Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, primatolog Jane Goodall'ın, çalışmalarından oluşan "Jane” adlı belgeselle ilgili olarak "İnsanlık adına bir onur nişanesi bu değerli primatoloğun öyküsünün anlatıldığı belgeseli önümüzdeki pazar (25 Şubat) '!f İstanbul' kapsamında gerçekleştirilecek özel ve anlamlı gösterimde kaçırmamaya çalışın! Olmadı, 5 Mart cumartesi günü, saat 23:00'da NatGeo ekranının karşısında olun" dedi. Atay, sözlerine "İnsaniyet namına, peygamberlerden öğreneceklerimiz olduğu kadar şempanzelerden de öğreneceğimiz çok şey olduğunun farkına varmak için" diye devam etti.
Altay'ın "Şempanzeden öğren insanlığı!" başlığıyla yayımlanan (21 Şubat 2018) yazısı şöyle:
National Geographic Channel, Dian Fossey'den sonra Jane Goodall'ın da belgeselini önümüze koyuyor. Her iki isim, antropoloji, özellikle biyolojik-antropoloji bünyesinde çalışanların aşina olmaması imkansız iki primatolog, yani “maymunbilimci”... Birincisi, Amerikalı Dian Fossey, ömrünü gorillerin yaşamını incelemeye, onların temsilcisi olmaya, geleceğini kurtarmaya adadı ve bu adanmışlığın bedelini hayatıyla ödedi; goril avcıları tarafından katledilerek...
Diğeri, Britanyalı Jane Goodall ise ömrünü şempanzelere adadı, onların sözcülüğüne, savunuculuğuna soyundu. O, Fossey'den daha şanslı denilebilir; hâlâ hayatta ve aktif çünkü!.. Ve de 1960'dan bu yana sürdürdüğü çalışmaları içinde arşivlerde kalmış, yayınlanmamış görüntüler eşliğinde “Jane” adlı bu yeni belgeselde karşımızda olacak.
İnsan-dışı maymunların insana en yakın türü olan şempanzeler üzerine verdiği yarım asırlık bilimsel emeğin popüler ilgiye açılmış en son ve kendi adı altında şekillenen bu en anlamlı örneğinde...
Her iki isimle benim ilk tanışmam 1980'lerin ortalarında Londra'da bir mağazadan aldığım yine National Geographic yapımı “Monkeys, Apes and Man” (Maymunlar, Kuyruksuz Büyük Maymunlar ve İnsan) adlı bir “VHS” video-kaset aracılığıyla olmuştu. O kaseti yurda döndükten sonra yıllarca (teknolojik olarak demode olduğu zamanlarda dahi) derslerde öğrencilerimle paylaştım. “Biyo-kültürel” bir varlık olan insanın biyolojik altyapısını anlama ve bu altyapının onu eşsizleştirdiği düşünülen kültürel kapasite ile ilişkisini kurma yolunda bulunmaz bir ders malzemesiydi bu. Jane Goodall, gencecik güzel bir kadın olarak karşımdaydı belgeselde (şimdi 80 küsur yaşında ve hâlâ çok güzel!). Yapım yılı eskiye gittiği için filmde Dian Fossey de capcanlı karşımdaydı ama çok geçmeden onun goril avcılarına karşı verdiği mücadeleyi ve o yolda katledilişini anlatan sinema filmi “Gorillas in the Mist”i (“Sisteki Goriller”) korkunç bir acı içinde izler bulacaktım kendimi!..
Şempanze ve sonra da goril, insana genetik olarak en yakın akraba maymunlar. İnsan da bir maymun, ama bunu kabul etmekte zorlanıyor. Hatta zorlanmak ne kelime, bu gerçeği kendi varlığına yönelik bir aşağılama sayarak şiddetle reddediyor.
Oysaki kendi dışındaki diğer maymun türlerinin, parçası oldukları doğaya yapıp ettiğiyle, yine bir parçası olduğu doğaya kendi yapıp ettikleri karşılaştırıldığında insandan daha “aşağılık” (bırakın “maymun” türünü) bir canlı türü yok. İnsan bir doğa zararlısı, doğanın kanser hücresi!..
Benim 1980'lerde izlediğim söz konusu belgeseldeki bir diğer önemli isim, insana dair “Çıplak Maymun” adlı çığır açıcı kitabın yazarı İngiliz zoolog Desmond Morris de insanın maymunluğu öfkeyle reddedişi karşısındaki şaşkınlığını dile getirmekteydi filmde... Neler söylüyordu, hatırladığım kadarıyla nakledeyim:
“1960'ların ikinci yarısında Çıplak Maymun'u yazdığımda neredeyse Darwin'den 100 yıl sonra aynı tepkilerin ve tehditlerin içinde buldum kendimi... Bu çok şaşırtıcıydı, çünkü bir zoolog (hayvanbilimci) olarak benim için insanın bir maymun olduğu tartışma götürmez bilimsel apaçıklıkla ortadaydı. Ama insan, kendisini hayvanlar dünyasından tamamen ayrışmış bir varlık saydığı için bunun bilimsel çerçevede dahi ifadelendirilmesi ona ağır geliyordu. İnsan, kendini adeta doğadan bağımsız ve üstün bir yaratık olarak görmekteydi. Hâlbuki, yaşadığı ortamda davranışlarına çeki düzen vermezse eğer, insan da bir canlı türü olarak uçurumun kenarına, yani soyunun tükenmesinin eşiğine rahatlıkla gelebilir bana göre... Bu noktaya gelmemenin yolu, insanın çoktandır kaybettiği 'hayvani tevazu'yu ('animal humility') yeniden kazanmasından geçer”.
Morris'in bu sözleri sarf etmesinden de neredeyse yarım asır sonra hâlâ aynı noktadayız. İnsan, kendisini yeniden doğaya bağlayacak, doğa ile barışık kılacak o “hayvani tevazu”nun, yani doğaya başkaldıran, onu tahrip edip tüketen değil, doğaya tâbi ve onun parçası gibi davranan bir varlık olmanın çok ama çok uzağında. Buna bağlı olarak da şempanzeyle, gorille, orangutanla ve diğer maymunlarla biyolojik akrabalık, hâlâ, bırakın içe sindirilmeyi, telaffuz edilmesi dahi ciddi sorun yaratan bir bilimsel gerçek...
İşte Jane Goodall bende en çok bu bağlam çerçevesinde iz bırakmış isimdir. Çünkü o, neredeyse ömrünün yarısını adadığı şempanzeleri Tanzanya'nın Gombe parkında doğal ortamlarında gözlemler ve incelerken doğurduğu kızını o şempanzelerin yanı başında büyütmüş ve “çok yakın dost” olduğu bir anne şempanzenin yavrularını yetiştirme biçiminden etkilenmiş, esinlenmiştir!.. O, bunları açık şekilde ifade etmekten de çekinmemiş, “Şempanzelerden öğreneceğimiz çok şey var” demiştir.
İnsanlık adına bir onur nişanesi bu değerli primatoloğun öyküsünün anlatıldığı belgeseli önümüzdeki pazar (25 Şubat) “!f İstanbul” kapsamında gerçekleştirilecek özel ve anlamlı gösterimde kaçırmamaya çalışın! Olmadı, 5 Mart cumartesi günü, saat 23:00'da NatGeo ekranının karşısında olun...
İnsaniyet namına, peygamberlerden öğreneceklerimiz olduğu kadar şempanzelerden de öğreneceğimiz çok şey olduğunun farkına varmak için!..