Söyleşi

Prof. Sencer Ayata: Oy kaybı yaşayan MHP reformlar konusunda düşünüldüğünden esnek davranabilir; CHP ve İyi Parti seçmenleri arasında geleceği temsil eden ve hızlı büyüyen nüfus öne çıkıyor

"AKP, seçmen davranışı itibarıyla uzun dönemli sorunlarla da karşı karşıya. Diğer yandan iktidardan uzaklaşanseçmen onun karşısındaki ittifaka değil ‘işte alternatif‘ diyeceği bir partiye bakar, bu rolü oynayabilecek  parti CHP’dir"

07 Şubat 2021 00:00

Harvard ve Oxford üniversitelerinde misafir akademisyen olarak bulunan, geçtiğimiz dönemde parlamentoya giren ve CHP yönetiminde görev üstlenen Prof. Dr. Sencer Ayata, “MHP’nin reformlar konusunda düşünüldüğünden daha esnek davranabileceğini” söyledi.

TIKLAYIN; 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: ‘Yeni anayasa’ manevrası ne sonuçlar üretebilir; partilerin ittifaklar içindeki durumları ne, CHP otoriterleşmeye karşı neden kritik bir önem taşıyor?


MHP’nin kaderinin büyük ölçüde AKP’ye bağlamış ve oy kaybı içinde göründüğünü belirten Ayata, MHP’nin bu sebeple erken seçim yolunu açmasının pek mümkün görünmediği değerlendirmesinde bulundu. Ayata, iktidardan kopan bir MHP’nin “etki, kadro, kaynak gibi iktidar nimetlerinden olabileceğini” söylerken “iktidarda kalma MHP için AKP için olduğu kadar elzem” dedi.

Ayata, öte yandan AKP’nin de Cumhur İttifakı’yla seçim kazanma ümidini yitirmediği ya da yeni bir ortak bulmadığı sürece Cumhur İttifakı’na son vermesinin mümkün görünmediğini söyledi. Ayata, AKP’nin DEVA ve Gelecek partilerine toplamda yüzde 5-6 oy kaybetmesinin bile Tayyip Erdoğan’a cumhurbaşkanlığını kaybettirebileceği değerlendirmesinde bulundu.

“AKP’nin seçmen davranışı itibarıyla uzun dönemli sorunlarla da karşı karşıya olduğunu” ifade eden Ayata, iktidar partisinden uzaklaşan seçmenin alternatif olarak karşısındaki ittifak yerine ‘işte alternatif‘ diyeceği bir parti arayabileceğini söyledi. Ayata, bu rolü CHP’nin oynayabileceğini dile getirdi. 

“CHP ve İyi Parti seçmenleri arasında kentli, yüksek vasıflı (işgücü), dışa açık, kültür kaynakları zengin, farklılıklara saygılı, kadın (çalışan), genç (öğrenci) nüfus öne çıkıyor” diyen Ayata, bu kesimin henüz ülke düzeyinde çoğunluğu oluşturmasa da diğer kesimlerden çok daha hızlı büyüdüğünü ifade etti. Tecrübeli akademisyen, bu kesimin Türkiye’nin geleceğini temsil ettiğini söyledi.

‘AKP, seçmen davranışı açısından uzun dönemli sorunlarla da karşıya’

Prof. Sencer Ayata’nın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle...

Bir yandan iktidar ortakları muhalefeti zayıflatmaya ve bölmeye çalışıyor ama kendi içlerinde de önemli sorunlar yaşıyorlar. Başka partiler kendi içinde karışık da AKP çok birlik halinde ve tutkun bir parti mi? 

AKP’nin içinden iki yeni parti çıktı. AKP içinde de farklı görüş ve çıkar çatışmaları yaşanmakta: merkezdekiler çevredekiler; kollananlar dışlananlar; yeni zenginler gelenekçi maneviyatçılar; ılımlılar şahinler; Kürtler milliyetçiler; dini muhafazakârlar sekülerler. Güç ve kaynak dağıtımı aşırı merkezileştikçe, parti devletleştikçe parti kademeleri arasındaki iletişim kopuklukları da artmaktadır. Dağıtılan kamu kaynaklarının azalması bolluk zamanlarında olduğu gibi farklı çıkarların bir arada tutulmasını güçleştirmektedir. Diğer yandan sistemin aşırı merkeziyetçi hale gelmiş olması nedeniyle toplumdaki farklı çıkar grupları arasındaki çekişmeler partililer, bürokratlar ve lobiler tarafından partiye ve yönetime taşınmaktadır. 

AKP, seçmen davranışı itibarıyla yalnız dönemsel değil uzun dönemli sorunlarla da karşı karşıya bulunuyor. Türkiye’nin nüfus bakımından büyük, ekonomik bakımdan daha dinamik, vasıflı/eğitimli işgücü oranı yüksek, dünyaya daha açık ve kültür kaynakları bakımından daha zengin yerleşim birimlerinde seçmen desteği kaybına uğruyor. Sosyo-ekonomik bakımdan Türkiye’nin en gelişmiş, ekonomisi en dinamik 35 ilçesinin 30’unu CHP kazanmış. Diğer yandan gençler ekonomik sorunların da ötesinde değerler ve başta özgürlük, yaşam tarzı anlayışları bakımından AKP’den giderek uzaklaşıyor. Kaldı ki siyasi iktidarın omurgasını oluşturan dini muhafazakarlık artık Türkiye’de çoğunluk değil, oransal olarak da bir gerileme süreci içinde. 

Bence seçmen tabanı kadar önemli bir konu AKP’nin temel dayanakları. AKP iktidarı kamu kaynaklarını partiye yakın firmalara aktararak önemli bir sermeye tabanı oluşturdu. 

İkincisi; kamuda istihdam edilerek ödüllendirilen üyeleri ya da partiye yakın kişiler.

Üçüncüsü; yaklaşık üç milyon yoksul ya da düşük gelirli aileye yapılan sosyal yardımlar. Bu uygulama sayesinde AKP yıllar boyunca en düşük gelirli kesimlerden en yüksek oy oranda oy alan parti oldu. Büyük belediyelerin kaybedilmesi AKP’nin bu kesimlere dağıttığı kamu kaynaklarını daraltmıştı. Şimdi sorun şurada. Siyasi iktidar bu kesimlere kaynak aktarma konusunda daha büyük sıkıntılar yaşayacak ve gerek bu kesimler arasında gerekse bu kesimlerin içinde bölüşüm sürtüşmeleri artacak. Bunların partiye ve iktidara çıkar çatışmaları şeklinde yansıması kuvvetle muhtemel.

Desen: Selçuk Demirel

‘MHP, reformlar konusunda düşünüldüğünden daha esnek davranabilir’

Reform konusunda olduğu gibi kendi aralarında da önemli anlaşmazlıklar ve gerilimler yaşandığı yorumları yapılıyor… Reform MHP’yi neden bu kadar rahatsız etti? İttifak ve iktidar bu nedenle sarsılır mı?

AKP ve MHP özellikle son dört yıldır siyasi stratejilerini sert ve abartılı bir güvenlikçi söylem üzerine oturtmuş durumda. Devletin ve milletin varlığına yönelik bir tehdit algısı yaratmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin içeride uzantıları olan dış güçlerin kuşatması altında olduğu iddiası sürekli tekrarlanıyor. Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi konusunun gündeme getirilmesine bu güvenlikçi söylemi benimseyen iktidar ortakları çok sert bir tepki gösterdi. Akabinde yeni bir Kürt açılımının AKP-MHP ortaklığını sona erdireceği ve seçimlere gidileceği konuşuldu. Bunun üzerine hem Cumhurbaşkanı hem de MHP Genel Başkanı ittifakın sağlamlığını vurgulayan açıklamalar yaptılar.

Bir kere AKP’nin, Cumhur İttifak’ıyla seçim kazanma ümidini yitirmediği ya da yeni bir ortak bulmadığı sürece Cumhur ittifakı’na son vermesi mümkün görünmemektedir. Kaderini büyük ölçüde iktidara bağlamış bulunan ve oy kaybı içinde görünen MHP’nin erken seçimin yolunu açması pek mümkün görünmüyor. İktidar da oy kaybediyor olabilir ama iktidardan kopan bir MHP ne yapacak? Bir kere etki, kadro, kaynak gibi iktidar nimetlerinden olması söz konusu. Kaldı ki muhalefete geçmesi de kolay değil. Çünkü muhalefet bıraktığı yerdeki muhalefet değil. Yükselişe geçen bir İyi Parti ile nasıl yarışacak? Kısacası, iktidarda kalma MHP için AKP için olduğu kadar elzem görünüyor. O nedenle de yeni ve iddialı bir açılım gündeme getirilmediği sürece MHP reformlar konusunda düşünüldüğünden çok daha esnek davranabilir.

Mevcut anayasal sistemde muhalefet 360 milletvekilinin onayı ya da Cumhurbaşkanı’nın bu yönde bir kararı olmadıkça ülkeyi seçime götüremez. Başkanlık sistemlerinde parlamento desteğini yitiren başkanlar çeşitli yollarını bularak süreleri doluncaya kadar iktidarda kalabiliyorlar. Seçim kararı, MHP’de, muhalefette değil Cumhurbaşkanı’nda ve AKP grubunda. 

‘Güçlü olasılık, reformların kısıtlı ve sığ tutulmasıdır’

AKP iktidarı Avrupa’ya yönelik yeni söylemler geliştiriyor, sıcak mesajlar veriyor. Sözü edilen reformları bu bağlamda nasıl değerlendirelim?

Muhalefetin otoriterleşmeye yönelik eleştirileri bir yana özellikle iş dünyası AKP’yi demokrasi ve özellikle hukuk reformu konusunda sürekli sıkıştırıyor. Sizin de değindiğiniz gibi uluslararası sistemde meydana gelebilecek değişiklikler kuşkusuz bu yöndeki ısrarları daha da artıracak. Ekonomi iyi durumda olsa ve dış kaynak ihtiyacı bulunmasa siyasi iktidarın bu baskılara aldırış etmeyeceği muhakkak. Ama bugün için böyle bir lüksü yok. Nitekim Avrupa ve ABD’ye yönelik meydan okuma söylemlerini bir günde bırakıverdi. Tam bir “U” dönüşü yaparak Batı dünyasına sıcak mesajlar vermeye başladı. 

Kanımca reformların içeriği, kapsamı ve derinliği konusunda iç siyasi dinamikler daha ağırlıklı rol oynayacak. AKP’nin parti ve iktidarın geleceği açsısından yapacağı yarar-zarar hesapları esas belirleyici olacak gibi. Siyasi iktidar statükodan, otoriter başkanlık sisteminden geri adım atmanın siyasi maliyetini hesap edecek. İfade özgürlüğü, kamu ihalelerinde şeffaflık, yargı bağımsızlığı gibi alanlarda yapılacak esaslı reformların iktidar için maliyet çok ağır olabilir. İktidarı sürdürmek statükoyu korumaya bağlı hale geldi. Adalet sisteminde yapılacak her küçük iyileşme önemlidir. Küçümsemeyelim. Ama güçlü olasılık reformların oldukça kısıtlı, dar ve sığ tutulmasıdır. Batı dünyası ile ilgili ihtilaflara gelince. Siyasi iktidarın ABD ve AB ile ihtilaflı konuların çözümünü iç siyasette yani hukukta, demokraside değil S-400’ler, enerji gibi dış politika alanlarında arayacağını tahmin etmek daha gerçekçi görünüyor. 

Kaynak eşitsizliğine karşın muhalefetin önündeki fırsatlar

Cumhur İttifakı iktidar olmanın tüm imkânlarından yararlanıyor. Millet İttifakı’nda bunun tam karşılığı yok. Muhalefetin de bazı kozları olduğunu düşünüyor musunuz?

Güçler ve kaynaklar eşit değil. Ama muhalefetin de avantajları var. Muhalefetin seçmen tabanını genişletmesi için uygun bir ekonomik, toplumsal ve siyasi ortam var. Oy artırma ittifakların değil siyasi partilerin işi. Seçimden önceki süreçte partilerin, Millet İttifakı’nın, muhalefetin oylarını görünür biçimde artırması toplum nazarında bir güç gösterisine dönüşür. Siyasi iktidarın ve seçmenin ittifaka ve muhalefete bakışları değişir. Güçlü görünme kararsız seçmenleri cesaretlendirir. 

İkincisi; milyonlarca kişi, tekrarlanan ifadeyle seçmen muhalefetten heyecan ve umut yaratmasını bekliyor. Umut ve heyecan parti bağını güçlendirir, tabanın partiye katkısını artırır. Bu illa sokak eylemleri tertiplemek, büyük mitingler yapmak demek değil. Önemli olan partiye, muhalefete destek veren milyonların küçük küçük çabalarını bir araya getirip büyük bir güce dönüştürmek. Günümüzde çok sayıda örgütlü kuruluşun yanı sıra on binlerce ilişki ağı var. Bunların aralarında yatay eşgüdüm sağlanması, yani sivil toplum ittifakları, koalisyonları oluşturma, tabanı harekete geçirme… Özellikle CHP’nin en büyük potansiyelini burada görüyorum. Böyle bir ortam referandumda kendiliğinden oluşmuştu. 

Boğaziçi Üniversitesi’nin bir klipine bakmak bu görüşümü kanıtlamak için geçerli. “Bu da yasal” dedikleri klip. Üçüncüsü ve kanımca en önemlisi mevcut durumun, koşulların neden eşitsiz, adaletsiz, haksız olduğunu çok daha iyi anlatma. Ve topluma bu rejimin siyasi ve sosyo-ekonomik alternatifi olduğunu gösterme. 

                         

Çabalar kuşkusuz bu yönde. Ama etkiyi artırmak lazım. İttifakı tutma ve genişletme çalışmaları çok önemli. Türkiye’de kısıtlamalar çok ama yaratıcı bir muhalefetin yararlanabileceği çok büyük fırsatlar da var. 

Son olarak çok önemli gördüğüm bir başka konunun altını çizmek isterim. CHP ve İyi Parti seçmenleri arasında kentli, yüksek vasıflı (işgücü), dışa açık, kültür kaynakları zengin, farklılıklara saygılı, kadın (çalışan), genç (öğrenci) nüfus öne çıkıyor. Yani AKP’nin tam tersine. Bu kesimler henüz ülke düzeyinde çoğunluk oluşturamamakla birlikte diğer kesimlerden çok daha hızlı büyümektedir. Ve Türkiye’nin geleceğini temsil etmektedir. 

Muhalefet sürecinde oluşan ‘siyasi ahlak’ bağı, ortak demokrasi ve ekonomi dili

Millet İttifakı’na katılan ya da katılacak olan siyasi partiler ortak bir dil yakalayabilecekler mi? Birlikte hareket etme toplum üzerinde yeterince etkili oluyor mu?

Haksızlığa ve adaletsizliğe karşı direnme inancı… Birlikte mücadele etmenin yarattığı dayanışma duygusu… Parti yöneticileri arasında oluşturulan güven ortamı… Bunlar ittifak bağlarının sürdürülmesinde önemli rol oynuyor. Kanımca bir de muhalefet süreci için oluşan bir siyasi ahlak bağı var. Şöyle ki usulsüz ihaleleri, kayırmacılığı, adama göre iş vermeyi, yozlaşmayı sürekli eleştiren muhalefet partileri kendilerini bir siyasi ahlak zemininde bağlamış oluyorlar. Nitekim karşı tarafa geçmenin kendi koydukları siyasi ahlak kriterlerini hiçe sayma anlamına geleceğini telaffuz etmeye başladılar. 

Tabii muhalefet partilerini bir araya getiren esas neden rejimin otoriterleşmesi ve AKP iktidarının kutuplaştırıcı ve dışlayıcı politikaları. İdeolojik duruşları farklı olan partiler; stratejik nedenler, yani otoriter yönetim karşıtlığı ve parlamenter demokrasi hedefinde birleşiyor. 

Böyle olunca otoriter sisteme yönelttikleri eleştiriler ve özgürlük, hukuk, demokrasi söylemleri haliyle birbirine benziyor. 

Yine tüm muhalefet partileri ekonominin yanlış yönetildiğini ve vatandaşı perişan eden bir ekonomik kriz yaşandığını söylüyor. Demokrasi ve ekonomi konuları dil ortaklığı oluşturuyor. Türkiye’nin en önemli iki sorunu can ve geçim güvenliği olduğu için muhalefet bir söylem üstünlüğü yakalamış durumda. Siyasi iktidarın güvenlikçi dış güçler söylemi eskisi kadar ilgi görmüyor.  

Muhalefet partilerinin ortak hedefi güçlendirilmiş parlamenter sistem. Demokrasiye ve parlamenter sisteme ilişkin konular daha çok sayıda siyasi parti tarafından dile getiriliyor. Dolayısıyla daha yaygın bir toplum kesimine duyuruluyor. CHP Genel Başkanı son bütçe konuşmasında bu süreçleri ve rejimin otoriterleşmesini önlemek için neler yapılması gerektiğini iyi ortaya koyan bir konuşma yaptı. Ama bu fikirler her gün, sürekli tekrarlanmalı. 

Referandum kampanyasında başkanlık sisteminin demokrasi ve hukuk bakımından sakıncaları anlatılmaya başlanmıştı. Ama sonrasında yeterince üstüne gidilmedi. Büyük bir kampanya gerçekleştirmek için seçime kadar yeterli zaman var. Üstelik bunun bir toplumsal altyapısı da oluşmuş durumda. Şöyle ki, seçmenlerin büyük bölümü ekonomideki kötü gidiş ile başkanlık sistemi arasında bağ kurmaya başladı. Tam da bu nedenle parlamenter rejim tercihi açık ara öne geçti.

Farklı ideolojik ve programatik duruşu olan çok sayıda siyasi parti ortak görüş ve tasavvurlarını daha net olarak ortaya koyabilir. Mümkün olduğu ölçüde uzlaşma konusu olan demokrasi dışında, birkaç konu ile sınırlı da olsa benzer iktidar hedefleri, projeleri, politikaları ortaya koyabilir.

Birlikte hareket etmenin, aynı dili kullanma dışında avantajları var mı? 

Türkiye’de tarihi, toplumsal, kültürel nedenler sonucu ortaya çıkmış derin fay hatları var. İktidar bu fay hatlarını yumuşatmak bir yana kızıştırıyor, kutuplaşmaları derinleştiriyor. Kendisini bir tarafa yerleştirerek karşıtlara cephe alıyor. Toplumun bütününü temsil etmekten giderek uzaklaşıyor. 

Buna karşılık muhalefetin ideolojik yelpazesi daha geniş. Neredeyse tüm farklı bakış açılarını kapsıyor. Türkiye’nin çoğul kültürel dokusunu ve toplumsal çeşitliliğini siyasi iktidardan daha iyi temsil ediyor. Üstelik siyasi iktidarın kutuplaştırıcı ve çatışmacı yaklaşımı karşısında daha yumuşak ve uzlaşmacı bir üslup kullanıyor. Bu nedenle Millet İttifakı ve muhalefet topluma sosyo-kültürel kutuplaşmaları yumuşatma konusunda daha büyük bir potansiyele sahip olduğunu gösterebilir. Huzurun ancak çoğulcu demokrasi sayesinde gelebileceği konusunda geniş bir kamuoyunu ikna edilebilir. 

‘Seçmen ittifaka değil alternatife bakar’

Farklı ideolojilerin ve siyasi görüşlerin bir demokrasi ve ekonomik çöküntü söylemine indirgenmesi de bazı kayıplara yol açmaz mı?

Aynı hizaya doğru çekildikçe siyasi partilerin farklı, yeni, yaratıcı, kısacası kendilerine özgü olan yanlarını geliştirme potansiyelleri haliyle zayıflar. Sıradanlaşma ve çekiciliklerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler. Kendi seçmen tabanlarında parti ilke ve ideallerden uzaklaşıldığı algısı yaratabilir. Seçmen tabanı ile arasının açılması, parti aidiyetinin zayıflaması siyasi partiler için büyük sorunlar doğurabilir. Nitekim Türkiye’de ‘kararsızım’ diyenlerin sayıları ve yeni parti arayışları bu nedenle de artıyor. 

Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ortam ittifakları kaçınılmaz kılıyor tamam. Ama ittifakları oluştururken parti kimliğini ve değerlerini de öne çıkartmak gerekiyor. Bunlar birbiriyle çelişik değil tamamlayıcı. 

Bir ittifakın iktidar alternatifi olarak görülmesi hepsinden önce seçmen tabanı geniş ve söylem üstünlüğünü kabul ettirmiş bir partinin varlığına bağlı. Merkez konumunda görünen partinin çekim oluşturabilmesine bağlı. Bir partinin ortaya koyduğu tezle, iddiayla, vizyonla kendisine ‘işte iktidar alternatifi’ dedirtebilmesine bağlı. Çünkü iktidardan uzaklaşan seçmen onun karşısındaki ittifaka değil ‘işte alternatif‘ diyeceği bir partiye bakar. Çok partili bir ittifakın kendisini iktidar alternatifi olarak kabul ettirmesi kolay değildir. Bu rolü ancak kendisini iktidar alternatifi olarak gösterebilen bir parti oynayabilir. Tabii benim kişisel görüşüm ama bu rolü oynayabilecek ve oynaması gereken parti CHP’dir.

‘Neden demokratik başkanlık sistemi değil de parlamenter sistem?’

Birçok muhalefet partisi parlamenter sistemi gündeme getiriyor. Siz parlamenter sisteme dönüşü mümkün görüyor musunuz? 

Aslında iç içe geçen iki konu var. Bugün için Türkiye’de başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçmekle otoriter rejimden demokrasiye geçmek eş anlamlı hale geldi. Çünkü yürürlükteki başkanlık sistemi bırakalım fiili durumu, dayandığı anayasa itibarıyla da demokratik değil. Anayasa değişiklikleri uzmanların, medyanın, sivil toplumun görüşleri alınmadan yapıldı. İktidar partisinin milletvekilleri bile taslağı neredeyse ilgili komisyona geldiğinde gördü. Her biri Türkiye’de siyasetin işleyişini, hatta toplumun düzenini değiştiren maddelerin parlamentoda tartışılması üç dört saatle sınırlandı. İktidar ortağı iki partinin milletvekilleri yukarıdan gelen talimatlara göre el kaldırdı ve indirdi. Ve sonuçta ortaya tüm kuvvetleri tek kişiden toplayan bu anti-demokratik anayasa çıktı. 

Söz konusu olan demokratik olmayan bir sistemden demokratik bir sisteme geçilmesi ise neden demokratik başkanlık sistemi değil de parlamenter sistem? Çünkü bizim gibi demokrasinin tam olarak yerleşmediği ülkelerde başkanlık sistemi daha çabuk yozlaşıyor. Bu sistemin otoriterleşmeye yatkınlığı daha fazla. Başkanlık anayasası daha demokratik de olsa bu tehlike daha fazla.

İkincisi; Türkiye’de Cumhuriyet’le gelen parlamenter sistem devlet ve siyaset kurumları, siyasi kültür ve seçmen davranışı üzerinde kalıcı etkiler yarattı. Siyasi fikirlerimiz, alışkanlıklarımız parlamenter sisteme göre oluştu. Modern Türkiye’nin siyasi kültürü büyük ölçüde parlamenter rejim tarafından yoğruldu. Kuşkusuz parlamenter sistemin işleyişine önemli sorunlarla karşılaşıldı. Yönetişim zafiyetleri… Birbiri ardına kurulan dağılan koalisyon hükümetleri… Ama bugün başkanlık sisteminin yarattığı sorunların başta demokrasiden ve hukuktan uzaklaşma olmak üzere daha fazla görüyoruz. Yürütme zafiyeti giderildi. Dizginsiz yürütme gücü daha büyük sorun olmaya başladı.

Üçüncüsü; Türkiye toplumsal farklılaşmanın, kültürel çeşitlenmenin, siyasi ayrılıkların, ekonomik çıkar çatışmalarının yaygın olduğu bir ülke. Her biri milyonları bulan toplum kesimleri var: İşçi, işveren, esnaf-zenaatkâr, çiftçi, beyaz yakalı, mavi yakalı, memur, işsiz, öğrenci, emekli, göçmen. Bu sınıflar ve gruplar arasında çıkar farklılıkları bölüşüm çekişmeleri var. İş bölümü, uzmanlaşma ve teknolojik değişim sonucu yüzlerce meslek grubu oluştu. Anadolu nüfusuna, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu, Balkanlar’dan gelenler eklendi. Siyasi partiler seküler, İslamcı, milliyetçi, ulusalcı, sağ sol, muhafazakâr, liberal vesaire farklı ideolojik duruşlara sahip.

Böylesine büyük ve karmaşık bir ülkenin yönetimini, ihtiyaçlarının karşılanmasını ve geleceğinin planlanmasını tüm yetkileri elinde toplayan bir başkana, tek ama tek bir kişiye bağlayan bir sistemin başarılı olması mümkün değil. Böyle bir sistemde nasıl olacak da doğru, tutarlı, etkin kararlar alınabilecek? Üstelik toplumu bütünleştirmek yerine büsbütün kutuplaştıran ve ayrıştıran bir sistemle. Türkiye’nin karmaşık toplumsal yapısını iyi kavrayamayan ve toplumdaki farklılıkları iyi temsil etmeyen bir başkanlık sistemine güven ve destek giderek azalıyor. 

Ama bu sürecin iyi anlatılması muhalefete bağlı. Başkanlık sistemi neden anti-demokratik? Demokrasinden uzaklaşmak, hukuk, ekonomi ve toplumsal yaşamı neden ve nasıl olumsuz etkiliyor? Bunları iyi anlatmak önemli, çünkü seçmenlerin önemli bölümü iki sistem arasındaki farklılıkları rejim özelliklerinden çok sonuçlara bakarak değerlendiriyor. 

‘Fiili koalisyonlar kaçınılmaz’

Siyasi partilerin çoğalması yeni bir koalisyonlar dönemi anlamına mı geliyor? 

Bir koalisyon iktidarı fiili olarak zaten var. Ama öyle görünüyor ki başkan seçimi oyların yarıdan bir fazlasını gerektirdiği sürece hiçbir siyasi parti bu çıtanın üzerine çıkamayacak. Bu çıta son 55 yılda hiç aşılmadı. Halihazırda iktidar oyları bu seviyenin altında görünüyor. Bu bakımdan yakın gelecek için fiili koalisyonları kaçınılmaz diyebiliriz. Ama seçim ittifaklarının yürütme üzerindeki yansımaları farklı olabilir. Kazanan tarafta yer alan ya da başkana destek partiler ülkenin yönetiminde az ya da çok söz sahibi olacaklardır. Ama bakanları olacak mı yoksa dışarıdan mı destek verecekler? Bu önceden yapılacak anlaşmalara ve nihai noktada seçimi kazanacak başkana bağlı. Kaldı ki başkanın parlamentoda çoğunluğu sağlamak için de ittifaklara ve fiili koalisyonlara ihtiyacı olacaktır.

Çok partili dönemin yarıya yakın bir süresi boyunca Türkiye koalisyon hükümetleri tarafından yönetildi. Koalisyon hükümetleri denince akla siyasi istikrarsızlık, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, toplumsal huzursuzluklar geliyor. Koalisyon ortaklarının bakanlıkları parselleyerek, kadroları ve kaynakları kendi yakınlarına aktarmaları geliyor. Nitekim AKP iktidarı bu sorunları gündemde tutarak bir koalisyon fobisi yaratmaya çalıştı. Ama gelinen noktada bu konuyu daha geniş bir tarihi perspektif içinde değerlendirmemiz gerekli gibi görülüyor. 

Bir kere istikrarsızlıkların, çatışmaların, krizlerin tek nedeni olarak koalisyon hükümetlerini görmek ne ölçüde doğru? Bu dönemler ülke sorunlarının çok ağır olduğu dönemlerdi. Soğuk Savaş, askeri müdahaleler, büyük kitlesel göçler, liberal ekonomi politikalarına geçiş, ekonomik krizler vesaire. Bugün sınırsız güç kullanan, tek karar vericiye dayalı başkanlık sistemi ekonomik krizin ve pandeminin getirdiği ağır koşullar altında ezilmiyor mu? 

Buna karşılık en çok eleştirilen üç ortaklı 57. Ecevit hükümeti… Kendinden sonra gelen AKP döneminde ekonominin yüksek hızla büyümesini sağlayan ekonomik altyapıyı oluşturdu. 1982 Anayasası’nı demokratikleştirme yönünde o zamana kadar olan en ileri noktaya taşıdı. Bu dönemde terör bitmiş, Yunanistan dahil tüm komşularla iyi ilişkiler kurulmuş, Türkiye’nin AB üyeliği yolunda en önemli adımlar atılmıştı. Ecevit hükümeti AKP’ye böyle miras devretmişti.   

Son dönem koalisyon hükümetleri 1950-80 döneminin aşırı siyasi kutuplaşmalarını yumuşatmayı, hatta aşmayı başarmıştı. Bırakın merkez sağ ve merkez sol ortaklıklarını, Ecevit’in DSP’si ile Bahçeli’nin MHP’si aynı hükümet çatısı altında bir araya gelmişti. Demokrasinin en temel özelliği olan diyalog kurma ve uzlaşma deneyimi oluşmaya başlamıştı. AKP iktidarı yönünü diyalog ve uzlaşmadan kutuplaşma ve çatışmaya çevirerek bu gidişe son verdi. 

Bir de şunu soralım…. Türkiye koalisyon hükümetlerine atfedilen olumsuzlukları gerçekten geride mi bıraktı? Kutuplaşma, çatışma, iç ve dış istikrarsızlığın artmış olması bir yana… Devletin partizanlaşması, liyakatın çiğnenmesi, kayırmacı kaynak dağıtımı, israf ve savurganlık, eşitsizlik, dışlama vesaire azaldı mı arttı mı? 

Aslına bakarsanız, gelişmiş parlamenter demokrasilerde, tek başına iktidar istisnai bir durum. Çoğu ülke koalisyon hükümetleri tarafından yönetiliyor. Evet, yönetişim sorunları yaşanıyor. Ama koalisyon ortakları uzun müzakereler ve derin mülahazalar sonucu karar alıyorlar. Bu kararlar sağ, sol, yeşil vesaire tüm toplum kesimlerinin görüş ve beklentilerini yansıtıyor. O nedenle daha kapsayıcı, daha sağlam ve daha kalıcı olabiliyor.

‘İttifaklar ideolojik yakınlık değil stratejik ortaklık temelinde kurulu’

Türkiye’de ittifakların kurulmasının zor, dağılmasının kolay olduğunu söylüyorsunuz? Bu konuyu Millet İttifakı bağlamında biraz açabilir misiniz?

Aslında şu anda her iki ittifak da sağlam duruyor. MHP’nin “mezara kadar” söylemi devam ediyor. Diğer tarafta İyi Parti, SP, DP tüm sıkıştırmalara rağmen ittifaka bağlılıklarını ifade ediyorlar. Ama Türkiye’nin içinde bulunduğu sürekli istikrarsızlık ve belirsizlik ortamı siyasi partileri de ittifakları da farklı yönde etkileyebilir. Siyasi iktidar ittifakların yeniden harmanlanması, kartların yeniden karışması için çok yoğun çaba harcıyor. 

Yine Latin Amerika deneyimleri, parti ideolojileri, parti stratejileri, parti sayısı ve parti büyüklüğü gibi etkenlerin ittifakların kurulup dağılmasında önemli rol oynadığını gösteriyor. En önemlisi şu, partiler arasında ideolojik mesafe ne kadar azsa ittifakları daha uyumlu, ne kadar çoksa daha sorunlu oluyor. AKP ile MHP arasında da Millet İttifakı içinde de ekonomide devletin rolü, bölüşüm sorunları, dış politikanın esasları, din-siyaset ilişkileri, eğitim reformu, milliyetçilik anlayışı gibi konulara ilişkin benzerlikler kadar farklılıklar var. İttifaklar ideolojik yakınlık değil stratejik ortaklık temelinde kurulu. Nitekim siyasi iktidar muhalefeti öncelikle bu ideolojik farklılıkların üzerine giderek yıpratmaya çalışıyor. 

İçinde bulunulan siyasi istikrarsızlık ve siyasi kutuplaşma ortamında parti sayısının çoğalması ittifakların genişlemesini ve daralmasını ya da kurulmasını ve bozulmasını daha kolay hale getirmektedir.

‘İktidar oy kaybettikçe küçük partilere yönelecek’

Parti sayısı üzerinde de durdunuz. Siyasi iktidar ittifak oluşumlarına ve muhalefete yönelik nasıl bir yaklaşım içinde görünüyor?

Siyaset bir bakıma ittifak oyunları haline geldi. Bir kere Cumhur İttifakı’nın seçim sistemini değiştirme arayışları sürüyor. Yani oyunun kurallarını değiştirerek kazanma. 

İkincisi; Millet İttifakı’nı ve genel olarak muhalefeti zayıflatma çabaları giderek yoğunlaşıyor. İktidara yakın medya ideolojik farklılıkların üzerine giderek muhalefet partilerinin hem içinde hem de partilerin arasında çatlaklar oluşturmaya çalışıyor. Siyasi partilerin hiç değilse seçmen tabanlarının bölünmesi için uğraşılıyor. Ve muhalefet partileri tek tek ele alınarak yıpratılıyor. 

CHP bir yandan elitizm, darbecilik, teröre destek verme, ordu düşmanlığı, vatana ihanet gibi ağır suçlamalara maruz kalıyor. Bir iki münferit olaya dayanarak tümüyle yozlaşmış bir kurum olarak gösterilmeye çalışılıyor. Her ikisi de manevi değerlere önem veren SP ile arasını açmaya yönelik. 

İyi Parti bir yandan FETÖ ve HDP ortaklığı ile damgalanırken diğer yandan Cumhur İttifakı’na katılmaya davet ediliyor. HDP’ye zaten terörist örgüt muamelesi yapılıyor. SP’yi Millet İttifakı’ndan koparma kampanyasına hız verildi. Muhalefet çıkışlı yeni parti oluşumlarına iktidar medyası çok geniş yer ayırıyor. 

Parti sayısının çoğalması birkaç bakımdan önemli. Birincisi, çok parçalı bir muhalefetin ülkeyi yönetemeyeceği, kaosa sürükleyeceği iddia ediliyor. Diğer yandan Cumhur İttifakı oy kaybı korkusu içerisinde. Kaybı telafi edemediği sürece iktidarın dikkati küçük partiler üzerinde toplanacak. Bu partileri yanına çekerek Cumhur İttifakı genişletilecek. Latin Amerika başkanlık sistemlerinde bu strateji çok önemli rol oynuyor. Başkanlar iktidarlarını ne kadar zorda görürlerse muhalefet partilerini yanlarına çekebilmek için verecekleri ödünleri ve imkânları o ölçüde artırıyorlar. Özellikle karşı ittifaklarda aradığını bulamayan, bir sonraki seçimleri bekleme kapasiteleri sınırlı olan küçük partilerin direnişlerini kırmayı daha kolay başarıyorlar. Türkiye’de de iktidar ortaklarının oy kaybı devam ettiği sürece bu süreçler daha da yoğunlaştırılarak devam ettirilecek. 

Prof Sencer Ayata ile Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan

 

1. Bölüm | Prof. Sencer Ayata: Ufukta, gücünü bilimden alan uzman otoritesinin, siyasi otoritenin önüne geçeceği yeni bir aydınlanma görünüyor

2. Bölüm | Prof. Sencer Ayata: Sokak hareketlerinin ortak noktası eşitsizlik; kaynama noktası ise yoksulluk, dışlanma, ayrımcılık, ötekileştirme

3. Bölüm 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: Z kuşağı türdeş mi, ‘medya tekeli’ nasıl kırılıyor, Y kuşağından sonra Z kuşağı da AKP’den uzaklaşıyor mu?

3. Bölüm 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Genç kesimde modernlik ve laiklik, dindarlık ve muhafazakârlığın önüne geçti; muhafazakâr alanda İslamcılık gerilerken milliyetçilik öne çıkıyor

4. Bölüm 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: ‘Yeni anayasa’ manevrası ne sonuçlar üretebilir; partilerin ittifaklar içindeki durumları ne, CHP otoriterleşmeye karşı neden kritik bir önem taşıyor?