01 Eylül 2020 00:00
ODTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Sencer Ayata, Türkiye’deki gençler arasında “modernlik ve laikliğin, dindarlık ve muhafazakârlığın önüne geçtiğini”, muhafazakâr alan içinde de “İslamcılık gerilerken milliyetçiliğin öne çıktığını” söylüyor. Ayata, Türkiye’de gençlerden kaynaklanan siyasi değişimi anlamak için “AKP’ye istemeye istemeye oy veren ya da artık vermeyen, vermeyecek olan muhafazakâr aile çocuklarının üzerinde durmanın” önemine işaret ediyor.
Harvard ve Oxford üniversitelerinde misafir öğretim üyesi olarak bulunan ve Türkiye’nin dünyada da bilinen toplum bilimcilerinden olan ve geçtiğimiz dönemde CHP yönetiminde görev alan Prof. Sencer Ayata, söyleşimizin dünkü bölümünde “Z kuşağı”nı Türkiye ve dünya için analiz etti, bu kuşağın ortak ve farklı özelliklerini anlattı.
Prof. Ayata, söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye’de gençliğin sosyo-ekonomik ve kültürel ölçütler açısından özelliklerini, sorunlarını, eğilimlerini, ideolojik dünyalarını, arayışlarını, güncel politikaya bakışlarını anlattı; bu veriler ışığında partilerin ‘yeni bir siyasi dil’ geliştirmelerinin önemi üzerinde durdu.
"Din gençlerin yaşamında orta ve özellikle yaşlı kuşakta görüldüğü ölçüde ağırlıklı yer tutmuyor" diyen Ayata, inançlı olmakla birlikte hayata "seküler gözle" bakanların yükseldiğine de değiniyor.
Prof. Ayata, merkeze eğitimi koymayan siyasi partilerin gençlerden uzaklaştığını vurgularken, gençlerin çoğunluğunun parti siyasetini olumsuz algıladığını belirtiyor.
Ayata, İfade özgürlünün gençler için çok önemli olduğunu dile getirirken, bu özgürlüğün dini, ırkı, toplumsal cinsiyeti, etnik aidiyeti hedef alan nefret diline dönüşmesini onaylamadığına dikkat çekiyor
Prof. Dr. Sencer Ayata’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Gençlerin en çok konuşulan özelliklerinden birisi politikaya uzak durmaları. Gerçekten öyle mi yoksa politikadan bekledikleri, hatta politika arayışları mı farklı? Yaşanılan dönem bu kuşağın politik veya apolitik olmasında rol oynuyor mu?
Önce parti üyeliğine bakalım. Toplam üye sayısının yüzde 5’i ile 10’u arasında değişiyor. Çok az. CHP’de gençlik kolları, parti yönetimlerinde gençlik kotası, kadroların gençleştirilmesi gibi uygulamalar var. Ama toplam genç üye sayısı 100 bini zor buluyor. AKP’de sayı yüksek ama üyelik esas itibarıyla üyelik iş bulma, iş görme amaçlı. Zaten üye olanların çok küçük bir bölümü aktif üye.
Bir başka önemli konu sandığa gitme, oy verme. Gerek kamuoyu yoklamaları gerekse sandık çıkışı anketleri gençlerin seçimlere katılımının düşük olduğunu gösteriyor. Nitekim anayasa referandumunda gençlerin sandığa gitme oranının Türkiye ortalamasının 10 puan altında kaldığı söylendi. Şayet gençler gitseydi hayır oyu çıkacaktı, denildi.
“Siyasete ilgisizler” demek doğru olmaz. Türkiye’de de genel olarak dünyada da alışılagelmiş siyasi parti politikalarına ilişkin ciddi bir soğukluk, hatta yabancılaşma var. Kendini bir siyasi partiye yakın hissetmeyen gençler çoğalıyor. Gençler çok sayıda toplumsal, kültürel ve siyasi kimlik sahibi oluyor. Parti kimliği bunlar arasında çok da önemli bir yer tutmuyor. Elbet partizan bir gençlik de var ama gençlerin çoğunluğu partizanlığı olumsuz algılıyor. Siyasetçinin genç ya da yaşlı olması bir anlam ifade etmiyor. Mevcut haliyle parti politikalarına, politikacı profiline güvenleri çok düşük. Arada bir iletişim, ilgi alanı, anlam açıklığı var. Ciddi bir güven eksikliği söz konusu.
Örneğin gençler siyasi tartışmaların sıradanlığından rahatsız. Siyasi parti dilini ve tarzını uzak buluyorlar. Siyasetin günlük yaşama yansımasını da olumlu görmüyorlar. Baskı, korku, kavga. Düşüncelerini ifade etmekten, korkuyorlar. Buna karşılık bazı yeni siyasi katılım biçimleri gençler arasında daha fazla ilgi görüyor. Tüketici boykotu, çevre yürüyüşü, şiddeti protesto... Sosyal medya mesajları... Bir klip, bir şarkı sözü, bir nükte... Siyasi partilerin bu yeni ifade biçimlerini iyi anlaması gerekiyor.
Gençler arasında nasıl bir ideolojik yelpaze görünüyor?
Gerek uluslararası gerekse Türkiye’de yapılan araştırmalar siyasi tutumlar itibarıyla bazı ortak eğilimlere işaret ediyor. İfade özgürlüğü gençler için çok önemli. Ama bu özgürlüğün dini, ırkı, toplumsal cinsiyeti, etnik aidiyeti hedef alan nefret diline dönüşmesini onaylamıyorlar. Toplumsal cinsiyet eşitliğine inananların oranı çok yüksek. Gelişmiş ülkelerde küreselci, gelişmekte olan ülkelerde milliyetçi bakış önde görülüyor. İdeolojik eğilimler, sağ-sol elbet var ama Soğuk Savaş döneminde olduğu kadar güçlü değil. Çevre güvenliği, iklim değişikliği, hayvanları koruma ve eşitlik öne çıkan siyasi konular.
Türkiye’de son yıllarda yapılan araştırmalar genç kesimde modernlik ve laikliğin, dindarlık ve muhafazakârlığın önüne geçtiğini gösteriyor. Bu eğilim eğitim düzeyi ilerledikçe güçleniyor. Muhafazakâr alanda İslamcılık gerilerken milliyetçilik öne çıkıyor. Milliyetçilerin önemli bir bölümü kendilerini “Atatürk milliyetçisi” olarak muhafazakâr ya da Osmanlı milliyetçiliğinden ayırıyor. Siyasete farklı açıdan bakan Kürt gençler ayrı bir küme oluşturuyor.
İdeolojik alanda meydana gelen değişiklikleri yalnızca sosyal medyaya ya da internete bağlamak doğru olmaz. Tutum ve değerlerdeki değişim eğitim, kentleşme, dünyaya açılma, popüler kültürün yaygınlaşması gibi süreçlerin sonucu. Muhafazakâr gençlerin önemli bir kesimi de bu süreçlerden etkileniyor. Bu gençler arasında da bireyselleşme, sekülerleşme, dünyaya açılma eğilimleri oldukça belirgin.
AKP bir süre önce dindar bir nesil yetiştirmek istediğini söylemişti. Yeni kuşağın din ile ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Sizce siyasi iktidarın görmeyi arzuladığı muhafazakâr bir kuşak geliyor mu?
Din gençlerin yaşamında orta ve özellikle yaşlı kuşakta görüldüğü ölçüde ağırlıklı yer tutmuyor. Türkiye’de de dinin hayatlarında çok önemli bir rolü olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 30 dolayında. Kendilerinin koyu dindar, sofu, İslamcı olduğunu söyleyen gençlerin oranı yüzde 10-15. İbadetleri yerine getirenler azalıyor. İnançlı olmakla birlikte yaşama seküler gözle bakanların oranı ise yükseliyor.
Gençlerin büyük çoğunluğu insanların istediğine inanma konusunda tam özgür olmaları gerektiği görüşünde. Daha önemlisi, yine çoğunluk bir insanın ahlak sahibi olup olmamasına dini inancına, yani namaza, oruca bakarak karar verilmemesi gerektiğini söylüyor. Bu gençler dil, din, ırk değil insanın karakterinin önemli olduğunu vurguluyor. Diğer yandan dini otoriterlerin söylediklerine peşinen doğrudur demeyenlerin, sorgulayarak yaklaşanların sayısı artıyor. Genel olarak bakıldığında genç kuşağın otoriter, ataerkil ve cemaatçi değerlerden önemli ölçüde uzaklaştığı görülüyor.
Dünyada genelde ailelerin çocuklarının siyasi görüşlerini şekillendirdiği görüşü mevcuttur. Yeni jenerasyonla birlikte bunun değişebileceğini, hatta belki de tersine döneceğini söylemek mümkün mü?
Değişimin çok yavaş olduğu sanayi öncesi toplumlarda aile çocuğu çok daha güçlü biçimde şekillendiriyordu. Günümüzde de bu etkiyi yokmuş gibi düşünmek çok yanlış. Ailenin etkisi aile tipine, sosyo-ekonomik statüye de bağlı. Geniş, çok çocuklu ve yoksul bir ailede büyüyen çocuk evde yeterince ilgi odağı olmuyor. Ama orta ve yüksek gelirli, az çocuklu, çekirdek ailelerde çocuk ve çocuğun eğitimi ailenin en büyük uğraşı, hayat projesi, gelecek ütopyası haline geliyor. Çocuğun en iyi eğitimi alabilmesi için her türlü fedakârlık yapılıyor. Beslenme, oyun imkânları, yuva, okul öncesi, okul koşulları çok fark ediyor. İnternetin etkisini konuşuyoruz.... Bilgisayarı olamayan, bir odaya dört kardeşiyle sıkışan çocuk bir yanda. Kendine ait odaya çekilip saatlerce bilgisayarın başında kalan çocuk diğer yanda. Eğitimde başarının okuldan çok aileye bağlı olduğu araştırmalarla kanıtlanıyor. Tabii bu anlamda aile etkisi, her şeyden önce toplumsal eşitsizliklerin başlıca nedenlerinden birisini gözler önüne seriyor.
Diğer yandan hızlı değişim dönemlerinin kuşakların ayrışmasına, hatta kuşak çatışmalarına yol açtığını biliyoruz. Örneğin II. Dünya Savaşı sonrasının barış ve refah ortamında büyüyen 68 kuşağı yerleşik değerlere ve düzene baş kaldırdı. Bir kuşak çatışması yaşandı.
Günümüzde arkadaş çevresi, okul, kent, iş yaşamı, yeni teknolojiler ailenin etkisini zayıflatabiliyor. Bir örnek vereyim. Gençlerin çoğu eskisine göre çok daha hareketli. Daha çok gezip daha çok yer, çevre, insan görüyorlar. Mesela okumak için evden ayrılan öğrencilerin aileden gelen düşünce ve davranış kalıplarını önemli ölçüde değiştirdiği gözleniyor. İnternet, popüler kültür, yaşam biçimi dönüştürücü rol oynuyor.
Türkiye’de genç kuşaklarda görülen önemli bir değişim daha çok muhafazakâr ailelerle ilgili. Özellikle okuyan çocuklar kendi yaşamlarını kendi özgür tercihlerine göre biçimlendirmek istiyor. Ailenin, mahallenin, dini ve siyasi otoritelerin hayatlarına müdahale etmesinden hoşlanmıyorlar. Daha bireysel, özgürlüklerine daha düşkün oluyorlar. Ama kuşak çatışmasına mı gidiliyor, derseniz tam da öyle değil derim. Aileden kopmadan ailenin gelenekçi etkilerinden kurtulmak demek daha yerinde olur.
Sizce yeni Türkiye’de genç jenerasyonun ajandasında neler var. Yeni jenerasyonun büyüttüğü çocukların da yetişmesiyle daha demokrat, farklılıklara daha ılımlı bir toplum mu görmemizi bekliyorsunuz, yoksa aksini mi?
Önyargıların zayıflaması, hoşgörünün artması kuşkusuz çok nedene bağlı. Bir kere kentleşme çok önemli. Tarım toplumlarının kapalı köy dünyasında köyün içi ve dışı arasında kalın duvarlar vardır. Köyden olmayan herkes bir potansiyel tehdit olarak algılanabilir.
Kırdan kente göç edenler bir süre ya da bir kuşak sonra da olsa farklı sınıflardan, etnik ve dini gruplardan, değişik alt kültürlerden insanlarla karşılaşıyor. Zamanla, başlangıçta aşırı bulduğu kimseleri ve davranışları görmeye alışıyor. Böyle durumlar karşısında aşırılıklara daha az hayret, öfke, hayranlık, şaşkınlık duyar hale geliyor. Farklılıklara tahammülün en önemli temeli bu. Bu tür eğilimler ikinci, üçüncü kuşakta daha belirgin hale geliyor.
Kentleşme bir çırpıda hoşgörü ve demokrasi getirir, demiyorum. Tam tersine bir yandan hoşgörü artarken diğer yanda kent içinde, ülke içinde bazı gruplara karşı duyulan nefret ve düşmanlık hissi de artabiliyor. Bu toplumsal ama özellikle siyasi ortama bağlı. Yerleşik demokrasilerde uzun çatışmalar ve hatta savaşlardan sonra bu sorunlar nihayet aşıldı, deniyordu. Ama bu sefer de uluslararası göçlerle birlikte yabancı düşmanlığı yeniden tırmanışa geçti.
Türkiye’de de bir yandan farklılıkları hoşgörü ile karşılama anlayışının geliştiğini görüyoruz. Diğer yandan ataerkil değerlerin, hiyerarşik ilişkilerin, otoriter yapıların, güçlü önyargıların, nefretin söylemlerinin ortadan kalkmadığını... Y ya da Z kuşağının da bu eğilimlerin tamamen dışında kaldığını söylemek mümkün değil. Örneğin gençlerin bir bölümü ülkenin sorunlarının çözümünü, yumruğunu vuran güçlü liderde ya da dini otoriterlerde görüyor. Sorunların ancak sertlikle çözülebileceğine inanıyor. Kendileri gibi düşünmeyenlerin vatan haini olduğunu, ülkeyi terk etmeleri gerektiğini dile getiren hatırı sayılı bir kütle var. Nitekim Türkiye’de gençlerin göçmenlere karşı hoşgörüsü Amerikalı ve Avrupalı gençlere göre çok daha düşük. Bu gençler de Z kuşağı...
Bir yanda hoşgörü diğer yanda önyargı. Sonuçta Türkiye’de gençler nereye doğru gidiyor?
Demokrasi ve hoşgörü konusunda, Türkiye’de gençlerin ağırlıkla bardağın dolu tarafında olduğunu düşünüyorum. Günümüzde okul, medya, internet dünyası vesaire hoşgörü ve demokrasi değerlerini yaygınlaştırmakta önemli rol oynuyor. Bunlar bütüncül ve tutarlı olmayabilir. Ama farklılıklara saygı, yaşam tarzına saygı, insan hakları, kadın-erkek eşitliği gibi değerler sürekli vurgulanıyor. Ve özellikle gençler internet ortamında, sosyal medyada hem farklılıkların daha çok görüldüğü hem de farklılıklara daha fazla değer verildiği bir dünyada yaşıyorlar. Buralarda dünyada yaşayan tüm insanları, tüm canlıları içine alan bir çoğulculuk anlayışı geliştirilmeye çalışılıyor. Çevre, iklim değişikliği, barış derken küresel düzeyde düşünmeye başlayan gençlerin sayısı artıyor. Nitekim Türkiye’de yapılan araştırmalar gençlerin demokrasi değerlerini üst kuşaklardan daha fazla benimsediğini gösteriyor. Yükselen otoriter popülizme rağmen bu ortamlarda hoşgörü, özgürlük ve demokrasi fikirleri ve değerleri öne çıkıyor.
‘AKP eğitimden istediği siyasi sonuçları alamıyor’
Genç kuşakta yaşanan değişimi anlamak için eğitim üzerinde öncelikle durmak gerektiğini söylediniz. Şöyle bir süreç gözlüyoruz. Siyasi iktidar bir yandan okullaşmayı ve eğitimde dini boyutun ağırlığını artırırken diğer yandan öğrencilerin desteğini kaybediyor. Neden böyle oluyor?
Eğitim siyasi iktidarı iki farklı yönden sarsıyor. Birincisi, eğitim gençlerin zihniyetini, değerlerini, bakış açılarını değiştiriyor. Artan okullaşma nedeniyle gençlerin eğitim düzeyi sürekli yükseliyor. Türkiye genelinde lise ve yüksekokul mezunu oranı yüzde 42 iken, genç kuşakta (18-25) bu oran yüzde 60 seviyesine çıktı. Gençler arasında eğitimin statüsü çok yüksek. Başlıca saygınlık ölçümleri sıralamasında eğitim paradan, politikadan, dinden de önde gidiyor. Kadınlar eğitime daha da fazla önem veriyor.
İkincisi, eğitimli nüfus arasında bağımsız düşünme, geleneksel değerleri ve otoriteleri sorgulama, yeni fikirlere açık olma eğilimi diğerlerine göre daha fazla. Araştırmalar örneğin kadın-erkek eşitliğini benimseme oranının dördüncü sınıfta, birinci sınıftakinin iki katına çıktığını gösteriyor. Kadın ve erkeğin evde sorumluluğu paylaşması gerektiğini düşünenlerin oranı artıyor. İşte bu değişen düşünceler ve değerler siyasi iktidarın değerleriyle, görüşleriyle, politikaları ile pek de uyuşmuyor.
Üçüncüsü, eğitim ve istihdam sorunlarının ağırlığı da gençlerle siyasi iktidarın arasını açıyor. Bunlar hep dile getirilen sorunlar. Alt yapı ve maddi destek yetersizliği. Eğitimde yeni yüzyılın gerektirdiği vasıfların yeterince verilmiyor olması. Okuyan gençlerin önemli bir bölümünün iş bulamaması. Düşük ücretle vasıfsız işlerde çalışmak zorunda kalmaları... Siyasi iktidar işe alınmanın bu ölçüde torpile bağlı hale gelmesinden sorumlu tutuluyor. Kısacası, kadrolaşma, müfredat değişikliği, eğitim sistemine yapılan tüm müdahalelere rağmen, AKP eğitimden istediği siyasi sonuçları alamıyor. Açıkça görüldüğü gibi öğrenciler ev kızlarına, çalışan gençlere kıyasla AKP’ye çok daha düşük oranda oy veriyor. Bazı araştırmalara göre AKP’nin öğrenci oyları yüzde 30’un altında. Parti ortalamasının 8-10 puan altında.
Toplumdaki güçlü ön yargılar, daha önemlisi siyasette yaşanan kutuplaşma gençlerin birbirleriyle ilişkilerini hangi yönde etkiliyor?
Lise ve özellikle üniversite ortamları öğrencilerin çok farklı kimselerle ilişki kurmalarını sağlıyor. Kantin, kahve, kafe, AVM gibi mekânlar gençleri birbirine yaklaştırıyor. Buralarda çoğul arkadaş çevreleri var. Çoğulculuk değerleri buralarda oluşuyor. Müzik, spor ve genel olarak popüler kültür gençler arasında ortak konuları ve ilgi alanlarını geliştiriyor. Bu tür ilişkiler önyargıların bir ölçüde kırılmasına yol açıyor. Başkalarına karşı daha hoşgörülü davranmaya başlıyorlar.
Türkiye’de hüküm süren kutuplaşma, baskı ve ötekileştirme atmosferi gençlerin günlük yaşamını doğrudan etkiliyor. Gençler çeşitliliği zenginlik olduğu kadar çatışma nedeni olarak da algılıyor. Ama kutuplaşmanın esas olarak siyaset kaynaklı olduğu ve siyasetin kutuplaşmayı kızıştırdığı kanısı yaygın. Siyaset toplumu bölen ve ayrıştıran bir faaliyet olarak görülüyor. Siyaset arkadaşlık ilişkilerini bile bozabiliyor. Siyaset toplumu bölüyor. İnsan ilişkilerine zarar veriyor. Oysa muhafazakâr ya da seküler, sağcı ya da solcu, gençlerin büyük bölümü aşırı siyasallaşmış değil. Siyasi konuları herkesle, özellikle partizan gençlerle konuşmaktan kaçınıyorlar. Ancak aynı görüşü paylaşan yakınlarla görüşüyorlar. Aksi halde bir cepheye yerleştirilmekten, damgalanmaktan korkuyorlar. Gayrimilli, vatan haini, ırkçı, faşist ilan edilmekten…
Daha çarpıcı bir örnek ise torpil konusu. Gençler en temel sorun olan işsizliğin yalnızca bir istihdam sorunu değil aynı zamanda bir torpil sorunu olduğunu düşünüyor. Yani kendi adamını yerleştirme ve ilerletme anlayışının devlete, yerel yönetimlere hakim olması. Akrabanın, hemşerinin aracılığının yetmediği “parti referansının” şart olduğu bir kayırma düzeni. Bugünkü düzen yeni ayrıcalıklar yaratan ayrımcı bir düzen. Gençlerin gözünde mevcut siyasi iktidar ve kurduğu düzen partizanlık ve kayırmacılıkla özdeşleşiyor. Partizanlık toplumsal eşitsizliğin önemli bir nedeni olarak görülüyor.
AKP’ye ya da genel olarak sağ partilere oy veren muhafazakâr ailelerin çocuklarından söz ediyorsunuz? Bu gençler ne ölçüde AKP’den kopuyor? Bu nedenle aileleri ile de çatışıyorlar mı?
Türkiye’de kırdan kente büyük çaplı kitlesel göçler özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşandı. Bu dönemde Refah Partisi (RP), partiye bağlı belediyeler ve dini kuruluşlar dini duyarlılıkları ve belediye imkânlarını kullanarak kent yoksulları ile çok yönlü ve yakın ilişkiler kurmayı başardı. AKP bu sayede genç bir kitlenin desteğini arkasına almayı başardı. AKP’ye oy vermeyi sürdüren bu kitle artık orta, hatta yaşlı bir seçmen kitlesine dönüştü.
Günümüzde gençler, siyasi parti tercihlerini anne ve babaları gibi AKP öncesi dönemle kıyaslayarak yapmıyor. Kent ortamında büyüyenler köy hayatı ve geçmiş hakkında somut deneyimlere sahip değiller. Eğitim düzeyleri de anne ve babalarına göre daha yüksek. Özellikle internet sayesinde dünyayı daha yakından izliyorlar. Kendi durumlarını varlıklı gençlerin, hatta gelişmiş ülkelerdeki gençlerin durumları ile karşılaştırıyorlar. Yaptıkları karşılaştırmalarda durumlarının daha iyi olması gerektiği, layık olduklarını elde edemedikleri sonucuna varıyorlar. Mevcut duruma anne ve babaları kadar olumlu bir gözle bakmıyorlar. Gençlerle ilgili önemli bir dönüşüm bu.
Bir sonraki genel seçimlerin 2023’te yapılması planlanıyor. Seçimler planlandığı tarihte yapıldığı takdirde yaklaşık 7 milyon yeni seçmen oy kullanacak. Sizce bu değişim ne yönde olacak?
Cumhuriyetçi, sol, laik diye tanımladığımız görüşlere sahip ailelerin çocukları anne babalarının çizgisini büyük oranda devam ettiriyor. CHP’ye oy veriyor olmaları şart değil ama dini muhafazakâr siyasetten uzak duruyorlar. Diğer yandan muhafazakâr ailelerden gelen ve AKP’ye kuvvetle bağlı olan bir genç kütlesi de var. AKP’den kopuş konusunu bu ikisinin dışında üçüncü bir kesime bakarak anlamaya çalışmak lazım. Benim üzerinde durmaya çalıştığım gençler AKP’ye istemeye istemeye oy veren, ya da artık vermeyen, vermeyecek olan muhafazakâr aile çocukları. Türkiye’de gençlerden kaynaklanan siyasi değişimi anlamak için bu kesim üzerinde durmalıyız.
Bu gençler aile ve yakın çevrelerinden gelen gelenekçi ve geniş çevrelerinden gelen modern değerler, ilişkiler, zihniyet arasında sıkışıyorlar. Muhafazakâr aile çocukları için bir yanda ailenin ve yakın çevrenin kazandırdığı aidiyet ve güvence var. Diğer yandan ailelerini fazla geleneksel buluyorlar. Kendilerinin, ailelerine ve özellikle onların yakın çevrelerine göre daha modern olduklarını düşünüyorlar. Bazı araştırmacılar diyor ki, bu kuşak çok kimlikli. Aynı anda milliyetçi, muhafazakâr, dindar, liberal, laik vesaire. Bu çok önemli. Kanımca bu durum özellikle farklı kültürler arasında sıkışan bu muhafazakâr aile çocukları için geçerli. Bu konu daha çok araştırılmalı.
Türkiye’deki çalışan, erken evlendirilen milyonlarca genç var. Ama üç gençten en az biri için eğitim süresi 18 yaş sonrasına uzamaya başladı. Evlenme yaşı gecikiyor. Bu nedenle “gençlik” artık farklı hayat olarak görülüyor. Bir bakıma gençlerin çoğu için gençliği yaşama bir özlem haline gelmiş durumda... Özgür, canlı, hareketli, eğlencesi bol bir hayat. Buna karşılık AKP iktidarı gençleri geleneksel değerler, otoriteler ve kurumlar vasıtasıyla denetim altında tutma eğiliminde. İtaat, dava adamlığı, dünyayı fethetme falan bekleniyor. Bir bakıma aşırı ciddi, sıkıcı, yaşlı. Üstelik siyasi iktidarın yasakçı ve baskıcı tutumu gençleri rahatsız ediyor. Gençlerin gençliği yaşama isteği ile siyasi iktidarın kısıtlayıcı yaklaşımı arasında ciddi bir gerilimden söz ediyorum.
Nitekim muhafazakâr ailelerin çocukları siyasi baskı kadar mahalle baskısından şikâyetçi. Mahalle baskısı deyince komşu, akraba, hemşeri kadar siyasi iktidarın yerel temsilcilerini anlıyorlar. Politikacıların, din adamlarının, mahalle çevrelerinin, hatta ailelerinin görüşlerini peşinen kabullenmek istemiyorlar. Bu baskıcı ortamların dışında özgür ve hoşgörü ortamının hakim olduğu bir çevrede yaşamak isityorlar. Farklı bir Türkiye’de yaşamak istiyorlar. Gençlerin bu istekleri ve beklentileri, onları gelenekçi değerleri, zihniyeti ve siyasi/toplumsal dokuları korumaya öncelik veren AKP iktidarı ile karşı karşıya getiriyor. Siyasi iktidarın başta eğitime müdahale ederek, genç kuşakları kendine bağlama çabaları da sonuç vermiyor. Hatta ters sonuçlar doğuruyor.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, T24’te Murat Sabuncu ile yaptığı ‘Sayıların Dili’ programında, “Bu kuşağın yüzde 70'i var olan partilerin Türkiye'nin sorunlarını çözeceğine inanmıyor” dedi. Sizce siyasi partilerin, mevcut siyasi iklimde bu gençleri ikna edebilmesi için nasıl bir rota izlemesi gerekiyor?
İlk akla gelen haliyle sadece gençler değil Türkiye’de yaşayan herkesin sorunları. Eğitim, istihdam, huzur, uluslararası saygınlık vesaire. Ama gençler ve özellikle öğrenciler için özgürlük, adalet, çevre ve kadın sorunları bunlar kadar önemli. Kadın sorunu yalnız kadınlar için değil genç erkekler için de büyük önem kazanmış durumda. Kadın cinayetleri, tecavüzler, tacizler, büyük endişe yaratıyor. Yani gençlerin sorunlarını ve beklentilerini çok yönlü olarak ve yeni eğilimleri göz önünde bulundurarak ele almakta yarar var.
Tabii gençlere özgü sorunlar da var. Özellikle dezavantajlı gençler için burs, yurt, harç, okul masrafları gibi sorunlar. Siyasi partiler eğitim sorunu ile ne ölçüde ilgileniyor? Eğitimde eşitlik, eğitimin kalitesi. Eğitim sisteminin bu yüzyılın temel vasıflarını kazandırıp kazandıramadığı. Tüm konuşmaların merkezine eğitimi koymayan bir parti haliyle gençlerden uzaklaşıyor. Aynı derecede önemli olan istihdam, iyi bir iş, makul bir ücret, iyi çalışma koşulları. Gençlerin maruz kaldığı baskılardan kurtulmak istiyorlar. Gençler arasında dışarı gitme ve başka ülkelerde okuma, çalışma isteği oldukça güçlü. Siyaset dünyası için önemli olan bu ülkede daha iyi yaşamalarını, ilerlemelerini sağlama, kendilerini rahat ifade edebilecekleri yeni ve inandırıcı bir toplum vizyonu sunabilme. Bugün 18 yaşındaki genç bile belirli bir yaşam standardını tutturamayacağı için evlenemeyeceğinden, çocuklarını iyi yetiştiremeyeceğinden endişe ediyor. Bu endişe edilmesi gereken bir durum.
Başta kadınlar, dışlanan gruplar, tüm dezavantajlı gençler üzerinde ayrı ayrı durmak gerekir. Ev kızları, genç evli kadınlar, çalışan çocuklar, engelliler... Her birinin gençliği yaşama deneyimleri farklı. Gençleri bu farklılıkları dikkate alarak anlamaya çalışmalıyız.
Gençlerin çoğunluğu parti siyasetini olumsuz algılıyor. Politika ve politikacıya güven, politikaya ilgi ve politikaya katılım düşük. Çoğu kutuplaştırma ve çatışmaya dayalı siyasetten şikâyetçi. Gençler alışılagelmiş siyasi faaliyetlere pek ilgi göstermiyor. Partilere üyelik ve özellikle aktif katılım talebi zayıf. Buna karşılık yeni katılım biçimleri (hareket, dilekçe, internet, boykot) daha fazla ilgi çekiyor. Gençler sanıldığı anlamda apolitik değil. Sorunlarını ve eleştirilerini alışılagelmiş siyasi dilin ve tarzın dışına çıkarak ifade etmeye çalıştıkları için öyle görülüyorlar.
Alışılagelmiş siyasi polemik, kavga, atışma, söz düelloları yabancılaşma yaratıyor. Bir grup gencin içini soğutacak şekilde karşı tarafı bozmak gençleri yakınlaştırmıyor, uzaklaştırıyor. Mevcut siyaset gençlerin günlük yaşamını olumsuz etkiliyor. İnsan ilişkilerine, arkadaşlıklara, birlikte iş yapmaya engel oluşturuyor. Bölüyor, ayrıştırıyor, çatıştırıyor. Militan ya da partizan gençlerle gençlerin karşısına çıkmak bu sorunu çözmek bir yana daha da çıkmaza sokuyor.
En önemli sorun sanıyorum burada. Siyasetle gençlerin günlük dünyası, talepleri ve beklentileri arasındaki mesafe açılıyor. Bu mesafe nasıl kapanır? Parti kadrolarını gençleştirmek, gençlerin birkaç maddi sıkıntısına değinmek, vaatleri sıralayarak bu mesafeyi kapatma mümkün görünmüyor. Gençlerin kendilerini nerede ve nasıl ifade ettikleri iyi izlenilmeli. Popüler kültür, müzik, fotoğraf, video klip, spor, mizah... Gençlere seslenecek yeni siyasi dili buralarda aramak yararlı olabilir.
© Tüm hakları saklıdır.