Inguna Skuja, Pınar Goodstone ve Melissa Braden (soldan sağa)
31 Ağustos 2023 07:00
"Skuja Braden kimdir?" sorusunun cevabı: İki sanatçının bir araya gelişiyle ortaya çıkan üçüncü bir kişilik. Skuja Braden, Letonyalı Inguna Skuja ve Kaliforniyalı Melissa Braden’in 1999’dan bu yana sanat dünyasındaki var oluşu.
Letonya’da yaşayan ikili, sürekli olarak omuz omuza çalışıyor, birbirlerinin yaratımlarını etkiliyor, değiştiriyor ve tamamlıyor. Seramik ve porselen, çalışması hiç de kolay olmayan materyaller olmalarına rağmen, Skuja Braden kullandığı teknik ve dil ile sınırları zorluyor.
Skuja Braden’le yolum, küratörlüğünü Pınar Goodstone’un üstlendiği Root Karaköy’deki Open Closet/Açık Kabine* isimli sergilerinin 23 Haziran’daki açılışında kesişti. İstanbul Onur Haftası’nda açılışını yapan sergi, 17 Eylül’e kadar Root Karaköy’de görülebilecek.
Skuja Braden’in Açık Kabine’sine girdiğinizde sizi porselen gözler, prensesini bulmuş gibi gözüken Pamuk Prenses, bir geyşa ile el ele tutuşmuş Marilyn Monroe, bir çanta dolusu porselen penis, uzaylılar, hayaller ve hayalperestler karşılıyor. İçine girildiğinde vedalaşması güç, hayalle gerçeğin birbirine geçtiği bir dünya.
Serginin küratörü Pınar Goodstone da Skuja Braden’in dünyasına 2022 Venedik Bienali’nde adım atıyor ve daha fazla kişinin bu dünyayı deneyimleyebilmesi için kolları sıvıyor.
Bu söyleşi için serginin küratörü Pınar Goodstone ve yaklaşık 25 yıldır beraber üreten ve yaşayan ikili ile bir video görüşme gerçekleştirdik. Melissa ve Inguna, önümüzdeki Ekim ayında Pera Müzesi’nde izleyici ile buluşacak karma bir serginin hazırlığındaydılar. Bu söyleşi yayınlandığı sırada, evlenmek için gittikleri New York’ta, Pınar’ın evinde olacaklarını tahmin ediyorum.
Melissa, Inguna ve Pınar’la, Skuja Braden’in nasıl oluştuğundan yaratım süreçlerine, Letonya’da eşcinsel bir çift olmaktan sanat dünyasının taleplerine, sansürlenen işlerinden pandemiye pek çok şeyi ve tabii ki güncel sergileri Açık Kabine’yi konuştuğumuz söyleşimize buyrun...
- 1994’te tanışıyor ve ardından ilk sergi iş birliğinizi 1999’da Riga’da yapıyorsunuz. O günden bu yana da soyadlarınızın birleşiminden oluşan Skuja Braden adı altında birlikte çalışıyorsunuz. Bir araya gelişinizle üçüncü bir kişilik yaratıyorsunuz ve bu hem kişisel hem de sanatsal açıdan çok büyük bir karar. Skuja Braden'ı oluşturma kararına nasıl vardınız? Solo kariyerlerinizi geride bırakma konusunda tereddütleriniz oldu mu?
Melissa Braden: Skuja Braden, her şeyden önce zorunluluktan ortaya çıktı. O günlerde evlenmemiz yasal değildi. Amerika Birleşik Devletleri ve Letonya arasında özgürce gidip gelebilmek için Inguna’ya vize almaya çalışıyorduk. Inguna, Letonya'da zaten ünlü bir sanatçı olduğu için O-1 vizesine başvurmuştuk. Inguna, göçmenlik avukatımız her şeyi mahvettiği için statüsünü kaybetti.
O zamanlarda Los Angeles'taki White Memorial Tıp Merkezi’ne devasa bir fayans duvar yapmak için o güne kadar yaptığımız en büyük işi almıştık. 70 bin dolarlık bir komisyondu. 5 bin porselen karoyu elle presledik ve hastanenin dört duvarını yaptık. Böylece bir şirket kurdum ve vekil kimlik olarak Skuja Braden'ı kullanmaya başladık. Bu benim için Inguna'nın benimle olduğunu gizlemenin bir yoluydu çünkü Inguna projemizin hiçbir evrakında tam anlamıyla olamazdı. Göçmenlik ve Vatandaşlığa Kabul Servisi (INS) ile başını belaya sokmadan adını projeye koymam gerekiyordu.
- Ama sonra Amerika’da kalmıyor, Letonya’ya taşınıyorsunuz..
M.B.: Göçmenlik başvurusu için çalıştığımız avukatın yaptığı hatayı anlayan başka bir avukat bulduğumuzda Letonya'ya geri döndük. Yeni avukatımızla, eski avukatımıza görevini ihmal ettiği için dava açtık. Dava ettiğimiz eski avukat, kendisini savunmak için Inguna’yı sınır dışı ettirebileceğinden yeni avukatın yönlendirmesiyle ülkeyi terk ettik ve Letonya’ya döndük. Inguna’nın vize başvurusu sürecinde avukatlara gitmiş, bütün ücretleri ödemiş, gerekli tüm evrakları hazırlamıştık. Inguna’nın statüsünü kaybetmesi bizim hatamız değildi.
Inguna Skuja: Skuja Braden’den devam etmek gerekirse, Letonya'da Porselen Müzesi'ndeki bir sergimiz çok ilginçti. Sergi posterlerinde bize Skuja Braden ismini veremeyeceklerini söylediler. Letonca kurallarına göre Skuja Bradene yazılması gerekiyordu. O zaman Skuja Braden isminde şirketimizin olması iyi oldu çünkü ismimiz bizim kayıtlı markamızdı.
- Skuja Braden zorunluluktan oluştu ama bu birliktelik hâlâ devam ediyor. Buluştuğunuz ortaklıklar neler? Yaratım sürecinde birbirinizi nasıl tamamlıyorsunuz ve etkiliyorsunuz?
I.S.: Her anlamda sürekli birlikte çalışıyoruz.
M.B: Her zaman, her şeyin nasıl olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bilirsin, küçük bir kız çocuğuyken en iyi kız arkadaşın olur ve evcilik oynamaya başlarsınız ve bütün bu dünyayı birlikte yaratırsınız, bir nevi buna benziyor. Tüm bu alternatif gerçekliği yaratıyorsunuz, ancak bu gerçek çünkü bunu gerçekten yapıyorsunuz ve gerçekten bir yere gidecek. İnsanların yarattığımız tüm bu dünyayı görmelerini ve onun içine girmelerini umuyoruz.
Pınar Goodstone: Venedik Bienali'nde Skuja Braden’in işlerini gördüğümde aynen böyle hissettim. Etrafta dolaştım ama sanki başka bir gezegeni ziyaret etmiş ve oradan ayrılamamışım gibi hissetmeye başladım. Varlığımın her hücresine enerji verildiğini hissettim ve başka sanat eserleri görüyordum ama yine de o deneyimde sanki bir uzaylı falan görmüş gibiydim. O kadar sarsılmıştım ki.
Bir dünya yarattığınız o kadar doğru ki, eğer birisi oraya girmeye gerçekten açıksa, dışına çıkması gerçekten zor, çünkü orası seninle kalıyor. New York'a döndüğümde benimle yürüyormuşsunuz gibi hissettim. Geriye dönüp baktığımda o dünyaya dokunmam ve bir şekilde hayatımın parçası haline getirmem gerektiğini düşünüyordum.
M.B.: Ve tamamen işe yarıyor. Hiç bu duyguyu yaşadınız mı bilmiyorum ama mesela küçük bir çocukken sürekli oyun oynuyorsunuz ve başka birinin evine gidiyorsunuz ve onların ne yaptığını görüyorsunuz. Sanki ne yaptıklarını biliyorsunuz, oynadıkları hikayenin ne olduğunu bilmiyor olsanız da orada neler olduğunu biliyorsunuz. Bu duruma benzer, çok varoluşsal bir şey.
- Seramik ve porselen kullanıyor ve yaratımlarınızla malzemenin sınırlarını maksimuma zorluyorsunuz. Bunun yanında, seramikle çalıştığınız için sanat dünyasında bazı zorluklar yaşıyorsunuz. Sanat dünyasının talepleri nelerdi? Sizin seramik konusunda ısrarcı olmanızın anlamı nedir?
M.B.: Letonya sanat dünyasında hiyerarşiler var. Güzel sanatlar alanında da seramik gerçekten geri planda kalıyor. Bence bunun nedeni ülkede çok güçlü bir fabrika geleneğinin olması. Yaptığımız şeyleri seramik fabrikalarıyla ilişkilendirip önemsizleştiriyorlar. Bu fabrikalar tüm sanat akademilerinin en iyi öğrencilerini doğrudan fabrikalara aldılar. En iyi sanatçılar işleri tasarlıyorlardı, işleri boyuyorlardı, yerleştiriyorlardı. Ancak 1800'lü yıllarda Paris'teki büyük salonlarda, büyük porselen eserler, tabloların ve heykellerin hemen yanında sergilenirdi. Bu kadar büyük bir bölünme yoktu ve hiyerarşi henüz oluşmamıştı.
Sanırım olan şuydu; nihayet kadınların sanat akademilerine gitmelerine izin verildiğinde kadınlar el sanatları yapmaya teşvik edildiler. Tekstil, seramik gibi. İşte bu dönemde akademiler katı bir çizgi oluşturdular ve zanaatla uğraşan tüm kadınları bir kenara bırakıp bunun o kadar da önemli olmamasını istediler. Bu gerçek sanat değil, anıtsal resim değil ve hiçbir kadının sanat akademisine anıtsal resim eğitimi almasına veya büyük, devasa bronz gibi çalışmalar yapmasına izin vermeyeceğiz gibi bir şey oldu. Kadınlar tekstil işleri yapacaklar; bardak ve tabak yapabilecekler. Erkeklerin “çok önemli” sanatlarıyla kadınların “önemsiz” zanaatları arasında bu dev çizgiyi çizmek, erkeklerin sanattaki köklü yerlere tutunmalarının bir yoluydu. Erkekler gerçek sanatçılardı ve kadınlar köşede el sanatlarıyla uğraşıyorlardı. Eski hikayenin devamı..
Biz Letonya'da, aslında yıllardır bir nevi kara listedeyiz. Sansürlendik ve gerçekten dikkate alınmadık; sadece porselen üzerinde çalıştığımız için değil, aynı zamanda bir çift olduğumuz için. Yani çifte tehlike gibiydik. Letonya'da lezbiyenlik diye bir şey yok. Kadınlar gerçek değil, kadınlar bir arada değil. Buralara gelmiş olmamız gerçekten bir mucize ama aynı zamanda çok büyük bir skandaldı. Bugünlere gelmek gerçekten zordu çünkü herkes bize saldırıyordu.
- Hangi işleriniz, ne gibi gerekçelerle sansürlendi?
M.B.: Putin, Kırım'ı işgal ettikten hemen sonra bir vazonun üzerine onun dev yüzünü yaptık. Vazonun bir tarafında Büyük Catherine, diğer tarafta Putin var. Bu sergide, önemli bir ulusal müze olan Riga Bourse Müzesi'nin sahip olduğu koleksiyonla bir diyalog yaratmak istedik ve bu diyaloğu nasıl başlatmak istediğimizi göstermek için Putin vazosunu kullandık. Önce evet dediler. Sonra müze müdürü, Putin ve Büyük Catherine'in olduğu eseri göstermemize izin vermedi ve sergiyi sansürledi. En başta sergiye 15 işimizi koyacaktık, günün sonunda sekiz ya da yedisini gösterebildik. Gerçekten acı vericiydi çünkü gösteriyi mahvettiler.
Ardından Riga Porselen Müzesi'nin Litvanya'daki sergisine katılmak isteyip istemediğimiz soruldu. Biz de dedik ki, harika, Putin vazosunu koymak istiyoruz çünkü onu ulusal müzedeki sergimizde gösteremedik. Onlar da hayır dediler.
I.S.: İlk önce tamam dediler.
M.B.: Sonra da hayır bunu gösteremeyiz dediler. Çünkü bunun Litvanya'da bir skandala yol açabileceğinden endişeleniyorlardı. Baltık'ta Putin ve onun Kırım'daki ihlallerine ilişkin korku düzeyi alışılmışın dışında, herkes Putin’in Baltıkları işgal edeceğinden ölesiye korkuyor.
- Peki hâlâ Letonya sanat ortamından dışlandığınızı düşünüyor musunuz?
M.B.: Bir dereceye kadar evet. Mesela şu anda ulusal müzedeki ilk feminist sergide de çalışmalarımız var. Ama sanki biz orada bile değiliz. Hiçbir yerinde yok gibiyiz. Her yerde taşralılık var ama bu sergi daha çok, ülkede en sevilen kızların kim olduğu bir popülerlik yarışmasına benziyor. Bu biraz sevimsiz çünkü bu yaklaşımı benimsememiş olsalardı sergi daha güçlü olabilirdi. Ama Inguna sergi hakkında böyle konuşmamam gerektiğini çünkü başımızın derde gireceğini söylüyor. Bu da onun bir parçası. Hiçbir şey söylememen gerekiyor: Geçin, geçinin. Ama bunu da pek iyi yapmıyoruz. En azından ben yapmıyorum.
- Letonya sanatında 1965-2023 yılları arasında feminist bakış açışıyla üretilen işlerin yer aldığı bu sergi hakkında ne düşünüyorsunuz?
M.B.: Sanırım bu bir başlangıç ama biraz geç. 70 yıl geriden geliyoruz.
I.S.: Ama geç olması hiç olmamasından iyidir.
M.B.: Çok, çok, çok geç olması, hiç olmamasından iyidir sanırım. Ama yine de bebek adımları gibi.
Letonyalılar, 50 yıl Sovyetler Birliği'nin parçası oldukları için, kadın ve erkeğin eşit olduğu çorbasını yediler ve yuttular. Gerçekteyse öyle değillerdi. Herkes iyi işçiydi ama yine de kadınlar hâlâ erkeklerden daha az maaş alıyordu ve hâlâ erkeklerden daha fazla iş yapıyordu. Kadınlar işten çıktıktan sonra eve gitmek, kocalarının karnını doyurmak ve çocuklarına bakmak zorundaydılar. Kadınlara erkeklerle eşit oldukları söylendi ama hiç de eşit değillerdi.
- Doğu Avrupa'daki LGBTİ+lar hem hukuk sisteminde hem de kişisel günlük yaşamlarında hak ihlalleriyle karşı karşıya olduğuna göre, orada birlikte yaşayan ve üreten eşcinsel bir çift olarak bu baskı ortamını nasıl deneyimliyorsunuz?
M.B.: Birlikte olduğumuzu öğrendiklerinde insanların saldırısına uğradığımız durumlarla karşılaştık. Bu bizim için ortak bir deneyim gibi. Geçmişte dayak yedik. Dans ettiğimiz için güvenlik görevlisi tarafından dövüldük, toplum içinde birbirimizi öptüğümüz için dövüldük. O yüzden artık bunu yapmıyoruz. Tehlikeli olduğunu söylemek istiyorum.
New York'a gittiğimizde evlenmeyi planlıyoruz. Dün evrak işlerimizi tamamladık. Evlendiğimiz zaman, resmi olarak isimlerimizi değiştireceğiz ve ikimiz de Skuja Braden'ı alacağız. Bunu yaptıktan sonra iş değişecek çünkü iki gerçek isim olacak. Gerçekdışılığın gerçekliğe dönüşeceği bu anı merak ediyorum çünkü bir hayli tuhaf görünüyor.
Sonra Letonya'ya geri döneceğiz ve yasal evliliğimizi tanımayı reddettiği için hükümete dava açacağız. Burada her türlü ayrımcılığa maruz kaldık. Toplu dava açan çok sayıda avukat lezbiyen arkadaşımız var. Letonya'da bir şeylerin değişmesinin nedeni bunlarla mahkemelerde mücadele eden lezbiyen avukatlar. Bunu mümkün kılan kadınlar sayesinde bir LGBT topluluğumuz ve onur ayı etkinliklerimiz var.
I.S.: Temelde her şey senin içinde. Eğer kendini iyi hissediyorsan, o zaman tüm bu karmaşayı görmezsin.
M.B.: (Inguna için) Kimsenin kötü hissetmesini istemiyor, özellikle de bizim.
- LGBTİ+ topluluğundan bahis açılmışken, Türkiye’deki ilk serginiz olan Root Karaköy’deki Open Closet/Açık Kabine’nin açılışı İstanbul Onur Haftası'nda gerçekleşti. Bunun bilinçli bir karar olduğunu varsayıyorum. Öte yandan, Türkiye'de LGBTİ+ hakları ve topluluğu saldırı altında. Buraya gelmeden önce bu serginin Türkiye'de yapılması konusunda tereddütleriniz, soru işaretleriniz var mıydı?
M.B.: Hemen evet dememin nedenlerinden biri de buydu, çünkü Türkiye’deki LGBT topluluğuyla dayanışma göstermeliydik. Seçimlerden önce, diktatörünüzün devrileceğini ve sokaklarda büyük bir partinin olacağını umuyordum. Ama ne yazık ki bu olmadı.
Türkiye adına üzgünüz. Kısa bir süre önce Zagreb'den bir kadınla konuştum, oradaki LGBT topluluğunda neler olduğunu anlatıyordu ve Türkiye'deki deneyimlerimiz hakkında Zagreb’deki LGBT topluluğuna konuşmamızı istedi.
Her ne kadar işler umduğumuz gibi gitmese de, Türkiye’ye gelmemizin anlamlı ve önemli olduğunu düşünüyorum ve bunun bir nedeni olacağını düşünüyorum. Henüz bu nedenin ne olduğunu bilmiyoruz, ancak sonunda her şey yoluna girecek.
- İstanbul'da kaldığınız süre boyunca Türkiye'deki LGBTİ+ topluluğundan sanatçılarla konuşabildiniz mi? İstanbul sanat ortamının Onur Ayı'na tepkisi hakkındaki izlenimleriniz nelerdi? Herhangi bir desteğin varlığına tanıklık ettiniz mi?
P.G.: Venedik Bienali öncesinde Türkiye'deki LGBTİ topluluğunun başına gelenler beni çok üzmüştü. Kelimenin tam anlamıyla kalbimi kıran şey, eşcinsel karşıtı yürüyüşçülerdi. LGBTİ topluluğunun görüldüğünü hissedebilmesine alan yaratmak için ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Skuja Braden'in çalışmalarını gördüğümde onların eşcinsel bir çift olduğunu bilmiyordum. Gözleri gördüm, erotik imgeleri gördüm, oradaki bütün işlerini gördüm.
Sonra Skuja Braden hakkında okuduğumda, bir yıldır aradığım oluşumun bu olduğunu düşündüm. Melissa ve Inguna’ya sergilerini Onur Haftası’nda yapmak istediğimi söyledim. Ve tüm yıl boyunca sergiyi planlarken, Onur Yürüyüşü'nün bir parçası olabileceğimizi umuyorduk. Maalesef öyle olmadı.
Ama Boysan’ın Evi’yle iletişime geçtik. Inguna ve Melissa orada bir atölye çalışması yaptı. Atölyenin adı Pop Porno’ydu. Boysan’ın Evi’nde yaptığımız atölyede Boysan’ın annesi Sema Yakar da oradaydı. İstanbul'da yaşayan ve herkes için daha iyi bir geleceğe doğru ilerlemek isteyen olağanüstü insanlarla tanıştık. Melissa ve Inguna erotik konulara odaklandılar. Lezbiyen ve gey aşkını kutlayan eski çalışmalarının çoğunu sergilediler. Eşcinsel aşkı tasvir eden, şu ya da bu anlamda müstehcen ya da canavarca olmayan çok fazla görüntü yok. Erdoğan'ın Türkiye'de LGBT bireylerin yaşamadığına dair açıklamalarının ardından LGBT topluluğunun saklandığı ve hayatlarından korktuğu göz önüne alındığında, yapılan pop-up bir sunum oldu.
Atölye kapsamında Melissa ve Inguna’nın porselen tabağa Boysan’ın portesini çizdiği işi, Boysan'ın Evi’ne hediye ettik. Ama yine de, Onur Haftası boyunca LGBTİ topluluğunun yaşadığı baskıyı çok hissettik. Korkmadım ancak belki orada olmadığım için, sanki orada yaşasaydım farklı olurdu. Belki biraz tereddüt ederdim.
M.B.: Onur Yürüyüşü günü, her yerdeki silahlı polis sayısının gerçekten korkutucu olduğunu düşündüm. Karaköy'deydik ve her türlü portatif siren ve çığlıkları duyduk. Daha sonra insanların sokaklarda dövüldüğünü ve gözaltına alındığını öğrendik.
Hamdi Basman ile tanışmak harikaydı çünkü ona birçok soru sorabildim. Bana İstanbul'daki gey topluluğunun tarihi hakkında pek çok şey anlattı. Kendisi çok bilgili ve çok tatlı.
Özel bir müze olan Pera Müzesi'ne gittiğimde LGBT dostu olduklarını gördüm. İstanbul'da hak mücadelesi veren LGBT topluluğunun görüntülerinin yer aldığı bir sergi vardı. Özel bir müzenin bunu yapmasının harika olduğunu düşündüm. LGBT topluluğuyla dayanışma içinde olduklarını gösteriyor. Ve muhtemelen birçok özel kuruluş ve özel kişi, iktidarın politikalarıyla aynı fikirde değil.
Letonya'da kazara ne oluyor biliyor musunuz? Demokrasi tesadüfen parlamentoda işe yaradı ve artık Avrupa'nın en homofobik ülkelerinden biri olan Letonya’nın ilk eşcinsel Cumhurbaşkanı var. Şu an ülkede devasa bir referandum hazırlığı var. Cumhurbaşkanı'nın parlamentoya katılımla değil, halk oylamasıyla seçilmesini sağlayacak bir değişiklik yapmak için imza toplamaya başladılar.
I.S.: Bir dahakine cumhurbaşkanını parlamentonun değil, halkın seçmesini istiyorlar.
M.B.: Letonya son derece homofobik olduğundan, eğer insanlara fırsat verilmiş olsaydı bunun asla gerçekleşmeyeceğini biliyorlar.
- Aslında Korona Vazosu işinizi de sormak istiyorum çünkü onun da üstünde Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan var.
M.B.: Erdoğan var. Viktor Orban, İdriss Deby, Kim Jong Un, Vladimir Putin, Beşar Esad, Ömer El Beşir, Xi Jinping ve Donald Trump var.
I.S.: Bütün kötü olanlar.
M.B.: Pandemi nedeniyle o zamanki sergimiz açıldığı gün kapılarını kapamak durumunda kaldı. Sergi üzerinde üç yıldır çalıştığımız için bu çok kötü oldu. Inguna'ya dedim ki, fırsatımız varken hemen bir korona vazosu yapalım!
Aslında korona, taç anlamına geliyor. Vazonun üstünde bir taç var. Sergi iki ay kapalı kaldığında bu işi yaptık ve sergi kapılarını yeniden açtığında işi sergiye ekledik. Pandemiyi atlatmak korkunçtu ancak bu diktatörlerin dünyaya verdiği zarar da aynı kapsamda çünkü milyonlarca insanın acılarından sorumlular.
Onları bir çeşit virüs olarak görüyorum, gerçekten kötü bir virüs. Politikalarıyla ve açgözlülükleriyle dünyanın her yerinde korkunç hasara neden oluyorlar. Sırf güç istedikleri için oradalar, insanlara ve çevreye nasıl zarar verdiklerini umursamıyorlar.
Bunu Türkiye'nin güneyinde meydana gelen depremlerde de gördük. Bina mevzuatındaki kısıtlamaların kaldırılması ve güvenli olmayan binaların ortaya çıkmasıyla Erdoğan ve tüm iş arkadaşlarının nasıl bağlantılı olduğunu. Bunun hakkında konuşan, şunu yapamazsınız, yoksa binalar insanların başlarına çökecek ve herkesi öldürecek diyen insanlar vardı, susturuldular. Tüm bunlar açgözlülük. Arkasında yatan muazzam acılar var. Sadece tepedeki birkaç kişi zenginleşsin diye.
- Ben de diktatörlere bireysel virüsler dediğinizi okuduğum için vazoyu sormak istemiştim.
M.B.: Şu anda Paris Basel'e gidecek başka bir vazomuz var. Buna yüzde 1'lik Vazo dedik. Koch Kardeşler, Betsy DeVos gibi dünyaya zarar veren oligarklar, onun silah satıcısı erkek kardeşi ve bazı Suudi Arabistan oligarkları da var. Facebook'u icat eden adamı da koyduk.
- Eat The Rich!/Zenginleri Ye! akımı gibi..
M.B.: İlla zenginleri yemek olmasa da konuyu gündeme getirmek ve gündemde kalmasını sağlamak. Çünkü bu kadar parayı aklımıza bile sığdıramayız. Hiç kimsenin, gezegendeki diğer tüm insanlar pahasına bu kadar zenginliğe sahip olmasına izin verilmemeli. Çünkü bir milyon saniyeyi günlere dağıtsanız 11 buçuk gün, bir milyar saniye de 33 buçuk yıl eder. Bu ikisini karşılaştıramayız bile. Zihnimiz, bırakın birden fazla milyarı, bir milyarın neye benzediğini ve neden herhangi bir kişinin bu tür bir güce sahip olması gerektiğini bile anlamıyor. Sonra hepsi bir araya geliyor, toplantılar yapıyor, dünyayı nasıl parçalayacaklarına ve bundan sonra ne yapacaklarına karar veriyorlar. Ve bu çılgınlık. Gücün arkasındaki güç gibi.
- Open Closet/Açık Kabine serginizle ilgili bir soru daha sormak istiyorum. “Closet” Türkçe’de dolap anlamına geliyor. Bir de LGBTİ+ların dolaptan çıkması, LGBTİ+ olarak açılması anlamına da gelen bir deyim. İstanbul’daki sergide 38 eseriniz var ama kimin dolabı açıldı? Açılan bu dolapta neler var, neler oluyor?
P.G.: Diğer yandan serginin ismindeki kabine kelimesinin de çift anlamı var. Kabineden daha fazla açıklık beklendiğine dair parlamentoya bir mesaj gönderiyoruz. Yani hem insanlar saklanmasın ortaya çıksın hem de politika açılsın, daha şeffaf ve hoşgörülü bir ortam olsun çağrısı.
M.B.: Ayrıca Open Closet'in gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum çünkü Amerika'da homofobinin yaygın olduğu, insanların evlenmesinin yasa dışı olduğu ve insanların sokaklarda dövüldüğü bir dönemde yaşadım. 1988'de San Francisco'da sokaklarda yürüdüğüm için dayak yedim. Pek çok anım var ve insanların dolaptan çıkıp konuştuklarını, orada olduklarını ve "Buradayız!" dediklerini de gördüm. Birileri kendini iyi hissetsin diye ortadan kaybolmayacağız. Yavaş yavaş işler değişmeye başladı. Bu bana Letonya'da da işlerin değişebileceğine dair umut veriyor.
Dolaptan çıkmak ve açılmak, işlerin değiştiği o andaki bir adımdır çünkü insanlar artık saklanmıyor. Erdoğan'ın Türkiye’deki LGBT topluluğunun yapmasını istediği şey de bu: Herkesin dolaba girmesini, çenesini kapatmasını, sessiz olmasını ve eşcinsel değilmiş gibi davranmasını istiyor.
Aynı şey çocuklar için de geçerli. Çocuklar istismara uğrarken, birileri onlara kötü şeyler yaparken, çocukların susmasını ve dolaba gitmesini istiyorlar. Çocuğa, sana ne yaptığımızı kimseye söyleme ve sessiz ol, diyorlar. Çocukların başlarına bir şey geldiğinde sessiz kalmalarını istemezsiniz. Gey ve lezbiyenlerin başlarına bir şey geldiğinde de sessiz kalmalarını istemezsiniz. Yani dolaptan çıkmanın ve açılmanın asıl nedeni bu: Kendin olmak. Erdoğan’ın kendisi olmakla hiçbir sorunu yok.
Geçenlerde Irak'tan harika bir sanatçıyla konuştum. Irak'ın gençken nasıl olduğunu, nasıl açık ve özgür olduğunu, sonra kökten dincilikle nasıl daha da kötüleştiğini, kendisinin ve tüm kız arkadaşlarının sahip oldukları özgürlüğün nasıl sadece evlere sıkıştığını anlatıyordu. Evde topuklu ayakkabılarını giyiyorlar, makyaj yapıyorlar, saçlarını yapıyorlar ve dolaşıyorlar ama dışarı çıkmak için bir nevi dolaba girmek zorunda kalıyorlar. Bu delilik.
P.G.: Sergide insanların yalnızca kendileri olabileceği bir alan yaratmayı da umuyoruz. Dolaptan çıkmaktan ve açılmaktan çekinmeyin, diyoruz.
- Open Closet/Açık Kabine serginizi ziyaret etmeyi planlayan kişilere söylemek istediğiniz bir şey var mı?
I.S.: Sergiye gittiğinizde yapacağınız ilk şey açık olmak olsun. Gördüğünüzü yargılamayın, ne olduğuna bakın ve daha sonra kararınızı verin.
- Açık Kabine’ye açık olun.
P.G.: Sergide o kadar çok ayrıntı var ki, herkesi derinlemesine bakmaya teşvik etmek istiyorum. Detayları gözden kaçırmak çok kolay. O yüzden evet, Açık Kabine’ye açık olun.
M.B.: Türkiye'yi, İstanbul'u ve buradaki insanları seviyoruz. Başınızda bir diktatör olduğu için üzülüyorum. Sergi hakkında yeterince konuştuk mu emin değilim ama şu anda dünyada olup biten her şeyin aslında sergideki işlerin içinde olduğunu düşünüyorum.
*Skuja Braden’in Pınar Goodstone küratörlüğündeki Open Closet/Açık Kabine sergisini Culture Capital Foundation of Latvia ve Root Hotels destekliyor. |
© Tüm hakları saklıdır.