Yaşam

Psikoseksüel terapistten hayat boyu aşkın 6 formülü: Evlilik karpuz gibidir, açıncaya kadar neye benzeyeceğini bilemezsin

"Peki, karpuzu açmadan önce neye benzeyeceğini söylemenin gerçekten bir yolu yok mu?"

01 Ekim 2024 15:29

T24 Yaşam

Dünyaca ünlü sosyal psikolog, psikoseksüel terapist ve ilişki uzmanı Dr. Sara Nasserzadeh'in 'Sürdürülebilir Aşk | Hayat Boyu Aşkın 6 Formülü'  kitabı, Literatür Hayat yayınlarından çıktı. 

Avrupa Seksoloji Federasyonu Başkanı ve Uluslararası Kognitif Terapiler Birliği Başkanı olan Prof. Dr. Mehmet Sungur, kitabın sunuş yazısında şu 'Sürdürülebilir Aşk' için şu ifadeleri kullanıyor:

"Hem çift terapileri hem de cinsel terapi alanlarında uluslararası platformlardaki başarılarıyla fazlasıyla hak edilerek edinilmiş bir ün ve çeşitli ünvanların sahibi bir yazardan aşk ve sevgi üzerine olağandışı bir eser.

Aşk hakkında varoluşsal yalnızlığımızı tedavi edecek, bizi bütünleştirecek, her derde deva bir ilaçmış gibi konuşuyoruz. Ruh eşimizi nasıl bulacağımız ya da onun aradığımız kişi olduğunu nasıl anlayacağımız hakkında okumalar yapıyoruz. Bir ömür boyu sürecek mutlu ilişkiler için tüm umutlarımızı âşık olma duygusuna bağlıyoruz. İhtiyacımız olan tek şeyin aşk olduğunu, aşkın her şeyin üstesinden gelebileceğini söylüyoruz. Ve bunun sürmesini, yaşam boyu yoğunluğunu korumasını bekliyoruz. Üstelik birlikte olduğumuz kişinin sadece bir âşık değil, ruh eşi, yardımcı, oda arkadaşı, ebeveyn ya da en iyi arkadaş da olmasını istiyoruz.

Peki, karpuzu açmadan önce neye benzeyeceğini söylemenin gerçekten bir yolu yok mu?

Aşk hakkındaki kanıksanmış fikirlerimizi sorgulatan Dr. Sara Nasserzadeh, karşılıklı olarak tatmin edici ilişkilerin şans, tesadüf ya da âşık olma hissinden daha fazlasına dayanması gerektiğinden yola çıkarak 10 yıllık bir araştırmanın ardından Gelişen Aşk modeli ile kalbinize yeni bir kırıklık değil yeni bir yol sunuyor. Kendi sevgi dolu ilişkinizi kurmanız için size bir araç seti, egzersiz önerileri ve bir dizi beceri sunarken, hayatınızın tüm alanlarına fayda sağlayacak kalıcı ve sağlıklı bir ilişki modelinin de kapısını aralıyor."

Dr. Sara Nasserzadeh

'Sürdürülebilir Aşk' kitabından tadımlık:

Çocukken ailemin şöyle dediğini hatırlıyorum: “Evlilik bir karpuz gibidir. İçini açıncaya kadar neye benzeyeceğini bilemezsin. Kıpkırmızı ve sulu mu yoksa tatsız mı çıkacak? Aynısı evlilik için de geçerli.” Bu bana anlamsız gelirdi. Ya tatsız olanlardan biriyle evlenirsem? Yapabileceğim hiçbir şey olmayacak mı? Elbette kastettikleri bu olamazdı. Tahran’da çok kültürlü ve farklı inanışlara sahip bir evde büyüdüm. Annem de Tahran’da büyümüş, babamsa oraya genç bir yetişkinken yerleşmişti. Annem bir sosyal bilimciydi ve babam bir sosyal hizmetler uzmanı olarak kariyerinin başındayken annemin o zamanlar direktörü olduğu bir kuruluşta staj yapmaya gittiğinde tanışmışlar. Kış boyunca her hafta annemin en sevdiği çiçeği (Japon yenibaharı da denen kış çiçeği) “gizli hayranınızdan” yazan bir notla birlikte ofisine getirmiş. Annemin hayranının kim olduğunu anlaması biraz zaman almış ama anladıktan sonra gerisi malum. Birbirlerine âşık olmuş ve evlenmişler.

Annem ve babam farklı dilleri konuşarak ve farklı kültürel ritüelleri takip ederek büyümüşler. Annem hiçbir fiziksel aktivite yapmazdı, dans bile etmezdi; babam ise hayatının büyük bölümünde dans pistinde baş döndüren profesyonel bir sporcuydu. Annem birçok sanat dalından ve yaratıcı uğraşlardan hoşlanırdı, babam ise entelektüel uyarımlarını kitaplarından almayı severdi. Yıllar geçtikçe ben ve üç kardeşim, yanlış anlaşılan belirli bir jestin, kelimenin veya hareketin ne anlama geldiğini birbirlerine sık sık açıklama ihtiyacı duyduklarını gözlemledik. Ayrıca birlikte güldüklerini, birbirlerine destek olduklarını, birbirlerini memnun etmek için ellerinden geleni yaptıklarını (diğerinin sevdiği bir televizyon programını kaydetmek gibi), birbirleriyle oyunlar oynadıklarını (en sevdikleri hâlâ tavla) ve birbirlerinin ailelerine uyum sağlamaya çalıştıklarını gördük.

"Karpuz benzetmesinde olduğu gibi, sanki bana her şeyin bir şans meselesi olduğunu söylüyorlardı."

Onları hiç öpüşürken gördüğümü hatırlamıyorum. Ama sarıldıklarına, birbirlerinin sırtını sıvazladıklarına ve hasta olduklarında birbirlerine baktıklarına sıkça tanık olurduk. Evde birinin olduğunu biliyorlarsa eve girmek için nadiren anahtar kullanırlardı ve birbirlerini kapıda her zaman yanaklarına birer öpücük kondurarak karşılarlardı.

Onlarla yaptığım sohbetlerde küstahça sorular sorduğumu hatırlıyorum (çevrelerindeki ilişkileri anlamlandırmaya çalışan pek çok çocuğun yaptığı gibi). “Neden birbirinizle evlendiniz?” Cevapları genellikle “Bu kaderdi,” ya da “Kalbinde diğer kişi için bir şeyler hissettiğinde, yeni bir aile inşa etmek için güçlü bir isteğin olur,” şeklindeydi. Karpuz benzetmesinde olduğu gibi, sanki bana her şeyin bir şans meselesi olduğunu söylüyorlardı. Bu istemsizlik ve şans unsurlarından hoşlanmıyordum, bu yüzden bazen konuyu zorluyordum. “Ama neden o? Neden o?” Annem “Baban yakışıklı, sadık, güvenilir ve âşık bir adamdı,” gibi şeyler söylerdi. Babam ise “O güzel, zeki, başarılı ve cesurdu,” derdi. Genç aklımla, evlilikte kader, duygular ve şanstan daha fazlasının olabileceğini düşünüyordum ama ben sormadan bunlardan hiç bahsedilmiyordu, sanki gizli bir hayranın notlarından daha az önemliymiş gibi. Genç zihnim için her şey fazlasıyla kafa karıştırıcıydı.

Bugün dünyanın pek çok yerinde insanlar aşk için evleniyor ve benim ailem de bir istisna değildi. Elbette birçoğumuz, uyumluluk, ortak ilgi alanları ve iyi iletişim becerileri gibi başka şeylerin de önemli olduğuna dair en azından belli belirsiz bir farkındalığa sahibiz; ancak hiç kimse aşkın tartışılmaz olduğu fikrini sorgulamıyor. Ve herhangi bir aşktan da söz etmiyoruz. Tam anlamıyla âşık olmanız gerekir. Bu aşkın tutkusu ve yoğunluğu ne kadar büyük olursa, evliliğin başarılı olma olasılığı da o kadar artar. Böylece farklılıklarınızı çözebilecek ve her türlü zorluğa katlanabileceksinizdir.

“Evlendiğimizde ona çok âşıktım ama şimdi kavga etmeden bir günü bile zor geçiriyoruz..."

Aşk hakkında sanki kişisel mücadelelerimizi çözecek, varoluşsal yalnızlığımızı tedavi edecek ve bizi bütünleştirecek, her derde deva bir ilaçmış gibi konuşuyoruz. Ruh eşimizi nasıl bulacağımız ya da onun aradığımız kişi olduğunu nasıl anlayacağımız hakkında okumalar yapıyoruz. Bir ömür boyu sürecek mutlu ilişkiler için tüm umutlarımızı âşık olma duygusuna bağlıyoruz. Kendimize ihtiyacımız olan tek şeyin aşk olduğunu, aşkın dağları yerinden oynatabileceğini, her şeyin üstesinden gelebileceğini söylüyoruz. Ve bunun sürmesini, çiftin yaşamı boyunca yoğunluğunu korumasını bekliyoruz.

Aynı zamanda, bugün çoğumuz birlikte olduğumuz kişilerden sadece âşık olma hissinden çok daha fazlasını istiyoruz. Bir ruh eşi, bir yardımcı, bir oda arkadaşı, bir sevgili ve en iyi arkadaş, partnerimizin üstlenmesini beklediğimiz rollerden sadece birkaçı. İlişkilerimize tutkuyla başlarız, aşkın yeterli olduğu inancına sıkı sıkıya tutunuruz ve gerçeklik beklentilerimizi karşılayamadığında çoğu zaman hayal kırıklığına uğrarız. “Düşündüğüm gibi biri değildi,”, “Bir süre sonra hislerimi kaybettim. Kimsenin suçu değildi, bir anda oluverdi,”, “Evlendiğimizde ona çok âşıktım ama şimdi kavga etmeden bir günü bile zor geçiriyoruz,”, “O kadar sorumsuz ki beni deli ediyor,”, “Kariyerini benden daha çok önemsiyor,”, “Kayınvalidem çok zor bir insan.”

"Tatmin edici olmayan ilişkiler içinde bulunmanın yüksek tansiyon, kalp hastalığı, depresyon ve anksiyete gibi sonuçları oluyor."

İhtiyacımız olan tek şey aşk olabilir ya da olmayabilir, ama istediğimiz tek şey kesinlikle aşk değildir. Yine de önce aşk evliliği fikrine o kadar bağlıyız ki herhangi bir muhalif görüş hemen susturuluyor. Kaynaklar için ya da bir eşin sağlayabileceği fırsatlara erişmek için evlenen insanlara “servet avcıları” diyoruz. Uyum ya da arkadaşlık için evlenmek ise “durulmak” olarak görülüyor. Gerçek aşkın tek geçerli seçenek olduğuna inanıyoruz. Ama dürüst olalım: Bu bize şimdiye kadar nasıl fayda sağladı? Size nasıl fayda sağladı?

Eğer bu kitabı okuyorsanız, romantik ilişkilerinizin bazı yönlerinin sizi zorladığını düşünüyorum. Belki ilişkinizde nasıl üstesinden geleceğinizi bilmediğiniz bazı zorluklarla karşı karşıyasınız ya da mevcut partnerinizin uzun vadede iyi bir seçim olup olmadığını merak ediyorsunuz. Belki de kalbiniz bir ya da iki kez ya da daha fazla kırıldı ve bağlılıkla sürdürülen bir birlikteliğin her zaman tatmin edici bir deneyim olabileceğine güvenmekte zorlanıyorsunuz.

Elbette, tatmin edici, destekleyici bir ilişki içinde olmak sadece sahip olunması gereken güzel bir şey değildir. Romantik ilişkilerimizin hayatımız üzerinde büyük bir etkisi vardır. Tatmin edici olmayan ilişkiler içinde olmak, her iki partner için de bir dizi olumsuz fiziksel ve zihinsel sağlık sonucuyla ilişkilendirilmektedir: Yüksek tansiyon, kalp hastalığı, depresyon ve anksiyete bunlardan sadece birkaçı.

Yüksek çatışmalı çiftler tarafından yetiştirilen çocuklar, düşük çatışmalı çiftler tarafından yetiştirilen çocuklara kıyasla daha fazla psikolojik sıkıntı yaşamaktadır. Boşanma ve ayrılık çoğu insan için, özellikle kadınlar için mali açıdan istikrarsızlaştırıcıdır ve üniversite diploması olmayan anneler için genellikle yıkıcıdır. Evliliklerin yüzde 50’sinin boşanmayla sonuçlanacağı istatistiği tam olarak doğru olmasa da –istatistikler birçok kez evlenip boşananlar ve hiç evlenmemeye kararlı çiftler nedeniyle farklı yansımaktadır– bu rakam yüzde 35 civarında seyretmektedir. Peki ya bazen on yıllarca süren mutsuz evlilikler? Bugün çok azımız bunu başarılı bir ilişki olarak görür.

Belki de siz şanslı olanlardansınızdır: İlişki piyangosunu vurdunuz, hayatınızın aşkını buldunuz ve o zamandan beri her şey sakin ve sorunsuz ilerliyor. Bu kitabı bağlarınızı güçlendirmek için okuyor olabilirsiniz. Harika! Ya da belki aşkın ne olduğunu bildiğinizden, mutlu olmak için ne gerektiğini bildiğinizden eminsiniz, ancak son ilişkilerinizin her biri hayal kırıklığıyla sonuçlandı ve neyi “yanlış” yaptığınızdan emin değilsiniz. Karpuzu açmadan önce neye benzeyeceğini söylemenin gerçekten bir yolu yok mu?

"Bir partnerde ne aramalısınız?"

Sizi bu kitapla buluşturan her ne olursa olsun, size ilişkilere dair yeni bir bakış açısı sunabileceğim için çok heyecanlıyım; kalbinize yeni bir kırıklık değil yeni bir yol sunmak istiyorum. Karşılıklı olarak tatmin edici ilişkilerin şans, tesadüf ya da âşık olma hissinden daha fazlasına dayanması gerektiğine inanıyorum. Aslında, çiftlerle yirmi yıldan fazla çalıştıktan ve on yıllık bir araştırmadan sonra, bundan emin olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.

Kariyerime bir araştırmacı olarak başlamadım. Çift danışmanı ve psikoseksüel terapist olmak için yüksek lisans yaptım ve Londra’da özel bir klinikte çiftlerle çalışmaya başladım. Ancak klinik uygulamalarım geliştikçe, cevaplanmamış soruları olan tek kişi olmadığımı fark ettim: Aradığınız kişiyi bulduğunuzu nasıl anlarsınız? Bir partnerde ne aramalısınız? Gerçekten önemli olan nedir? Neden bu kadar çok insan sonunda boşanıyor? Aşk sadece bir duygu mu, yoksa bundan daha fazlası da var mı? Nereden biliyorsunuz? İşte o zaman akademik hayatımı yatak odalarından yönetim kurulu odalarına kadar her türlü ilişkiyi incelemeye adamaya karar verdim. Gözlemlerimi daha bilimsel bir şekilde anlamlandırmak için ihtiyaç duyduğum becerileri bana kazandıran araştırma metodolojisi alanında yüksek lisansımı tamamladıktan sonra, sosyal yapıları anlamlandırabilmek ve daha büyük ölçekte araştırmalar yapabilmek için sosyal psikoloji alanında doktora yaptım. Kaliforniya’ya taşındıktan sonra bilgilerimi derinleştirmek ve becerilerimi güncellemek için evlilik ve aile terapisine odaklanarak danışmanlık alanında bir yüksek lisans daha yaptım.

“Gelişen Aşk Modeli”ni ortaya çıkarmayı hedefleyen çalışmama başladım çünkü kararlı bir birliktelikte sevginin nasıl geliştirileceğine dair sorularıma gerçek, kanıtlarla desteklenmiş yanıtlar arıyordum. Sevgi dolu ilişkiler için bireysel eylemlilik, seçim ve yaratıcılık duygusunu içeren bir model arıyordum.

“İlişkiler neden başarılı olur?”

Araştırmama, önceki on yılda birlikte çalıştığım, dünyanın dört bir yanından üç yüzden fazla çiftin geriye dönük niteliksel analizini yaparak başladım. Bugün bile hayatın her kesiminden ve Antarktika hariç her kıtadan danışanlarım var. Bazıları evli, bazıları birlikte yaşıyor, bazıları flört ediyor, bazıları bekâr. Eşcinsel, heteroseksüel, biseksüel, cisgender, transseksüel ve genderqueer. Yaşları ergenlik çağından seksen altıya kadar değişiyor. Tek eşli, kısmen tek eşli ve çok eşli. Güçlü yönleri, yetenekleri ve kaynakları –finansal, fiziksel ve başka türlü– açısından muazzam bir çeşitlilik var. Tek ortak noktaları insanlıkları, sevgi dolu bir ilişki içinde olma arzuları ve kendileriyle çalışmam için bana sundukları ayrıcalık.

Aldığım bir yığın notu gözden geçirirken bazı temalar belirginleşmeye başladı. “Güven”, “yakınlık” ve “saygı” gibi kelimeler tekrar tekrar karşıma çıktı. Çiftlerin ofisime getirdiği sorunları, önerdiğim müdahaleler ve egzersizlerden faydalı görünenleri inceledim. Eşlerin birlikte çalışmaya başlarken kullandıkları sözcüklerle, çalışmamız sona erdiğinde kullandıkları sözcükleri karşılaştırdım. Neyin etkili olduğunu, neyin olmadığını ve sebeplerini anlamak istedim.

Bu araştırmayı yürütmenin bir parçası da doğru soruları ortaya çıkarmaktı. “İlişkiler neden başarısız olur?” sorusunu sormayı bırakıp “İlişkiler neden başarılı olur?” sorusunu sormaya başladığımda birçok parça yerine oturmaya başladı. Başarılı ilişkilerin, çiftlerin hislerinden çok davranışlarına nasıl yansıdığına odak-lanmam gerektiğini fark ettim. Bu çerçeveyi belirledikten sonra, her bir partnerin belirli tutum ve davranışlarını izole edip analiz edebildim ve bunlar bir araya geldiğinde aşk için sürdürülebilir bir bağlam oluşturdu.

İşim bittiğinde, aşkın ortaya çıkabilmesi için mevcut olması gereken koşulları belirlemiştim. Takip eden yıllarda, daha titiz bir nicel analiz yapmak için Thinkocrats’ın kurucusu ile ortaklık kurdum, böylece çalışma hipotezimin somut kanıtlarla desteklendiğinden emin olabilecektim. Bulduğumuz şey, karşılıklı çekim, saygı, güven ve bağlılığa dayanan, partnerlerin gelecek için bir vizyon paylaştığı ve sevgilerini ifade etme biçimleri konusunda istekli oldukları ilişkilerin, hem birlikteliklerde hem de bireysel yaşamlarda en yüksek memnuniyet düzeylerini ortaya çıkardığıydı.

"Aşk, yalnızca doğru koşullar altında ortaya çıkar ve yalnızca onu mümkün kılan koşullar mevcut olduğu sürece var olmaya devam eder"

Sistemik Düşünce akımının öncülerinden esinlenerek, aşkın durağan bir varlık olmadığını, daha ziyade bir çiftin günlük etkileşimleriyle inşa edilen ve sürdürülen bir şey olduğunu görmeye başladım. Sistemik Düşünce: Kaos ve Karmaşayı Yönetme adlı kitabında Jamshid Gharajedaghi aşktan, ancak onu mümkün kılan tüm unsurlar mevcutsa ve bağlam besleyiciyse ortaya çıkan bir varlık olarak bahsediyor. Bir kıvılcım ve bir kütüğün elverişli bir ortamda (oksijen varlığı) bir araya gelerek ateşe dönüşmesini örnek gösteriyor. Bu koşullar mevcut olduğu sürece ateş var olur, ancak unsurlardan birini bile ortadan kaldırdığınız anda, ortaya çıkan varlık (bu durumda ateş) var olmaktan çıkar. Aşk da böyledir: Yalnızca doğru koşullar altında ortaya çıkar ve yalnızca onu mümkün kılan koşullar mevcut olduğu sürece var olmaya devam eder. Başka bir deyişle, birlikteliğin sunabileceği tüm tatmini deneyimlemek istiyorsanız, odağınızı nasıl hissettiğinizden nasıl olduğunuza ve ne yaptığınıza kaydırmanız gerekir.

Bu durum aşk hakkında bana öğretilenlere hiç benzemiyor. Muhtemelen sizin de öğrendiğiniz bu değildir. Gelişen Aşk sadece bir şans meselesi değildir ve kesinlikle tesadüfen gerçekleşmez. Tam aksine işbirliğine dayalı bir çabadır. Partnerinizle birlikte günbegün inşa ettiğiniz bir şeydir. Dinlemek, beklentileri netleş-tirmek ve sınırları korumak gibi somut becerilere bağlıdır ve bunlar zaman içinde öğrenilebilir ve geliştirilebilir. Hızla alevlenip sönüp giden romantik tutku karşısında umut dolu ve sürdürülebilir bir alternatiftir. Gelişen Aşk, zamanla solmak yerine güçlenir.

Romantik ilişkileri araştırmaya, sevmenin ve sevilmenin ne anlama geldiğine dair kafamdaki bazı soruları yanıtlamanın bir yolu olarak başladım. Konunun derinlerine indikçe ve araştırma kendi başına bir yaşam sürmeye başladıkça, bulgularımızdan bazılarını başkalarıyla nasıl paylaşabileceğimi düşünmeye başladım. Araştırmamızın sonuçlarını ilk kez 2015 yılında Stanford Üniversitesi’nde sundum. Konuşmamı bitirdiğimde bir kadın ayağa kalktı ve aynı anda hem alkışlamaya hem de ağlamaya başladı. Duygularından o kadar etkilendim ki mikrofonu ona uzattım. Dedi ki, “Aşk hakkında inandığım her şeyi tersine çevirdiniz! Yirmi yıl önce neredeydiniz?” Cevabım, tam bir empati içinde, “Yirmi yıl önce ben de senin yerindeydim,” oldu.

"Bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan evlilikler hakkında yapılan bir tahmin ve süregelen bir yanlış inanışmış."

Evlenme hayalleri kuran gençlerden biri değildim, aslında bunu istemiyordum bile. On beş yaşındayken bir dergide evliliklerin yüzde 50’sinin boşanmayla sonuçlandığını okuduğumu hatırlıyorum. Sonradan öğrendim ki bu sadece İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan evlilikler hakkında yapılan bir tahmin ve süregelen bir yanlış inanışmış. O zamanlar bunu bilmiyordum ve bu olasılık tehlikeli görünüyordu. Çözümüm ne oldu? Düğünlere gitmeyi bıraktım. Neden insanların bunu kutlamak isteyecek kadar aptal olduğunu anlayamıyordum. Evlilik, benim on beş yaşındaki zihin dünyamda kaçınılması gereken bir kumardı.

Sonra kocam Pejman’la tanıştım. Dr. Pejman Azarmina, Thinkocrats’ı kuran bir tıp doktoru ve araştırmacıydı. Çıkmaya başladığımızda evlilik konusundaki görüşlerimi yeniden gözden geçirmeye başladım. “Mutlu evliliğin sırrını” çözmeye koyuldum ve cevapları bildiğimden ve bir planım olduğundan emin olduktan sonra evlendik. Pejman ve ben evliliğimizin ilk yıllarında yüksek lisanslardan birden fazla ülke değiştirmeye kadar pek çok şey yaşadık. Ancak ilişkimizdeki dönüm noktası ve aynı zamanda bu araştırmanın başlangıç hikâyesi, evliliğimizin ilk yıllarında arkadaşlarımla aynı aracı paylaşırken panik atak geçirdiğimde yaşandı. Bu kesinlikle planın bir parçası değildi.

Bir psikoloğa danışmaya gittiğimde, yakın ilişkilerimden bazılarına, özellikle de evliliğime göz atmamı önerdi; bu beni derinden yaraladı. Benim mükemmel ilişkimi sorgulamaya nasıl cüret ederdi! Takip eden aylarda, Pejman ve benim nasıl birbirimize kaynaştığımızı, sanki ikimizin tek beyin ve tek kalbe sahip tek bir varlık hâline geldiğimizi anlamaya başladım. Yepyeni bir ülkeye göç etmek, hem pratik nedenlerle hem de yeni bağlamda kendimizi ve kimlik duygumuzu kaybetmemek için birbirimize daha fazla güvenmemiz anlamına geliyordu. İlişkimiz bize kim olduğumuzu ve dünyadaki yerimizin ne olduğunu hatırlatıyordu. Bildiğimiz yer orasıydı.

“Otuz altı yaşındayım ve üç aydır başka bir insana dokunmadım..."

Kaynaşma ve bağımlılıktan karşılıklı güvene giden uzun yol zaman aldı ve her zaman parkta yürümek kadar kolay değildi. Başlangıçta tamamen unuttuğumuz parçalarımızı yeniden kazanmaya başladığımızda, her ikimiz de zaman zaman bir kayıp duygusu hissettik ya da bizi bir araya gelmeden önce olduğumuz bireyler hâline getiren bu parçaları bıraktığımız için kendimize veya diğerine öfke duyduk. İnsan olarak zaman içinde doğal bir büyüme ve dönüşüm geçirdiğimizi kabul ediyorum. Ancak, kimliğinizin önemli yönlerini kaybetmeyi deneyimlemek tamamen farklı ve derin bir duygudur. Bazen birimiz ya da her ikimiz de anlaşılmadığımızı hissettik ve kendimizi tekrar kaybetmeden nasıl birlikte olabileceğimizi çözmek biraz zaman aldı. Her şeye rağmen bunu çözemediğim için utandığımı hatırlıyorum (unutmayın, bir planım vardı!) ve sanırım ikimiz de dünyaya karşı biraz hayal kırıklığı hissettik, çünkü erişebildiğimiz kaynakların hiçbiri farklı bir yol sunamıyor gibi görünüyordu. Bir keresinde babamla bu konu hakkında konuşmuştum ve her zamanki gibi “Bulamıyor musun? O zaman onu sen yarat,” demişti. Ben de öyle yaptım.

Aşk hakkında bildiğimi sandığım neredeyse her şeyin yanlış olduğunu fark etmem için o panik atak gerekliydi. Danışanlarımın çoğu için bu netlik ânı COVID-19 salgını sırasında gerçekleşti. Bir yerde tecrit edilme ve ev dışındaki insanlarla temasın ciddi şekilde sınırlandırılması, yalnız yaşayanlar üzerinde muazzam bir baskı yarattı ve birçoğu günlerini, haftalarını ve hatta aylarını yüz yüze temas olmadan geçirdiğini anlattı. Tensel açlığın (yetersiz insan dokunuşu) gerçek zararları, meslektaşlarımızla yaptığımız profesyonel Zoom toplantılarında sohbet konularından biri hâline geldi. Biriyle ilişki kurmak ve bunu yürütebilmek yeni bir aciliyet kazandı ve bir zamanlar imkânsız gibi görünen uzlaşmalar birden daha cazip hâle geldi. Danışanım Dave bana şöyle demişti: “Otuz altı yaşındayım ve üç aydır başka bir insana dokunmadım. Biri üniversitede üç yıl, biri yedi yıl ve sonuncusu da yaklaşık beş yıl süren ilişkilerim oldu ve hepsi de nazik, iyi kadınlardı. Ama hiçbiri ‘O Kişi’ gibi hissettirmedi. Belki de bunca zamandır yanıldığımı, imkânsız bir şeyi aradığımı düşünmeye başladım. Hayatımın geri kalanında yalnız kalmak istemiyorum.”

Partnerleriyle karantinada kalan insanlar için –bazen bizolasyon olarak da adlandırılır– romantik idealin bedeli biraz daha farklıydı. Pandemi öncesinde, zaman ve dikkat gerektiren pek çok başka talep varken kolayca göz ardı edilebilen tüm küçük huysuzluklar ve sıkıntılar, zorunlu birlikteliğin sürekliliği altında korkunç bir şekilde büyüdü. Danışanım Janie bunu bana çok dokunaklı bir şekilde şöyle tarif etmişti: “Harika bir filmin sonunda hissettikleriniz gibi. İki saat boyunca bu cennet gibi dünyaya kendinizi tamamen kaptırmışsınızdır ama sonra jenerik akar, ışıklar yanar ve aslında Queens’te bir sinema salonunda olduğunuzu, spor ayakkabılarınızın yere yapıştığını ve patlamış mısırın kazağınıza bulaştığını hatırlarsınız.” Altı ay boyunca küçük dairelerine hapsolan Janie ve eşi, düğünlerinden bu yana geçen on yıl içinde yavaş yavaş birbirlerinden uzaklaştıklarını fark etmişti. Neyse ki pandemi, birlikte planlamadan zaman geçirebilecekleri geniş bir alan sağlamıştı; bu aslında çok ihtiyaç duydukları ama eksikliğini fark etmedikleri bir şeydi.

"İster Baby Boomer, ister X Kuşağı, ister Y Kuşağı ister Z Kuşağı olun..."

Hayattaki her şeyde olduğu gibi, hiçbir şey tamamen kötü ya da iyi değildir; gerçek hayat aradaki nüanslardadır. Bazı çiftler için, birlikte karantinaya girmek onlara ilişkilerini yeniden değerlendirme ve önceliklerini yeniden belirleme fırsatı verdi. Yanlarında kalacak birine sahip oldukları için minnettar oldular ve sabır, iyi bir dinleyici olmak veya eğlenceli bir mizah anlayışına sahip olmak gibi bir süredir üzerine düşünmedikleri özellikler için yeni bir takdir duygusu geliştirmeye başladılar. Kendilerine ve birbirlerine bakmak yeni bir anlam kazandı ve bağlarını pekiştirdi. Bazıları, eşlerinin çocuklarla ilgilenmek için geçirdiği zamanı ya da iş telefonlarına kulak misafiri olarak iş yerinde yaşadıkları stres gibi şeyleri ilk kez gözlemledi.

Başka birçok çift ise çok farklı bir deneyim yaşadı ve ilişkilerinin temelinin bu baskıya dayanacak kadar güçlü olmadığını keşfetti. Benden ayrılmalarını kolaylaştırmamı isteyen birkaç çift ile çalıştım, çünkü pandemi öncesi dönemde dikkatlerini dağıtarak, duygusal ihtiyaçlarını dışarıdan karşılayarak veya partnerlerinden tamamen kaçınarak kasıtlı olarak görmemeyi seçtikleri şeyle nihayet yüz yüze gelmişlerdi. Birçok kişi bana, potansiyel COVID tehdidiyle yaşadıkları ölüme yakın deneyimin, hayattan ne istediklerini yeniden önceliklendirmelerini ve yeniden düşünmelerini sağladığını söyledi. Bazıları karantinayı beraber geçirmek için bir partner seçmek ve diğer partner(ler)i bırakmak zorunda kaldıklarını söyledi. Bazıları devam eden bir ilişki keşfetti, bazıları başa çıkma mekanizmalarını (seyahat etmek, spor salonuna gitmek, arkadaşlarla görüşmek) kaybetti ve ilişkileri çöküşe sürüklendi, kimileri ise bu süreçte eşlerinin ebeveynlik tarzını kabul edilemez buldu.

İlişkiler hakkındaki düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmek için bir sonraki pandemiyi beklemek zorunda değiliz. Bu sayfalarda, hemen faydalanabileceğiniz bilgi ve tecrübeyi okuyacaksınız. Zaman testine dayanıklı ve aynı zamanda, bireysel bağlamlara zarif bir şekilde uyum sağlayan bilgiyi. İster Baby Boomer, ister X Kuşağı, ister Y Kuşağı ister Z Kuşağı olun, eminim size hitap eden bir şeyler bulacaksınız. İranlı şair Hafız’ın on dördüncü yüzyılda söylediği gibi: “Her kalp sevgiyle kucaklanmayı hak eder, çünkü içinde başka bir ruhun şefkatli bağlılığı tarafından tutulma özlemi vardır.”

Bu kitabın sizi arzu ettiğiniz ve hak ettiğiniz aşka giden yolda ilerletmesini umut ediyorum. Birinci bölümde, romantik aşk hakkındaki mevcut fikirlerimize nasıl kapıldığımızı ve neden bu fikirlere bu kadar bağlı kaldığımızı görmek için modern çift algısını yapısöküme uğratarak başlayacağız. Ayrıca bunun kişisel yaşamlarımız ve bir bütün olarak toplum üzerindeki etkisine de bir göz atacağız. Size başarılı çiftlerle yaptığımız araştırmanın temel bulgularını tanıtacağım, araştırmada ortaya çıkan sevgi dolu ilişkiler modelini sunacağım ve parçaların birbirini nasıl tamamladığını açıklayacağım. İkinci bölümde, her birinin neden önemli olduğunu ve nasıl geliştirilebileceğini daha iyi anlamak için Gelişen Aşk’ın altı farklı bileşenini inceleyeceğiz. Bu bölüm, ilişkinizde hemen uygulamaya koyabileceğiniz çok sayıda egzersiz ve pratik araç içeriyor. Baştan söylemek isterim ki bu araçların hiçbirinin herkese uyan tek bir reçete olmasını amaçlamıyorum. Daha ziyade, önerilenlerin kendinize uygun bir versiyonunu şekillendirebileceğiniz net bir iskele sağlamayı umuyorum. Sizi öncelikle önerilen alıştırmalar üzerinde çalışmaya davet ediyorum, ancak kendi yaşamınız ve ilişkileriniz için anlamlı olabilmeleri için bunları ayarlamaktan veya uyarlamaktan çekinmeyin. Özellikle fiziksel, zihinsel, duygusal veya sosyal bağlamlarınıza göre, önerdiklerimin farklı versiyonlarını denemeyi seçmeniz gerekebilir ve bu tamamen normaldir! İkiniz de neyi ne amaçla yaptığınız konusunda hemfikir olduğunuz sürece, büyük olasılıkla fayda sağlayacaksınız.

Üçüncü bölümde, Gelişen Aşk’ın bazı temel yaşam alanlarını nasıl destekleyebileceğine ve bunun eylemde neye benzediğine odaklanacağız. Bir çiftin günlük ritüellerinden ve yaşamından bazı kesitlerle –seks, çatışma ve geleceği planlama gibi– size rehberlik edeceğim. Böylece sadece gerekli materyallere (okuryazarlık) değil, aynı zamanda tasarladığınız aşkı ve ilişkiyi nasıl sürdüreceğinize dair net bir fikre sahip olduğunuzdan (akıcılık) emin olmayı amaçlıyorum.

Bu yolculukta size eşlik ederken birden fazla rol oynayacağım. Sadece konuşmakla kalmayacağım, düşünce ortağınız olarak size adım adım yol göstereceğim. Bazen uzman olarak, bazen düşüncelerinizi kolaylaştıracak unsur olarak devreye gireceğim, bazen anlayışınızı derinleştirmek ve bir şeyleri çözmenize yardımcı olmak için görevi size devredeceğim ve bazen de başvurabileceğiniz örneklere sahip olmanız için benim (veya başkalarının) neler yaptığından söz edeceğim. Bu kitabın sonunda, birlikteliğinizi sadece hayatta tutmak yerine onu geliştirmek için ihtiyacınız olan araçlara ve zihniyet değişikliğine sahip olacaksınız. Ayrıca, Sürdürülebilir Aşk’ı okurken istediğiniz zaman erişebileceğiniz daha fazla kaynağı barındıran bir internet sayfası da bulunuyor.

Sevgi dolu bir ilişkiyi hak ettiğinize yürekten inanıyorum. Arzulandığınızı, saygı gördüğünüzü ve sizin için anlamlı olan şekillerde sevildiğinizi hissettiğiniz ve gördüğünüz bir birliktelik yaşamayı hak ediyorsunuz. Partnerinize güvenirsiniz ve o da size güvenir. Partnerinizin sıkıntıları için kalbinizde bir yer ayırırsınız ama bu sizin için olağanüstü bir yük oluşturmaz, her durumda ona inanırsınız ve onun da sizin için aynı şeyi yapacağını bilirsiniz. Sevginizi özel ve bilinçli yollarla ifade edersiniz. Birbirinizi çok iyi tanırsınız. Bağınız güvenlidir; ilişkiniz hakkında endişelenmek için zaman harcamazsınız. Sevildiğinizi, görüldüğünüzü ve tatmin olduğunuzu hissedersiniz. Soyut bir kavrama atıfta bulunmak, tahmin etmeye çalışmak veya umut etmek yerine neden böyle hissettiğinizi adlandırabilir ve doğrudan buna atıfta bulunabilirsiniz.

Keskin ve dramatik duygu durumları –yoğun öfkeler, hıçkıra hıçkıra ağlanan barışmalar, acı kırgınlıklar, barışma seksi, boğulma veya terk edilme endişesi– Gelişen Aşk için bir dayanak oluşturmaz. Ama bu, onun sıkıcı veya monoton olduğu anlamına da gelmez.

Kargaşanın karşıtı sıkıcılık değildir. Kalp huzuru ve zihin berraklığıdır. Günden güne değişse bile dengeyi koruyan, ihtiyaçların ve olanakların sürekli ama incelikli bir kalibrasyonudur. Karşılıklı bağımlılığınız, sahildeki dalgalar ya da bedeninize girip çıkan nefes gibi alçalıp yükselir. İhtiyaçlarınız, arzularınız ve sınırlarınız konusunda bilinçli ve dürüst kalırsınız (en azından kendinize karşı). Heyecan, öngörülemezlik veya mükemmellik için değil, denge, derin bir tatmin duygusu ve güç için çabalarsınız. Dengenizi bozacak bir şey olduğunda, sorunu çözebilir ve dengeyi yeniden sağlayabilirsiniz. Net sınırlarınız vardır ve nerede uzlaşacağınızı ve ne zaman sevgiyle ve sağlam bir şekilde yerinizde duracağınızı bilirsiniz.

Tıpkı küçük bir çocuk gibi, birincil bağınız güvende oldu-ğunda odağınızı dışarıya çevirmekte ve dünyayla ilişki kurmakta özgürsünüzdür. İnsanlar birincil ilişkilerindeki drama nedeniyle duygusal olarak tükenmiş hissettiklerinde, başka pek çok şey için nadiren alana sahip olurlar. Doyurucu ilişkilerin finansal güvenlik, mesleki başarı, daha iyi bir beden ve zihin sağlığı ve genel olarak başarılı olma hissi gibi bir dizi olumlu sonuçla ilişkili olmasının nedeni belki de budur. Daha fazla insan bunları deneyimleyebilse harika olmaz mıydı? Bu benden size bir hediye olsun. Benim özgürlüğüm sizindir. Gelin, arzu ettiğiniz aşkı birlikte tasarlayalım.