, Gül’ün uzlaşmacı tavrı, Batı ve reform yanlısı kanaatleri arasında ciddi farklılıkların mevcut olduğu konusunda hemfikir. Birçoğu eski cumhurbaşkanının Erdoğan ve AKP içindeki sadık destekçileri tarafından siyaseten bertaraf edilme biçiminden dolayı son derece gayr-ı memnun olduğunu tahmin ediyor. Gül’ün Türkiye’nin aşırı derecede kutuplaştırıldığı ve AB’den uzaklaştırılıp meçhul bir istikamete sokulduğu bir manzara karşısında mutlu olması da mümkün değil. Pek çok insan Gül’ü, AKP içinde, partideki ve ülkedeki mevcut tek adam tahakkümüne karşı çıkabilecek yegane isim olarak görüyor.
Gül’ün bugüne kadar böyle davranmayı reddetmesinden dolayı hayal kırıklığına uğrayan birçok destekçisi, Erdoğan’a karşı çıkacak eski cesarete sahip olmadığından veya birlikte kurdukları partide bir bölünmeye yol açmaktan fazlasıyla çekindiğinden korkuyor. Bazıları ise Gül’ün sadece müdahale etmek için doğru zamanı beklediğini, zira şu an dokunulamaz durumdaki Erdoğan’a karşı hiçbir şansı olmadığını gayet iyi bildiğini iddia ediyor. Ya da şöyle bir ihtimal de söz konusu: Gül, siyasetten yaka silkti ve akademide yeni bir başlangıç yapmak veya New York gibi bir yerde prestijli bir görev üstlenmek istiyor.
Bu çetrefilli sorulara cevap bulmak için, Exeter Üniversitesi profesörlerinden Gerald MacLean’in geçenlerde yayımlanan “Abdullah Gül ve Yeni Türkiye’nin Kuruluşu” adlı kitabını okumaya karar verdim.
MacLean, Türkiye’yi çok iyi biliyor; Gül’ün geçmişiyle ilgili pek çok okuma ve görüşme yapmış, bizzat Gül’le de defaten konuşma fırsatı bulmuş. Sonuç, Kayseri’nin, hayatı boyunca bir yandan modernleşmeyi kucaklarken, bir yandan da muhafazakâr ve dinsel köklerine sarılmayı başarmış olan bu en meşhur evladıyla ilgili son derece bilgilendirici bir kitap. Gül’ün fikirleri, AKP’nin 2001’deki kuruluşu ve Gül’ün uluslararası bir devlet adamı olarak yükselişine etki eden faktörleri anlatan ilham verici bir hikâyeyle karşı karşıyayız.
Ne yazık ki kitap, sözgelimi Erdoğan ve Gül arasındaki birçok tartışmaya ve anlaşmazlığa dair çoğunlukla eleştirel olmayan ve geçiştiren bir tutum sergiliyor. MacLean, pek çok yerde ikisi arasındaki farklılıklara dair spekülasyonlara atıfta bulunuyor, fakat neticede bunların AKP’yi kurarken ve yönetirken kaçınılmaz tartışmalar olduğu fikrine destek çıkıyor ya da husumet iddiasını Erdoğan’a karşı olanların hüsnükuruntusu diye niteliyor.
Bu bakımdan MacLean’in kitabı, Gül’ün Erdoğan hakkında ne düşündüğüne ve ona karşı çıkmaya niyetli olup olmadığına dair bir cevap sunmuyor.
Bununla birlikte Gül’ün siyasi kariyerinde, mevcut konumu ve hesaplarına ışık tutabilecek bir bölüm var. 1999’da partisi seçim yenilgisi aldıktan ve yola nasıl devam edileceği konusunda bölünme yaşadıktan sonra Gül, Fazilet Partisi lideri Erbakan’ın doğal halefi olarak görülüyordu. Fakat Gül hemen meydan okumak yerine aylar boyu sesini fazla çıkarmayarak, Türkiye’deki siyasal İslam’ın babası olan Erbakan’ın karşısına dikilmeye niyeti veya cesareti olmadığına dair spekülasyonlara yol açtı. Diğer reformcularla birlikte yeni bir parti programı üzerinde çalışmayı tercih etti. Ancak Mayıs 2000’de parti liderliği konusunda Erbakan’a rakip olmaya karar verdi. Mücadeleyi kaybetti ve bu yenilgi, bir yıl sonra doğrudan doğruya yeni bir partinin, AKP’nin kurulmasına varan süreci başlattı.
MacLean, Gül’ü, kendisini çoğunlukla, inandığı türden reformcu politikaları tam ve doğrudan uygulamaya muktedir olmayan bir konumda bulan bir siyasetçi olarak niteliyor. Fakat aynı zamanda geçici bir gerilemeyi sineye çekecek ve ileri doğru hamle edecek zamanı iyi bilen ve ilkeleri olan sabırlı biri o. Gül’ün bu özelliğinin 2015’te neler getireceğini bekleyip görelim.