PEN International'ın onursal başkanı İsveçli yazar Per Wastberg, Türkiye'de yazarların zulüm altında olduğunu belirterek "Çok büyük sıkıntı içerisinde, ciddi bir düzensizliğin hâkim olduğu, yazarların zulüm altında olduğu bir Türkiye’yi gözlemliyorum. Yazarlara şu soruyu yöneltiyorum: 'Tünelin sonunda bir ışık görüyor musunuz?'Görmediklerini söylüyorlar. Belki de Türkiye şu ana kadarki en ümitsiz döneminden geçiyor" dedi.
Cumhuriyet'ten Ezgi Atabilen'in haberi şöyle:
İsveçli yazar Per Wastberg PEN International’ın onursal başkanı. Ayrıca Nobel Edebiyat Ödülü’nü düzenleyen İsveç Kraliyet Bilim Akademisi üyesi. Hal böyle olunca PEN International’ın İstanbul ziyareti sırasında yaptığımız söyleşide hem Bob Dylan ve Nobel tartışmalarını, hem de başkanlık referandumuna yürüyen Türkiye’deki politik ortam ile yazarların haletiruhiyesi üzerine konuşuyoruz.
Daha önce 1996, 2012, 2013 yıllarında da Türkiye’ye gelmişsiniz. O dönemlerdeki gözlemlerinizle bugün edindiğiniz izlenimleri karşılaştırmanızı isteyeceğim...
Türkiye’ye 1996’da İsveç Konsolosluğu’ndaki araştırma enstitüsünün davetlisi, 2012’de turist olarak gelmiştim. Üçüncü ziyaretimde Zülfü Livaneli’yle görüşmüş, Türkiye hakkında epey bilgi sahibi olma fırsatını yakalamıştım. Orhan Pamuk’la Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı 2006’dan beri tanışıklığım var. Kendisi iyi bir arkadaşım. İki gün önce de uzunca sohbet ettiğimiz bir akşam yemeği yedik. Bu ziyaretimde öncekilere nazaran çok farklı bir Türkiye görüyorum. Çok büyük sıkıntı içerisinde, ciddi bir düzensizliğin hâkim olduğu, yazarların zulüm altında olduğu bir Türkiye’yi gözlemliyorum. Yazarlara şu soruyu yöneltiyorum: “Tünelin sonunda bir ışık görüyor musunuz?” Görmediklerini söylüyorlar. Belki de Türkiye şu ana kadarki en ümitsiz döneminden geçiyor. Ben uzun yıllar Sovyetler Birliği’nde de varlık gösterdim. Orada da benzer bir ümitsizlik hâkimdi.
Bu politik zemine binaen edebiyatın ve edebiyatçının nasıl bir rolü olabilir?
Yine epey zor bir soru. Ben bir yazarın üstlenmesi gereken ana rolün kendi hayal gücü dünyasını savunmak olduğunu düşünüyorum. Bu hayal gücü dünyası hükümetlerin düzenlediği kanunlardan ve sansürden tamamıyla bağımsız, onların kontrol edemeyeceği bir dünyadır. Otoriter hükümetlerin özgür bir zihinden korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmadığını görüyoruz. Büyük işletmelerden, ticari kuruluşlardan, hatta büyük holdinglerin yönettiği gazetelerden o kadar korkmazlar. Zira onları kontrol altına almaları mümkündür. Ama özgür bir yazarı tahakküm altında tutmak çok zordur. Çünkü yazarlar mutlak bir özgürlüğe sahiptirler. Yazdıkları bir eseri o an yayımlamak durumunda değildirler. Saklayabilir ya da başka bir yerde yayımlayabilirler. Bu nedenle hükümetler için bu kadar korkutucudur. Nobel ödüllü yazar Heinrich Böll’ün de söylediği gibi, “Edebiyat özgürlüğe ihtiyaç duymaz, edebiyatın kendisi zaten özgürlüktür.”
Sizin ‘edebiyat’ tanımınız nedir?
Ben edebiyatı her yazarın kendi çalgısını çaldığı, kendi tonunu ayarladığı muazzam büyüklükteki bir filarmoni orkestrası gibi görüyorum. Yazarlar sadece kendi vizyonlarının, yeteneklerinin ve vicdanlarının onlara emrettiklerini yazmalıdırlar.
Peki, siz tünelin sonunda ışık görüyor musunuz?
Dışarıdan biri olarak bu soruya cevap vermem epey güç. O nedenle Sovyetler Birliği örneğini verdim. Sovyetler Birliği’nde de çok kısa süreli bir demokrasi umudu vardı. Türkiye’de başkanlık referandumunda hayır oyu çıkarsa, bu ışığı görmenin bir yolu olabilir. Ama bu durum tabii ki Cumhurbaşkanı ve askeriyenin alacağı role de bağlı. İstanbul’daki yazarlar kendilerine şu soruyu soruyorlar: “Acaba yurtdışına çıksam mı, sürgüne mi gitsem, yoksa burada kalıp muhalefeti pekiştirmek için mücadele mi etsem?” Örneğin Orhan Pamuk da kendisini Türk edebiyatının bir sembolü olarak gördüğü için kendisine benzer soruları soruyor. Ama gerçekten ümitlerini yitirmiş durumdalar.
Size Türkiye’de kalıp kalmama ikilemini yaşadığını Orhan Pamuk’un kendisi mi söyledi?
Evet. Bu gelişimde söyledi. Boğaz’daki dairesinde üç dört saatlik bir görüşmemiz oldu.
Uzun süre Nobel’i kabul ettiğine dair açıklama yapmayan Bob Dylan’ın davranışını “kaba ve kibirli” olarak tanımladınız. Neden, bu da bir tavır değil midir?
Bana “Eğer Bob Dylan ödülünü 6 hafta içerisinde kabul etmezse, tepkiniz ne olur” diye sordular. Ben de böylesi bir davranışın nazik değil, kaba ve kibirli bir davranış olacağını ifade ettim. Şili’den Bulgaristan’a, Polonya’dan Türkiye’ye, Çin’e kadar tüm dünyada bu iki kelimeyi cımbızladılar. Hayatımda ilk defa dünya çapında bu kadar üne kavuşmuş oldum. Bob Dylan 1 Nisan’da Stockholm’e bir konser için gelecek. O dönemde Nobel Komitesi’nde bir konuşma yapacağını ümit ediyoruz ama belli değil. Eğer böyle bir konuşma yapmaz ve ödülü kabul etmezse diplomayı alır ama para ödülünü alamaz.
Hak ettiği halde Nobel alamadığını düşündüğünüz yazarlar var mı?
Yaşayan yazarlara ilişkin böyle bir yorum yapmam mümkün değil. Şu an kısa listemizde 5 yazar var ve hepsi de Nobel’i eşit derecede hak ediyorlar. Benim üyeliğimden önce ödül alamayan birçok yazar var. Bence bu talihsizlik... Jorge Luis Borges, Vladimir Nabokov ve Virginia Woolf gibi imzalar bu yazarlara örnek...
Türkiye’de Orhan Pamuk’un Nobel almış, Yaşar Kemal’in alamamış olması hâlen tartışılan bir konu. Siz Yaşar Kemal’i de şahsen tanıyan biri olarak bu konuda ne biliyorsunuz?
Benim üyeliğimden önceki dönemlerde, çok uzun süre boyunca Yaşar Kemal’e Türkiye’den çıkan çok büyük bir yazar, çok iyi bir romancı olarak bakıldı. Ancak Yaşar Kemal’in zirveye ulaşması, onun dışında 100’e yakın yazar da söz konusu olduğu için mümkün olmadı. Orhan Pamuk’un o zirveye ulaşması daha kolay oldu...
1 Şubat’a sayılı gün kaldı. Her sene bu tarihte 200’ü aşkın ismin olduğu Nobel Edebiyat Ödülü aday listesi tamamlanmış oluyor. Bu sene o listede Türkiye’den bir isim olacak mı?
Nobel Komitesi epey gizlilikle çalışır. Bu konuda dünyanın hiçbir yerinde açıklama yapmıyoruz. Henüz 1 Şubat’a gelmediğimiz için listede Türkiye’den yazarlar olsa bile bu konuda açıklama yapamam. Eğer Türkiye’deki edebiyat fakülteleri de bir isim önermişlerse açıklamamalılar.