21 Şubat 2017 01:14
Prof. Kemal Gözler*
Hükûmet sistemimizi baştan sona değiştiren, Anayasamızın toplam 69 maddesini etkileyen çok önemli bir Anayasa Değişikliği Teklifi referanduma sunuldu. 16 Nisan’da oylanacak.
Herkes konuşuyor. Tek konuşmayanlar anayasa hukukçuları!
“Topçular” ve “popçular” konuşuyor; anayasacılar susuyor!
Herkesin konuştuğu bir konuda asıl konuşması gerekenler neden susuyor?
Bir zamanlar, televizyonlara haber spikerleri kadar çok çıkan meslektaşlarımız vardı. Şimdi neredeler?
Bir zamanlar vesayete karşı savaş açan, demokrasi, insan hakları gibi kavramları dilinden düşürmeyen meslektaşlarımız vardı. Şimdi neredeler?
Anayasa hukukçuları neden susuyor?
Anayasa hukukçuları susuyor; çünkü korkuyorlar.
İyi, güzel de anayasa hukukçuları neden korkuyor?
Bu korku sebepsiz bir korku mu? Bu korku bir vehim mi? Hayır değil. Bu gerçekçi bir korku. Anayasacılar korkuyor; çünkü işsiz kalmak, disiplin soruşturmasına maruz bırakılmak, gözaltına alınmak veya tutuklanmak riskiyle karşı karşıyalar.
Daha iki hafta önce 7 Şubat 2017 tarihli Resmî Gazetede yayınlanan 686 sayılı Olağanüstü Hal KHK’siyle dört anayasacı (Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Doç. Dr. Murat Sevinç, Yard. Doç. Dr. İlker Gökhan Şen ve Dr. Dinçer Demirkent) kamu görevinden çıkarılmadı mı?
İbrahim Kaboğlu, ülkemizin en büyük hukuk fakültelerinden biri olan Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığını yapan 67 yaşında kıdemli bir anayasa hukuku profesörüydü. Kaboğlu, yurt dışında da tanınan ender Türk anayasa hukukçularından biridir. Kendisi geçmişte –Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde– Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlığı görevinde de bulunmuştu. Profesör Kaboğlu, 686 sayılı Olağanüstü Hal KHK’siyle “terör örgütlerine… üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı” [1] olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarıldı ve pasaportuna el konuldu. Profesör Kaboğlu’nun başına bu geldikten sonra Türkiye’de hangi anayasa hukukçusu kendini güvende hissedebilir?
En kıdemli anayasa hukukçularından birinin işten atıldığı bir ülkede, kadro bekleyen yardımcı doçent veya doçent nasıl konuşsun? Küçük çocukları olan 30’lu yaşlarında bir yardımcı doçent nasıl olup da işsiz kalmayı göze alsın? Evinin taksitini ödemeye çalışan 40’lı yaşlarında bir doçent nasıl olup da konuşma cesaretini bulsun?
Bir kısım akademisyenler de düzmece disiplin soruşturmalarıyla korkutuluyor. Hakkında disiplin soruşturması açılan akademisyen, artık enerjisini savunma hazırlamaya harcıyor. Yaşadığı moral bozukluğu ve zihin dağınıklığı ise işin ekstrası. İdare bu soruşturmalarda sadece hukuk değil, aynı zamanda insaf ve vicdan sınırlarını da zorluyor. Onlarca ve belki de yüzlerce örnekten tek bir örnek: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden bir meslektaşımız hakkında beş ayda beş adet disiplin soruşturması açılmıştır [2]. Bu tür disiplin soruşturmalarının, hakkında disiplin soruşturması açılan akademisyenleri ne kadar korkuttuğu bilinemez; ama aynı üniversitede görev yapan diğer akademisyenleri derin bir sessizlik içine düşürdüğü kesindir.
Dahası insanlar sadece işini kaybetmekten ve haklarında disiplin soruşturması açılmasından değil, gözaltına alınmaktan, telefonlarının dinlenmesinden, evlerinin aranmasından, tutuklanmaktan da korkuyorlar. Bu korku da bir vehim değil; gerçekçi bir korku. Düşüncelerini açıkladı diye pek çok akademisyen gözaltına alınmadı mı? Tutuklanmadı mı? Şüphesiz, Hükûmetimiz, ülkemizde tam bir ifade hürriyetinin olduğunu, kimsenin düşüncelerinden dolayı hapiste olmadığını söylüyor. Ne var ki, bu söyleme Hükûmeti destekleyenlerin dışında kimse inanmıyor. Vakıa şu ki, bir ülkede ifade hürriyetinin olup olmadığının ölçüsü hapiste bulunan kişi sayısı değildir. Bin öğretim üyesi olan bir üniversitede sadece bir öğretim üyesinin bile gözaltına alınması veya tutuklanması, geri kalan 999 öğretim üyesini korkutmaya ve susturmaya yeter.
Montesquieu’nün bundan 268 sene önce söylediği gibi, hürriyet, bir “zihin ferahlığı”dır. Montesquieu aynen şöyle diyor:
“Bir vatandaş için siyasî hürriyet, herkesin, kendisini güvenlik içinde saymasından doğan zihin ferahlığıdır ve bu hürriyetin var olabilmesi için hiçbir vatandaşın bir diğerinden korkmayacağı bir hükûmet bulunmalıdır” [3].
Hükûmet, istediği kadar Türkiye’de ifade hürriyetinin olduğunu söylesin. Türkiye’de bugün Hükûmet gibi düşünmeyen insanların “kendisini güvenlik içinde saymasından doğan zihin ferahlığı” yoktur. İşte bu “zihin ferahlığı” olmadığı için anayasacılar, konuşmaya cesaret edemiyorlar. Bu zihin ferahlığının olmamasının sebebi ise, yukarıda açıklamaya çalıştığım “korku”dur.
İşte bu korku yüzünden kimse kendini güvenlik içinde hissetmiyor. İşte bu korku, zihin ferahlığını yok ediyor; zihin ferahlığının olmaması da hürriyeti tahrip ediyor.
Yukarıda açıklandığı gibi bu korku bir vehim değil, gerçekçi bir korkudur.
Korkmak ayıp bir şey değildir. Korku insanî bir duygudur. Kimsenin cesaret göstermek gibi bir ahlâkî ödevi yoktur. Ahlâken kınanabilir olan şey korkmak değil, korkutmaktır.
* * *
Korku, ülkenin akademik ve entelektüel hayatını zehirliyor. Herkes kendi gölgesinden korkar hâle geldi. Bilim adamları kendi yazdıklarından korkuyor. Yazarlar kendi yazdıklarını kendileri sansürlüyor. Yazması gereken kişiler, korku yüzünden, ya hiçbir şey yazmıyor, ya da söyleyeceklerini üstü örtülü bir şekilde, pek çok yanı çıkarılmış, sansürlenmiş olarak yayınlıyorlar. Artık insanlar, iktidarı eleştiren, kendi düşünceleri samimî bir şekilde dile getiren bir iki cümleyi Facebook’ta veya Twitter’da yazmaktan bile korkuyorlar.
Şüphesiz ki anayasa hukukçularının önemli bir kısmının korkması ve susuyor olması, onların Anayasa Değişikliği Teklifini destekledikleri anlamına gelmez. Keza pek çok anayasacı, güvendikleri ortamlarda, arkadaş çevrelerinde Anayasa Değişikliği Teklifini şiddetli bir şekilde eleştiriyorlar. Ancak bu eleştirileri kamuoyu önünde açıkça dile getirmekten korkuyorlar; kendilerini gizliyorlar. İnsanların korktukları ve kendilerini gizledikleri bir yerde medenî bir tartışma yapılamayacağı ve doğrunun da bulunamayacağı açıktır.
Korkunun olduğu yerde ifade hürriyeti olmaz; ifade hürriyetinin olmadığı yerde ise tartışma olmaz; tartışmanın olmadığı yerde ise hakikat ortaya çıkamaz. Eskilerin dediği gibi “barika-i hakikat müsademe-i efkardan çıkar”. Müsademe-i efkar ise hürriyeti gerektirir.
16 Nisan halkoylamasında oylanacak olan Anayasa Değişikliği Teklifi hakkında kamuoyu önünde anayasacılar arasında yapılan bir “tartışma” yok. Görebildiğim kadarıyla “Evet” tezini savunan birkaç meslektaşımızın dışında, anayasacıların ezici çoğunluğu susuyor. “Evet” tezini savunan birkaç meslektaşımızdan bir ikisi de “menfaat çatışması” içindeler. Çünkü aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlığı yapıyorlar. Söylediklerini sırf bu sebepten dolayı bile tereddütle karşılamak gerekir.
Türkiye’de Anayasa Değişikliği Teklifini tartışan, buna açıkça karşı çıkan hiç mi anayasacı yok? Şüphesiz ki, az da olsa var [4]. Örneğin Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Doç. Dr. Murat Sevinç böyleydi. Profesör Kaboğlu geçtiğimiz aylarda BirGün gazetesinde ve kendi internet sitesinde Anayasa Değişikliği Teklifi aleyhine onlarca yazı yayınladı [5]. Doçent Sevinç, üniversiteden ihraç edilmeden önceki bir ay içinde Diken’de Anayasa Değişikliği Teklifi aleyhine pek çok makale yazdı [6]. Ne oldu? Üniversiteden atıldılar!
Buna rağmen, tüm riskleri üzerine alarak hâlâ konuşan meslektaşlarımız var [7]. Ne var ki, sayıları az; sesleri de cılız çıkıyor. Cılız çıkmasının birinci nedeni onların söylediklerine büyük medyanın ilgi göstermemesidir. Onların yazılarını ancak, Cumhuriyet gazetesinden ve T24, Diken, Bianet, Gazete Duvar, OdaTV gibi internet sitelerinden okuyabiliyoruz. Seslerinin cılız çıkmasının ikinci nedeni ise yazıların otosansürden geçmeleri. Otosansürden geçen yazının kaçınılmaz olarak etkileme gücü düşük oluyor.
Konuşanlardan bir kısmı da, kendilerine neden sustun denilmesin diye, twitter’da bilmem kaç harften oluşan bir iki ihtiyatlı cümleyle görüşlerini paylaşıyorlar. Twitter ile anayasa hukukçuluğu olmaz!
* * *
Doğruyu söylemek gerekirse Türk anayasa hukukçusu olan bizlerin önemli bir kısmı bugün adeta “anayasa hukukçusu” olmaktan pişman. Zaman zaman ben, anayasa hukukçusu olmak yerine keşke Roma hukukçusu olsaydım [8]; keşke Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını incelemek yerine Codex Justinianus’u inceliyor; keşke Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini incelemek yerine İmparator Justinianus’un görev ve yetkilerini inceliyor olsaydım diye düşünüyorum.
Marie Curie gibi istisnaî örnekler dışında, herhalde çalıştığı konunun bir bilim insanına, anayasa hukukunun anayasa hukukçusuna verdiği zarar kadar, zarar verdiğine pek şahit olunmamıştır. Bu memlekette anayasa hukukçusu olmak, bomba imha uzmanı olmak kadar tehlikeli bir meslek.
Bugün Türk üniversitelerinde anayasa hukukçularının önemli bir kısmı için hukuk güvenliği yok. Böyle bir ortamda, anayasa hukukçularının önemli bir kısmının yaptıkları şey, bilimsel araştırma yapmak, kitap ve makale yazmak değil, ayakta kalmaya çalışmaktan ibaret! Saçak altına saklanıp dolunun geçmesini bekleyen kişiler gibi, bu dönemin bitmesini bekliyorlar. Bu dönemi ayakta kalarak kim atlatırsa başarı sağlamış olacak! Bir zamanlar televizyonda “Ben Claudius” isimli Roma İmparatoru Claudius’un hayatını anlatan bir dizi vardı. Claudius’un dönemi entrika dönemi. İmparatorların çoğu öldürülerek gidiyor. Claudius’un ailesinden de pek çok kişi öldürülmüş. Senatörler Claudius’u başarısız olmakla suçladıklarında, Claudius, senatörlere “orta yaşlarıma geldim ve hâlâ hayattayım, bu başarı değil mi” diye soruyor. Öyle görünüyor ki, bu günler bitmez ise, Türkiye’de, üniversiteden atılmadan 50’li yaşlarını görebilecek çok az anayasa hukukçusu kalacak.
* * *
Türk anayasa hukuku doktrini bugün hak etmediği bir yerde bulunuyor. Tarihte hiçbir zaman Türk anayasa hukuku doktrinine bugünkü gibi bir korku atmosferi hâkim olamamıştır. Türk anayasa hukuku doktrini, bugün içinde bulunduğu bu durumu kesinlikle hak etmiyor. Türk anayasa hukuku doktrini, bir Anayasa Değişikliği Teklifi konusunda böylesine sefil bir sessizlik içinde bulunmayı hak etmiyor. Ebediyete intikal etmiş seleflerimiz, bugün bizi görseydiler, herhalde ellerine sopa alıp, bizi kürsülerinden kovarlardı.
Türk anayasa hukuku doktrininin aramızdan ayrılmış cesur üyelerinin ruhları gelip, bu doktrinin onurunu kurtarmayacağına göre bunu bizim yapmamız gerekiyor.
Bunu yapabiliriz. Bu açıdan doktrinin profesör unvanlı üyelerine çok şey düşüyor. Artık konuşmalıyız! Geriye kaç yıl ömrümüz kaldı? Kaybetmekten korktuğumuz şey nedir?
Bugün konuşalım. Yarın çok geç olabilir!
Tüm buna rağmen konuşmayan meslektaşlarıma hedef gözeterek doğrudan doğruya bir şey deme hakkımı kendimde görmüyorum. İçlerinde yaşı ilerlemiş veya sağlık sorunları olan hocalarımız var. Ama emekli olmasına rağmen hâlâ aktif olarak çalışan ve hatta genç meslektaşlarını kıskandıracak derecede vakıf üniversitelerinde bilmem kaç saat ders veren hocalarımız da var. Keza konuşmayan kitle içinde, korktuğu için değil, tarafsız kalma prensibi gereği susan meslektaşlarımız da olabilir. Kendilerini saygıyla karşılamak gerekir. Ama geçmişte susma prensibi olmayan, her siyasî konuda pek çok beyanat vermiş pek çok meslektaşımız var. Bunların bugün prensip gereği sustukları düşüncesi bana inandırıcı gelmiyor.
* * *
Türk anayasa hukuku doktrininin çok sınırlı sayıda mensubu vardır. Herkes birbirini az çok bilir. Vakıa şu ki, bu doktrinin ezici çoğunluğu Türkiye için başkanlık sistemine karşıdır. Ama bugün bunların bir kısmı bunu açıkça söylemeye cesaret edemedikleri için susuyorlar. Başkanlık sistemine taraftar olanlar ise (geçmişte ve bugün azınlıkta olsalar da) bugün konuşuyorlar; hatta baş tacı edilmiş durumdalar. Haliyle onların korkmasını gerektirecek bir şey yok. Onların ifade hürriyetleri “tam”! Ne var ki sayıları üçü beşi geçmiyor.
Eğer bugün Türkiye’de bütün anayasa hukukçuları konuşabilmiş olsaydı, anayasa hukukçularının ezici çoğunluğunun, geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisiyle işbirliği yapmış olanların önemli bir kısmı da dahil olmak üzere, 16 Nisan 2017 tarihinde referanduma sunulan Anayasa Değişikliği Teklifiyle önerilen hükûmet sistemine karşı olduklarını hep birlikte görmüş olacaktık.
* * *
Belki yukarıdaki görüşlerime karşı olarak konuyu benim abarttığımı, zaten şimdiye kadar az da olsa anayasacıların konuştuklarını, Anayasa Değişikliği Kanununun halkoylamasına daha yeni sunulduğunu ve önümüzde halkoylaması kadar daha iki aya yakın bir sürenin olduğunu, anayasa hukukçularının görüşlerini özgürce önümüzdeki haftalarda dile getireceklerini söyleyenler olacaktır. Doğrudur; Anayasa Değişikliği Kanununun halkoylaması sunulması kararı 11 Şubat 2017 günü Resmî Gazetede yayınlanmıştır. Ancak bu Kanun, TBMM tarafından 21 Ocak 2017 günü kabul edilmiştir. Söz konusu Değişiklik Teklifi de 10 Aralık 2016 günü TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Yani anayasa hukukçuları, Değişiklik Teklifini iki aydan uzun zamandan beri madde madde biliyorlar. Tartışmaya katılacak olanlar zaten katılmış durumdalar. Yine de ben eleştirilerimde yanılmayı ve bundan sonra 16 Nisan’a kadar anayasa hukukçuları arasında Anayasa Değişikliği Teklifi konusunda ciddi bir tartışmanın olmasını arzu ederim.
* * *
Anayasacıların büyük kısmı bugüne kadar konuşmamış olsalar da, anayasa değişikliği konusunda önüne gelen konuşuyor. En çok konuşanlar ve konuşması en çok ses getirenler de “topçular” ve “popçular”. Bunlardan başka, anayasa değişikliği konusunda televizyonlarda konuşanların çoğunluğu, anayasa hukuku alanında herhangi bir akademik unvanı olmayan, anayasa hukuku alanında doktora dahi yapmamış kişiler. Zaten “hukukçu” diye konuşturulanların önemli bir kısmı, anayasa hukukunda herhangi bir uzmanlığı olmayan sıradan avukatlar. Bir de, birden bire gökten düşer gibi, başkanlık sistemi uzmanları başımıza türedi. Bunların neredeyse hepsinin geçmişte anayasa hukuku alanında yayınlanmış tek bir kitap veya makalesi yok. Hatta bunların büyük bir çoğunluğu hukuk fakültesi mezunu bile değil.
Anayasa hukuku alanında çalışmış, bu alanda yüzlerce, binlerce sayfa yazmış, yıllarını vermiş bilim adamları ise suskunluğa mahkûm.
Anayasa değişikliği konusunda anayasacılarını susturan, topçuları ve popçuları konuşturan bir toplumun kendisi için doğru hükûmet sistemini bulmasının imkân ve ihtimali yoktur. 20 Şubat 2017. K.G.
Post Scriptum: Bu makalenin yayınlanmasını izleyen saatlerde bazı değerli meslektaşlarımdan, makalemin gerek üslûbuna, gerekse içeriğine ilişkin çok ciddi eleştiriler aldım. Görüşlerini benimle paylaşan meslektaşlarıma teşekkür ederim. Eleştirilerde pek çok haklı yan var. Bu açıdan az da olsa makaleyi revize etmeye çalıştım. Bir kısım meslektaşım da “ben susmadım, benim anayasa değişikliğine karşı yazdığım şu şu makalelerim var” diye eleştiride bulundular. Haklılar. Ben sadece şunu belirtmek isterim. Bu makalede anayasa değişikliğine karşı “konuşanlar” ve “konuşmayanlar” şeklinde bir isim listesi yoktur. Makalede isimleri zikredilen dört meslektaşımızın ismi, anayasa değişikliğine karşı konuşanlara örnek olarak değil, anayasacılar üzerinde estirilen korkuyu örneklendirmek için zikredilmiştir. Anayasa değişikliğine karşı yazı yazan anayasacılar, hâliyle bu kişilerden ibaret değildir. Diğer yandan bu dört kişi, Türkiye’de haksızlığa uğramış anayasacıların hepsi de değildir. Daha haksızlığa uğramış pek çok meslektaşımız vardır. Ancak bu dört meslektaşımızın 686 sayılı Olağanüstü Hâl KHK’siyle kamu görevinden çıkarılması, anayasacıların uğradığı haksızlığa en güncel ve en tipik örnektir. Makalemde verilen örneklere bu açıdan bakılmasını rica ediyorum. 20.2.2017, Saat 23:20. KG.
http://www.anayasa.gen.tr/gozler.htm.
[1]. Yukarıda ismi sayılan meslektaşlarımızın ihraç edildiği 686 sayılı KHK’nin 1’nci maddesinde aynen “terör örgütlerine… üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır” denmekte ve Ekli (1) sayılı listede bu dört meslektaşımızın isimi sayılmaktadır (Resmî Gazete, 7 Şubat 2017, Sayı 29972 mükerrer, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/02/20170207M1-1.htm).
[2]. Bkz.: Örnek İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun TBMM’de verdiği 1 Aralık 2016 tarih ve 7/9654 esas numaralı soru önergesinden alınmıştır. Bkz. http://www2.tbmm.gov.tr/d26/7/7-9654s.pdf .
[3]. “La liberté politique dans un citoyen est cette tranquillité d'esprit qui provient de l'opinion que chacun a de sa sûreté; et pour qu'on ait cette liberté, il faut que le gouvernement soit tel qu'un citoyen ne puisse pas craindre un autre citoyen”. Montesquieu, De l’esprit des lois, 1748, Deuxième Partie, Livre XI, Chapitre VI. Türkçe Çevirisi: Montesquieu, “İngiltere’nin Esas Teşkilatı”, (Çev. Mükbil Özyörük), Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, Cilt II, 1947, Sayı 1-2, s.75.
[4]. Burada Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Doç. Dr. Murat Sevinç’in isimlerinin zikretmemin sebebi, bu iki meslektaşımızın anayasa değişikliğine karşı çıkan tek anayasacılar olmaları değil, çok yakın geçmişte olağanüstü hâl KHK’si ile kamu görevinden çıkarılmış olmalarıdır. Yoksa son aylarda, Anayasa Değişikliği Teklifine karşı çıkmış daha pek çok meslektaşımız vardır. Burada karşı çıkanların isimlerini sayarak bir liste yapmak istemem. Çünkü bir kere yaptığım listede hata olabilir. İkinci olarak isim sayarsam, tersinden bir “konuşmayanlar listesi” oluşmuş olacak ki bunu yapmaya hakkımın olmadığını düşünüyorum.
[5]. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun yazılarına http://www.birgun.net/yazarlar/ibrahim-o-kaboglu-263.html den vehttp://ibrahimkaboglu.org/ tan ulaşılabilir.
[6]. Örnek olarak bakılabilir: Murat Sevinç, “Gündemdeki anayasa değişikliği önerisi, bir anayasa değişikliği önerisi midir?”, Diken, 27 Aralık 2016, http://www.diken.com.tr/gundemdeki-anayasa-degisikligi-onerisi-bir-anayasa-degisikligi-onerisi-midir/ ; Murat Sevinç, “Muhterem vekiller, siz benim kalan ömrümü görüşüp oya sunamazsınız…”, Diken, 9 Ocak 2017, http://www.diken.com.tr/muhterem-vekiller-siz-benim-kalan-omrumu-gorusup-oya-sunamazsiniz/ ; Murat Sevinç, “Mesele şu ki Garo Paylan o ‘ilk üç maddede’ yok”, Diken, 15 Ocak 2017,http://www.diken.com.tr/mesele-su-ki-garo-paylan-o-ilk-uc-maddede-yok/; Murat Sevinç, “Eğer anayasa değişikliği kabul edilirse ne mi olacak? Şunlar olacak…”, Diken, 18 Ocak 2017, http://www.diken.com.tr/eger-anayasa-degisikligi-kabul-edilirse-ne-mi-olacak-sunlar-olacak/.
[7]. İsim vermiyorum. Sebebi için yukarıdaki 4 nolu dipnota bakınız.
[8]. Burada Roma hukukunu küçümsemek gibi bir maksadım asla yoktur. Tersine Roma hukukuna değer veren, çalışmalarımda elimden geldiğince kullanan biriyim. Özellikle “Öğrenci Dostu Serisi”nde yayınlanan kitaplarımın imparator Jüstinianus ve Institutiones hakkında yazdığım üç sayfalık bir “Sunuş” ile başladığını burada belirtmek isterim. Örnek olarak bkz.: http://www.anayasa.gen.tr/tahg.pdf.
*Bu yazı ilk olarak 17 Şubat 2017'de anayasa.gen.tr'de yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.