24 Haziran 2014 04:24
T24’ün “Yayın yönetmenleri Radikal’i anlatıyor” dizisinin ilk bölümü dün yayımlandı.
Cumartesi günü kâğıt nüshası son kez basılan Radikal’i 1996’da kuran Mehmet Y. Yılmaz, ilk bölümde Radikal fikrinin doğuşundan Susurluk kazası sürecinde 720 bine ulaşan tiraja gazetenin ilk dört senesinde iz bırakan dönemeçleri anlattı.
Anlattıkları dört sene ile sınırlı kalmayan ve kendisinden sonraki dönemlere dair eleştirilerini esirgemeyen Yılmaz’a göre, Radikal kâğıda veda etmeyebilirdi.
Mehmet Yılmaz’a göre bu yoldaki en temel sebep “son 10 yılda yeterince aktif bir gazetecilik yapılmaması.”
Yazı dizisinin ikinci bölümünde Yılmaz’ın eleştirilerini halefi İsmet Berkan’a yönelttik. Berkan, Türkiye’nin gazeteciliğe başlayan en genç isimlerinden. 14 yaşında Cumhuriyet gazetesinde mesai harcamaya başlayan İsmet Berkan spor muhabirliğinden sayfa sekreterliğine, dergi editörlüğünden gazete yönetmenliğine gazeteciliğin tüm duraklarında bulundu. Para ve Aktüel dergilerindeki çalışmaları ardından başladığı Posta gazetesi yazarlığı sürerken Mehmet Yılmaz’ın teklifiyle Radikal serüveni başladı.
Radikal’i simgeleyen en önemli isimlerden İsmet Berkan, Ankara temsilciliği ardından 2000’de gazetenin genel yayın yönetmeni oldu. Berkan, 10 sene boyunca sürdüreceği bu görevde 2001 krizini, AKP’nin iktidara gelişini, Avrupa Birliği reformlarını, Taraf gazetesinin ortaya çıkışını, Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarının başlangıcını gördü ve Türkiye’nin en hareketli dönemlerinden birinde Radikal’e imzasını attı.
Gazetenin yaklaşık 80 bin tiraj kaybettiği bu 10 yılında neler yaşadıklarını anlatan Berkan, gerekçeleri konusunda hem fikir olmasa da Mehmet Yılmaz gibi kâğıt Radikal’in yaşayabileceği görüşünde.
“Bu ortak bir sorumluluk” diyen İsmet Berkan’a göre, “Süreçte patronajın da sorumluluğu var. Ama en büyük sorun gazeteyi yapanların.”
Bebek’te T24’ün sorularını yanıtlayan İsmet Berkan’ın Radikal hikayesi şöyle:
- Sizin Radikal serüveniniz nasıl başladı?
Yeni Yüzyıl’ı 1994 yılında kuran dört kişilik ekiptendim ve sorumlu yazı işleri müdürüydüm. 1996’nın Şubat ayında bir anlaşmazlık oldu ve oradan ayrıldım. Bir süre ortadan kaybolduktan sonra Para ve Aktüel dergisinde birlikte çalıştığım, çok eski ahbabım Mehmet Yılmaz aradı. Mehmet Yılmaz çok hızlı karar veren ve çok hızlı hareket eden bir insandır. Dedi ki,“Sen gel buraya, aklımda Yeni Yüzyıl gibi, Cumhuriyet gibi bir gazete yapmak var, seninle de konuşalım.”
- “Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyet gibi” ne demek?
Ciddi, yazı ağırlıklı bir gazete diyeyim. O zamanlar bir yandan da Mehmet Yılmaz yönetiminde Posta ve Fanatik çıkıyordu. Posta acayip başarılıydı ve o sırada bir promosyon veriyordu ve 700 bin civarında satıyordu. Mayıs 1996'dan itibaren, daha sonra adı Radikal olacak gazeteyi düşünmeye başladık. Fikirlerimizin olgunlaştığına inandığımızda Mehmet Yılmaz bu fikirlerle Aydın Doğan’a gitti ve Aydın Bey’i prensipte ikna etti. Biz de sayfa sayfa detaylandırmaya başladık gazeteyi; ekonomi, kültür sanat ve dış haberler sayfaları nasıl olmalı gibi sorulara yanıtlar aradık. Sonra da 10-12 ajansa gittik. Bize gazeteyi tarif et dediklerinde, hep “gazete gibi gazete olacak” derdik. Yani fikri takip yapacak, slogan atmayacak, habere ağırlık verecek, haberle yaşayacak. Diğer gazeteler gazete olmayı unuttular diye bir düşüncemiz vardı, bu fikir bence hala geçerli.
Ajansların önerilerinden içimize en sineni meşhur ‘’O bir Radikal’’ kampanyası oldu. Pek çok insan ciddi tepki gösterdi isme. İki kritik konu vardı; birincisi 'radikal' olumsuz anlamlarla anılan bir kelimeydi, ikincisi biz radikal miydik, değil miydik? Ajansımız, yani Young and Rubicam Reklamevi ve onun iki yaratıcı yönetmeni Serdar Erener ile Uğurcan Ataoğlu Türkiye’de radikal kelimesinin aslında içi boş bir kelime olduğuna bizi ikna etti. Bu kelimenin içini doldurabileceğimizi düşünerek tamam dedik ve “O bir Radikal” kampanyasının yanı sıra“Radikal ne demektir?” diye bir kampanya da yapıldı. Radikalin çeşitli sözlük anlamları arasında“benzerlerinden belirgin biçimde ayrılan” ifadesi vardı. Biz de radikali o şekilde tanımladık.
İkinci soru olan “Biz radikal miyiz”e cevabı da bir toplantıda Mehmet Yılmaz verdi, 'Bu ülkede çoğulcu demokrasi ve insan haklarının eksiksiz gerçekleşmesini istemek bizi radikal yaparsa, varsın yapsın' dedi. Ve Mayıs ayında başlayan çalışmalar ardından gazete Ekim’de çıktı. Ki bu aslında kısa bir süre. İngiliz Independent için bir buçuk yıl çalışıldı.
- Normalde gazeteciler Ankara’dan İstanbul’a gelirken siz neden Radikal’le birlikte İstanbul’dan Ankara’ya gittiniz?
Bir türlü Ankara temsilcisi bulamamıştık. Mehmet Yılmaz son dakikada “Sen gitsene Ankara’ya” dedi. Ankara’ya gidip gelmeyi seviyorum ama orada yaşamayı sevmem, fakat geçici olurum diye düşünerek tamam dedim. Ve 2 yıllığına gidip 4 sene kaldım. Ankara bürosunu kuran da ben değilim, rahmetli Hakkı Erdem’dir. Hakkı benim Cumhuriyet gazetesinden arkadaşımdı, Radikal’e emeği büyüktür. Hastalık seviyesinde dürüst bir insandı ve çok iyi bir gazeteciydi. Ben Hakkı’nın bürosunda temsilci olurken, o da istihbarat şefimiz oldu. Ankara’da 22 kişilik bir ekiptik, zaten tüm Radikal de yaklaşık 130 kişiydi.
Ben gazeteciliği usta-çırak ilişkisiyle öğrendim. Biz Cumhuriyet gazetesinde çok uzun toplantılar yapardık. Herkes her şeyi konuşurdu, daha çok da Hasan Cemal konuşurdu. O kadar hararetli olurduk ki, o toplantılarda iki kere Hasan Cemal kafama kocaman kristal kül tablasını fırlattı. Aktüel’in haftalık toplantıları da çok güzeldi, Mehmet Yılmaz’ın toplantı yöneticisi olarak tavrı hayranlık vericiydi. Provokatif olurdu ki herkes içindekileri döksün, konuşulan konuyla ilgili muhtemel bütün görüşler ortaya çıksın. Ben de Ankara’da işi engellemek pahasına saatler süren toplantılar yapardım. Çünkü orası bir yöneticinin birlikte çalıştığı arkadaşlarıyla en sağlıklı iletişim kurduğu ortamdır.
-Mustafa Balbay ve Özden Örnek’in günlüklerinde yazılanlara göre Ankara temsilciliği pek çok anlama gelebiliyor. 1996 ve 2000 yılları arasında Radikal’in Ankara temsilcisi olmak ne demekti?
1996 Türkiye’de Silahlı Kuvvetler partisinin büyük ölçüde iktidar olduğu bir dönemdi. Biz ilk çıktığımızda Refah-Yol hükümeti vardı. Refah-Yol’la hayat zordu, bürokrasiden haber almakta güçlük çekiyorduk. Gelen bütün haberler siyasi bir sosa bulanmış olarak muhalif birilerinden geliyordu. Ama Radikal çıktıktan 20 gün sonra yaşanan Susurluk kazası bir anda her şeyi değiştirdi. Ankara büro Susurluk hadisesinde çok iyi çalıştı, çok iyi haber aldık. Başta Evren Değer olmak üzere habercilerimiz çok iyi haberlerle geldiler ve bizim kendimize olan güvenimizi çok yükseltti bu durum. O güvenle de yolumuz hep açık oldu.
- İstanbul’a genel yayın yönetmeni olarak dönüşünüz nasıl oldu?
Mehmet Yılmaz en başta“Benden sonra sen alırsın burayı” demişti. 2000’de Milliyet’teki yönetim değişikliğinde Mehmet Yılmaz tercih edildi ve Mehmet Yılmaz da Aydın Bey’e benim adımı söylemiş. Aydın Bey de uygun görmüş. Böyle oldu.
- Vizyonunuz neydi? Değiştirmek istediğiniz alanlar var mıydı yoksa olduğu gibi devam mı etmek istiyordunuz?
Hiçbir şeyi değiştirmek gibi bir niyetim yoktu, zaten yapanlardan biri bendim. Tabii eksik ya da yanlış bulduğum şeyler vardı. Bunlar hep Mehmet Yılmaz’la da konuştuğumuz şeylerdi.
- Ne gibi şeyler?
Şimdi hatırlamıyorum ama ufak tefek şeylerdi, öyle devasa değişiklikler değil. Fakat ben Ekim ayında genel yayın yönetmeni olduktan sonra Kasım başında Türkiye krize girdi. Kasım krizi benim açımdan çok şok ediciydi. Onu görünce anladık ki bu bir yerde duvara çarpacak. Nitekim birkaç ay sonra 2001 kriziyle çarptı da.
- Radikal’i nasıl etkiledi kriz?
Krizden hemen sonra mali grup toplandı, yaptıkları öngörü şuydu: Radikal’in gelir hedefi yüzde 40 aşağı çekilecek. Bütün grup için gelir hedefleri aşağı çekildi ve grup çapında birtakım kararlar verildi.
- Nasıl kararlar?
Gelirleriniz yüzde 40 azalacaksa, giderlerinizi de yüzde 40’a yakın azaltmalısınız. Giderleri nasıl azaltırsınız? Önce gereksiz giderleri kestik ama personel çıkartmadan gider azaltmanın bir yolu yoktu. Yazarların ücretlerini indirdik. Ben kendi maaşımda indirim yaptım. Çok sancılı bir süreçti. Bu aynı zamanda stand alone (tek başına) olmak üzere tasarlanmış bir gazeteden de bir ölçüde vazgeçmek demekti.
- Siz ne kadar alıyordunuz, ne kadar kesinti yaptınız maaşınızda?
Hatırlamıyorum ama zammımı almadığım gibi anlamlı da bir indirim yaptım. O zaman bindiğimiz dalı kesiyoruz diye kararların bir kısmına itiraz ettim. Gazeteciliğimizden fedakârlıkta bulununca, o gazeteciliği geri toplamak çok zor olabilir ya da okuyucumuzu küstürebilirdik. Ama itirazlarım kayda bile geçmedi, yapılacak bir şey yoktu. Bu arada Radikal’in editoryal bütçesi Radikal’in kendisine rakip kabul ettiği gazetelerle, Milliyet’le, Hürriyet’le, Sabah’la kıyaslanmayacak kadar küçüktü zaten. Minimumda yaşarken o sınırların da altına inmek Radikal’in gazeteciliğini çok kötü etkiledi. Özel haber birimimizi kapadık, İstanbul’daki istihbarat servisimizi yarı yarıya küçülttük. Ankara büromuzu üçte bir oranında küçülttük. Spor servisini yok ettik.
- Bugün 130’un yüksek bir sayı olduğunu düşünmüyor musunuz?
Hayır.
- İdealiniz kaç?
Nasıl bir gazete yapmak istediğinizle ilişkili bir şey bu, o sıralar Posta gazetesinin editoryal kadrosu 25 kişiydi örneğin. Radikal için bence 180’le 200 arasında bir sayıydı olması gereken.
- Krizin Radikal’in tirajına etkisi ne oldu?
Satış 2001 ortalarında 90 binlerden 70 binlere geriledi. Bir süre sonra mali durumu topladık aslında. 2002 yılında reklam gelirlerimiz yeniden arttı. Zarar etmez oldu gazete ama satışı bu arada erimeye başladı. 70 binlerle 50 binler arasında dalgalanır oldu tiraj. Ta ki Taraf çıkana kadar. Taraf çıktığında bizden ciddi okuyucu götürdü.
Yalnız şunu söylemek lazım; 2001 kriziyle birlikte sadece Radikal kaybetmedi, bütün gazeteler kaybetti. Bunun etkileri uzun döneme yayıldı. İşte krizden yıllar sonra ilk düşen Radikal oldu belki ama göreceksiniz, diğerleri de aynı sebeple düşecek. Çünkü gazetecilikten bir ölçüde vazgeçildi. Bu okuyucunun gözünden kaçan bir şey değil.
Gazeteciliğiniz eksilince siz haberlerinizde oluşan eksiği kendi kanaatlerinizle kapatmaya çalışıyorsunuz. Veya bir haber için iki ekstra görüş daha alabilecekken bunu alamıyorsunuz. Çünkü elemanınız yok, zamanınız kısıtlı. O iki ekstra görüşü siz kafanızdan tamamlıyorsunuz. Haberinizin içine kanaatlerinizi ekliyorsunuz. Bir süre sonra manşetinizi sloganlarla atıyorsunuz. Ondan sonra da bilgi almak isteyen okuyucu gidiyor, kanaat almak isteyen okuyucu geliyor. Bazı haberlerde hala adil olmaya devam ediyorsunuz ama pek çok haberde olamıyorsunuz. Çünkü diyelim ki taşrada muhabiriniz yok. DHA’nın Nevşehir muhabiri size bir haber gönderiyor ve bunu kontrol etme şansınız yok. Hakikate ulaşma imkânınız azalıyor gazetecilerinizin sayısı azaldıkça. Veya örneğin bir bakan hakkında yolsuzluk haberi yapacaksınız ama açıp o bakana sormuyorsunuz. Artık karşı tarafın görüşü denen şey gazetelerde yok gibi bir şey. Bunun iki sebebi var: 1-Karşı tarafa sorma alışkanlığımızı kaybettik. 2- Sorulunca o insanlar tepeden devreye girip o haberi engellemeye çalışıyor. Bazen de başarılı oluyorlar.
- Sizi kimler aradı?
Tek tek isim hatırlamama imkân yok.
- Makam hatırlayabilirsiniz.
Hatırlamıyorum. Ama çok aradılar. Tercihim zaten benim aranmamdı, patronu değil beni arasınlar, ne diyeceklerse bana desinler. Karşımdakine tek vaat ettiğim şey bu habere bir daha bakmaktı ve uygunsa itirazları haberin içine eklemekti.
- Önünüze gelip de yayımlamadığınız, bugünden geriye bakınca “Yanlış kararmış” dediğiniz haberler var mı?
Tekemmül etmiş bir haber olarak yayınlamadığımı hatırladığım en çarpıcı örnek bizim Ahmet Şık’ın haberiydi. Hizbullah davasıyla ortaya çıkan Hizbullahçıların işkence görüntüleri ve işkenceyle itiraflarını aldıkları insanların söylediklerine dair belgelerdi. İşkence altında, hayatta kalmak için son bir ümitle söylenenleri yayımlamanın uygun olmadığını düşündüm. Ahmet de kabul etti bu durumu.
Başka bir örnek Deniz Feneri’yle ilgiliydi. Davalar başlamadan Hakan Gülseven Çanakkale’nin bir ya da birkaç köyünden bazı insanlar kendilerine sahte makbuz imzalatıldığını söylüyordu. “Genişletip kanıtla” dedim Hakan’a ama bunu bir türlü tamama erdiremedik. O gün o haliyle yayınlasaydım büyük bir gerçeğe işaret edecekmiş bu haber ama benim gözümde tam değildi.
- Özden Örnek günlükleri size geldi mi?
Hayır.
- Gelseydi yayımlar mıydınız?
Gerçekliğini kontrol edip mutlaka yayınlardık.
- İnsan bazı durumlarda bir tarafa ikna olmaya hazır olabiliyor. Siz gerçekliği nasıl kontrol edecektiniz?
Bir itirafta bulunayım, biz bir kere bunu çok geç fark ettik. Nokta dergisi yayınlamazdan önce aslında bir iki web sitesinde bazı pasajlar çıkmış. Nokta’da yayımlananınca açtık, sorduk, “Tamamını bize verir misiniz” diye. Veremeyiz, dediler. Biz de Nokta dergisinin yayınını olduğu gibi kullandık. Sonra Özden Örnek çıktı dedi ki, “Ben hayatımda hiç günlük tutmadım. Bu günlükler de sahte.” Bir insan ya günlük tutar ya da tutmaz. Ben tutmadım diyorsa ne diyebilirsiniz bu adama? Kafamız karıştı açıkçası. Daha sonra günlüğün bütününü gördüm, adamın günlük tuttuğu çok belliydi.
- Çıkışıyla Radikal’in tirajını düşürdüğünü söylediğiniz Taraf, sadece okuyucu değil, Radikal’den yazar da götürdü.
Ben en çok Murat Belge’ye üzüldüm. Ama bunlar hayatın gerçekleri.
- Murat Belge’nin Taraf’a gidişi için iki gerekçe gösterdi. 1- Radikal’in Taraf gibi bir “Don Kişot” olmaması…
Murat’ın esas itirazı yazarlaraydı, “Bu gazetede faşistler de yazıyor” diye düşünüyordu. O dönem Gündüz Aktan, Namık Kemal Zeybek yazıyordu.
- Neden köşelerinizi farklı fikirlere açmaya başladınız?
Ölçütüm şuydu; bu gazete medenice ifade edildiği sürece bütün görüşlerin duyurulabileceği bir gazetedir. Bu görüşlerin duyurulması, gazetenin kendisinin siyasi görüşünü etkilemez. Görüşlerinin çoğuna katılmasam da bence rahmetli Gündüz Aktan görüşlerini medenice ve düzgün ifade eden bir insandı. Namık Kemal Zeybek de bence kötü bir yazar değildi. Ne kadar okunuyordu, temsil gücü ne kadardır vs. bunları kestirmek zor. Ama Namık Kemal Zeybek’ten o kadar da şikâyetçi değildim.
- Yayın yönetmeni sizdiniz, “şikâyetçi değilim” derken kastınız ne, sizin arzunuz dışında ricayla mı geldi bu isimler?
Benden önce varlardı, niye çıkartayım ki.
- Yanlış hatırlamıyorsam, Namık Kemal Zeybek Radikal yazarlığına sizin dönemizde başladı.
Çok iyi hatırlamıyorum. Belki de benden önce vardı, belki benim zamanımda başladı. Mesela Gündüz Aktan’ın gelmesi için ben aracılık ettim. Ankara’daydım, Dışişleri’nden haksızlığa uğrayarak emekli olduğunda Gündüz Bey’in Radikal’de yazmasını çok istedim. Görüşlerimiz hemen hemen hiç uyuşmazdı ama görüşlerini medeni bir şekilde ifade ediyordu ve güzel yazıyordu. Hasan Celal Güzel vardı bir de.
- Nasıl oldu bu açılım? Bir sabah kalktınız ve “Hasan Celal Güzel gazetemde yazmalı” mı dediniz?
Mutlaka birisi tavsiye etmiştir veya bir telkin gelmiştir.
- Telkin meslektaşlardan mı, yukarılardan mı gelmiştir?
Patrondan da gelmiş olabilir, her şey olabilir. Çok iyi hatırlamadığım şeyler bunlar.
- Daha yakın tarihli bir isim: Akif Beki?
İslami kesimle Türk basın kurumlarının ilişkisi sıfıra yakındır. Türkiye’de siyasal İslam hareketi ve çok kuvvetli bir İslami düşünce var. Hele 90’lı yıllarda İslami kesimde çok büyük bir entelektüel hareketlilik varken biz öyle insanlar yokmuş gibi davranıyorduk kurumlarda. Bırakın sosyal hareketleri 1980’li yıllarda Refah Partisi’ni izleyen muhabir yoktu, ben ısrar ettim bunun için Cumhuriyet’te. Yeni Yüzyıl’da çalışırken Akif’e yazı dizileri yazdırdım, iyi bir gazeteciydi, çok da eski arkadaşım.
- Tartışma Beki’nin İslami kesimden olmasından değil, Radikal yazarlığının Başbakanlık Sözcülüğü ertesinde denk gelmesinden kaynaklanıyor.
Akif’in Başbakanlık’tan teklif geldikten sonra aradığı sayılı ilk kişiden biriydim. Ben Başbakanlık’ta çalışmasına karşı çıktım ama o gazeteciliğini etkilemeyeceğini söyledi. Ayrıldıktan sonra da telefon edip Radikal yazarlığı teklif eden benim. Dedim ki “Akif kardeşim, sen git dinlen. Sonra bir yerde çalışacaksan Radikal’de çalışmanı isterim.”
- Bu isimlerin varlığı Radikal’in hedef kitlesi olarak koyduğu genç-sol kitleden vazgeçtiği anlamına mı geliyordu?
Hayır gelmiyordu. Biz okuyucumuzun hep akıllı insanlar olduğuna inandık.
- Diğer gazetelerin okuyucuları için aksini mi düşünüyorsunuz?
Ne münasebet... Şimdi Radikal hakkında konuşuyoruz. Radikal okuyucusu akıllıdır, kül yutmaz. Birisi yazı yazdı diye o yazıdan etkilenip görüşünü değiştirmez. O yüzden karşı görüşü de dinlemek ister diye düşündük ve böyle bir alan açtık.
- Bu tirajlara olumlu mu yansıdı, olumsuz mu?
Olumlu ya da olumsuz bir etkisi olmadı. Gazetenin bu zenginliğinden niye şikâyet edildiğini hiçbir zaman anlayamadım. İnsanlar görüşlerini medeni bir şekilde anlatabiliyorsa bence sorun yok.
- Sağdan gelen yazarların varlığı da etkilemediyse 2002’de ekonomik durumunu toparlayan Radikal’in tirajları sizce neden düşmeye devam etti?
Gazeteciliğimizden büyük fedakârlıkta bulunmuştuk, onu geri alamadık. Slogan gazeteciliği dediğim habercilik daha büyük bir ağırlık kazandı. Tabii gazeteci milletinin kendi tembelliğinden kaynaklanan bir tarafı da var bunun. Taraftarlar her sabah kendilerini iyi hissetsinler diye Sözcü gibi gazeteler yapılmaya başlandı mesela.
Bir de siyasi savruluşu ekleyin bunun üzerine. Kendine muhafazakâr demokrat da dese siyasal İslamcı bir kökenden gelen bir partinin Türkiye’de iktidar olması, Türkiye’de birden bire taşları yerinden oynattı. Riya dönemi sona erdi, herkes kendi gerçeğine döndü. Herkesin “Ben solcuyum”, “sosyalistim” gibi maskeleri vardı. Karşında bir İslamcı olunca birden herkes eski Türk kimliğine geri döndü. Radikal gibi kendini Batılı siyasal terimlerle tanımlamış olan bir gazete açısından bu başka bir çıkmaz yarattı. Ortada solcu yokken sol gazete yapmanın ne manası var veya liberal yokken liberal gazete yapmanın manası var mı?
- Tirajların düşüşünden okuyucuyu da mı sorumlu tutuyorsunuz?
Okuyucuyu sorumlu tutamazsınız, onlar için gazete çıkarıyorsunuz. Siz de ona uyum sağlayacaksınız. Ama okuyucu slogan istiyorsa ben bunu karşılayamam veya ancak bir yere kadar karşılayabilirim. Türkiye’de şu anda yandaş olmayan gazetelerin temel tüketicisi, reklamcıların A grubu diye tabir ettiği “beyaz Türk” demeye dilim varmıyor ama siyaseten bir tarafta duran insanlar. Cumhuriyet mitinglerine gidenler, belli siyasi duyarlılıkları gösterenler… O yüzden hem o kitleyi kapsayıp, hem o kitlenin dışına doğru uzanacak ortak bir dil bulmak ve geniş kitle gazeteciliği yapmak artık kolay değil. Ama imkânsız da değil bence.
- 2002’den sonra “Sol diye hitap ettiğimiz okuru tanımıyormuşuz, aslında milliyetçilermiş” mi dediniz?
Bu düşünce aklımda hep vardı ama göz ardı ediyormuşum. 2002 benim için de bir uyanma vesilesi oldu. O vakte kadar “Bunun milliyetçi tarafı da var ama sosyalisttir” derken bir bakıyorsunuz “Aslında sosyalist tarafı da varmış ama milliyetçi tarafı daha ağır basıyormuş.” Senden de AKP karşısında sıkılı bir yumruk olmanı bekliyor.
- Madem böyle bir düşünceniz vardı, sol ve milliyetçilik ilişkisi neden bir dosya konusu olmadı Radikal’de? Ticari kaynağı rahatsız etmemek için mi?
Dosya değil ama haber oldu. “Kızıl Elma koalisyonu” manşetiyle bu ilişkinin tanımını ilk biz yaptık. MHP ile solun bir kesiminin AKP’ye karşı bir araya geldiğini ilk tespit eden biz olduk.
- İlhan Selçuk ve Devlet Bahçeli arasında yürüyen görüşmelerden bahsediyorsunuz?
Evet ama bu daha sonra oldu. Biz çok daha önce bunu yazdık. Kıbrıs görüşmeleri sırasında birtakım dergilerde yayımlananları gördük ve bu tespitimizi ta o zaman yaptık. Kıbrıs bir turnusol kâğıdı gibiydi ama bence esas turnusol kâğıdı Kürt sorunu. “Kürtler eşit olmalı, ana dillerinde eğitim görebilmeli, ayrılıkçılık dâhil her şeyi siyaseten savunabilmeli” dediğinizde, bu milletin en temel kırılmasını da görüyorsunuz. Radikal'in bu konulardaki bir manşeti de “Dikkat ırkçı var”dı, çok büyük tepki aldık.
- Peki okuyucusunun gerçek kimliğini gördüğünü düşünen Radikal yönetimi kendini yeniden tanımladı mı? Bu değerlendirmenin Radikal’e nasıl bir geri dönüşü oldu?
“Ne yapacağız” diye gazetedeki arkadaşlarla da konuştuk. Sanırım Tuğrul Eryılmaz’dı. Şunda karar kıldık: Biz insan hakları ve demokrasi diyoruz ve demeye de devam edeceğiz. Bir taraf seçeceksek demokrasi ve insandan yana tarafız. Hükümet doğru yaparsa yanında dururuz, yanlış yaparsa karışışında durur eleştiririz. Nitekim Avrupa Birliği (AB) süreci benim açımdan bir gurur vesilesi oldu. 2002’de seçime giden aylarda AB reformlarını çıkış yolu olarak gösteren gazete Radikal gazetesidir. Mesela o zamanlar Hürriyet inanmıyordu parlamentodan böyle bir reform paketi çıkacağına. 2002’de AKP iktidara geldiğinde AB ipine sarıldıysa eğer bunda o yayınların ve yaratılan havanın büyük bir etkisi oldu.
- Söyleşinin başında “Siyasilerin de sevdiği bir gazete oldu Radikal” demiştiniz. AKP’nin sevdiği bir gazete oldu mu?
Evet, oldu.
- Erdoğan’ın da sevdiği bir gazete miydi?
Sabahları açıp ilk okuduğu gazete olduğunu sanmıyorum ama en azından saygı duyduğu bir gazeteydi. Bence Erdoğan şunu düşündü: Bu gazete kategorik olarak düşmanlık gütmez.
- Siyasi savrulmalar olurken Radikal doğru yolu bulabildi mi yoksa o da savruldu mu sizce?
Bulamadı. Radikal’in hala doğru yol nedir bilen bir gazete olduğunu sanmıyorum. Biz ortada durmaya çalışıyorduk. Başbakan, Kopengah Zirvesi sonrasında bir basın toplantısı yaptığında oradaki gazetecilerden biri bendim. İnsan hakları eleştirilerini soran ve “Bu konuda ne yapacaksınız” diyen benim. Başbakan buna karşılık “İşkenceye sıfır tolerans” dediğinde biz bu hükümeti alkışladık. Ama aradan kısa zaman geçip hükümet kendisi kurduğu Baskın Oran ve Mehmet Kabasakal gibi isimlerin olduğu insan hakları kurulunu bir çıkıntılık nedeniyle dağıtınca bunu eleştirdik. Aynı şekilde “Kürtlerin sorunu bizim de sorunumuzdur” dediğinde alkışladık, “Şemdinli’deki insanların şahadeti kabul edilmez” dediğinde eleştirdik.
- Mehmet Yılmaz’a göre, Radikal Ergenekon ve Balyoz davalarında “Davalar fos” ve “Ergenekon’a bulaşan herkes Ergenekoncu” tarafları arasında savruldu, ortada durup iddiaları yeterince araştırmadı.
Balyoz bizim dışımızda bir hadiseydi, Taraf gazetesi tarafından çıkartıldı. Ben hiçbir zaman tam olarak da olayı anlayamadım. Bu konuda cehaletimi söyleyeyim, çok meşguldüm ve oturup Balyoz’un dava dosyalarını incelemedim. Ergenekon’uysa detaylarıyla okudum. Ergenekon’daki çelişkileri de yazan biziz, davaya büyük ölçüde haklılık atfeden de. Dava açılmadan önce bir yazı dizisi yazdım. Onda kendimce bir çerçeve çizdiğime inanıyorum ve o çerçeve benim için bugün de geçerli. Sanık sayısını eleştirirken gerçek darbe girişimleri olduğunu da söyledim.
- “Biz Ergenekon’un peşini kovaladık” mı diyorsunuz?
Ben bu anlamda davanın da yanlış bir dava olduğunu lisan-ı münasip ile kendi köşemde yazdım, gazetem de bunun haberini yaptı. Ortada somut darbe girişimleri var, Sarıkız gibi, Ayışığı-Yakamoz gibi. Yargılanan sivil ekip de büyük ölçüde Ayışığı-Yakamoz planının uygulaması olmakla suçlandı. Bütün bunlara “Ergenekon” adını kim neden koydu, bilmiyorum. Benim için bu dava, 2003-2005 arası darbe girişimlerinin davası.
- Sizin “iz bırakan Radikal manşetleri” listenizde hangi başlıklar var?
Bir tanesi “Gerçeğe dönüş” manşetidir. Onu hatırladıkça gülerim çünkü birisi şaka olarak söyledi o başlığı, sonra biraz üzerine konuştuktan sonra başlık yaptık. Çok var böyle manşetimiz. Bir kez 6 sütun 2 satır manşetten bir özür dilemiştik. “Bir şeyi yanlış yazdık ama sor bakalım neden” diye. O da iyiydi. En eleştirdiğim şey slogan ama iyi slogan atardık.
- Savunmadıklarınız var mı?
Sevdiğim manşetleri bitirmedim. Bir tane daha söyleyeyim. O sırada yayın yönetmeni değilim ama o gün gazeteyi ben yaptım. Mehmet Yılmaz yoktu, ben de İstanbul’daydım. Manşet yapacak haber yok. Ne yapacağız diye düşünürken bir fotoğraf gördük, Süleyman Demirel adaya gitmiş ve bir aile fotoğrafı çekilmiş ama fotoğrafta Cavit Çağlar da var. Biz de “Baba ve çocukları” diye yarım sayfa o fotoğrafı koyduk. Demirel çok kızmıştı. Mediacat dergisinin abonesiydik, her yıl ödülü Radikal alırdı sloganlı sayfalarıyla.
- Siz Radikal’in kapanma sürecine dair nasıl bir özeleştiri yapıyorsunuz? Bugünden geriye dönüp baktığınızda tiraj düşüşüne karşı “Şu önlemleri alabilirdik” diyor musunuz?
Ben 2010 Ağustos’unda Radikal’i 27 bin gibi bir tirajda bıraktım. 2008 başlarından itibaren CEO'muz Hanzade Doğan'a Radikal'de sürdürülemez bir düzenin olduğunu ve “ya yatırım yapıp bir şans daha vermemiz ya da bunu bırakmamız gerektiğini” açık bir dille söyledim. Çok yapıcı toplantılarımız oldu. Aydın Bey’in huzurunda da söyledim. Gazete bazı yıllar bir, bazı yıllar 2,5 milyon dolar gibi zararlar ediyordu. Büyük rakamlar olarak kabul etmeyebilirsiniz ama bu grup karlılık konusunda çok dikkatlidir. Doğrusu da budur. Bu zararın sürdürülemeyeceğini Aydın Bey de birkaç defa söyledi. “Böyle zarar ediyorsanız kapatırım” bile dedi birkaç defa.
- Siz Aydın Doğan’ın yerinde olsanız, on sene boyunca tirajlar düşerken bir noktada “İsmet Berkan’la olmuyor” kararı alır mıydınız?
Böyle şeyleri Aydın Doğan’la ya da Hanzade Doğan’la konuşmanız lazım. Bu gazeteyi daha yukarı çekmek için çok toplantı yaptık, fikirler geliştirdik, bir kısmını uyguladık, bir kısmını uygulayamadık. Bir yere kadar yapabiliyorsunuz. Gündelik rüzgârlardan etkilenmemenize de imkân yok. O rüzgârlar size bir yol çizebiliyor ve o yolun da yanlış olduğunu daha sonra görüyorsunuz. Ama şunu söyleyeyim, ben de, Mehmet Yılmaz da bu gazetenin karlılığına ya da az zarar etmesi için çok emek verdik. En önemlisi buydu.
- Zarara rağmen sizce Doğan Grubu neden Radikal’i neden kapatmadı?
Bir şans daha verelim diye Aydın Bey’i ikna ettik. Nihayet yatırım kararı 2009’un sonunda alındı. Referans’la birleştirilmesi ve bu sırada bir yatırım yapılması kararı verildi. Ben o toplantıdan sevinç içinde çıktım, ama birkaç ay sonra dedim ki “Ben yorgunum. Uzun zamandır bu sistemin içindeyim. Kutunun dışında düşünebilen birisinin gazetenin geleceğini düşünmesi belki daha doğru olur.” Yanılmıyorsam Haziran, 2010’da patronlar bunu Eyüp Can’la yapma kararı aldılar.
- Ne kadarlık bir yatırım kararıydı bu?
Ne kadar olduğunu hatırlamıyorum ama önemli olan yatırım kararı almaktı. Buraya eleman alınacak ve reklam kampanyası yapılacak demekti bu.
- Sizce Eyüp Can ismi doğru bir karar mıydı?
Onun takdiri bana ait değil.
- Sizin yönettiğiniz gazeteye sizden sonra gelen yayın yönetmeni hakkında bir fikriniz vardır.
O gazeteyi kendi çocuğum gibi, bana ait hissediyorum ama o gazetenin bir sahibi var. Bir şey söylemem yanlış olur. Eyüp birlikte çalışmadığım, o zamana kadar iyi tanımadığım bir gazeteciydi ama parlaktı ve farklı bakabiliyordu.
- Sevinçle çıktığınızı söylediğiniz toplantıda alınan yatırım kararı daha iyi değerlendirilebilir miydi?
O yatırımla gelen para benim denetimimde olsaydı başka türlü harcanırdı, Eyüp’ün denetiminde başka türlü harcandı. Hangisi daha doğru olurdu bilemeyiz.
- Eyüp Can yönetimindeki Radikal’in 4 yılını nasıl izlediniz?
Duygusal olarak çok tarafım bu konuda. O yüzden objektif bir şey söyleyemem.
- Objektif olmanıza gerek yok.
Aynı şey geçerli.
- Bir şey söylemedikçe “Her şey iyiydi ve neden kapandı bilmiyoruz” da demiş olmuyor musunuz?
Öyle bir şey söylemiyorum. Gazete zarar ediyordu. Benim zamanımda da, benden sonra da. Bu zarar taşınabilir bir şey değildi.
- Radikal’in kar etmemesine yol açan sebepleri merak ediyoruz.
Bu gazetenin gidebileceği bir tane yol var: İyi gazetecilik yapmak. Ama biz bu imkânı 2001 krizinden itibaren derece derece kaybettik. Önce spor havuzu, ardından haber havuzu oluşturuldu. Aynı haberleri yayınlayan 5-6 gazete varken sizin yapabileceğiniz tek şey masa başı cambazlıklarıyla ona biraz farklı başlık koymak, diğerinin öne çıkartmayacağını düşündüğünüz bir şeyi öne çıkartmak. Böylece farklıymış gibi yapmak, hâlbuki mal aynı mal. Siz kâğıdın üzerine harfler basıyorsunuz ve bunlar okunmayacaksa bunları basmanın da bir anlamı yok.
Bizim ve bütün Türk basınının sorunlarından biri de 1. sayfalar. Çoğu zaman birinci sayfa, içerideki sayfalara bakma ihtiyacını ortadan kaldırabiliyor. Bence az elemanla çalışmanın, gazeteciliği azaltmanın yarattığı bir başka sorun, siyasetin gazetelerimizde işgal ettiği olağanüstü geniş yer. Siyaset önemsiz değil, çok önemli kuşkusuz ama gazete hayatın tamamını kapsamalı, siyaset de siyasetçi olmayanların hayatında bir yere kadar önemli. Örneğin Haşim Kılıç’ın demeci kaç insanın hayatına değiyor? Siyaset hayatın sadece bir kısmı, geriye kalan onlar alan ve bu alanları haberleştirecek muhabir yok. Sonra güzel okunur olmalı gazeteler; neredeyse edebi bir zevk de verebilmeli okuyucusuna. Zamanında Günaydın gazetesi muhabirlerini gönderirdi büyük olaylara. Muhabirler ürünü getirir ve haber merkezi de Aziz Nesin’e yazdırırmış haberi. Sabah gazetesinde de böyle yazarlar vardı, muhabirlerin haberleri alır edebi bir tarzla hikâyeleştirirlerdi. Gazeteleri herkesin zevkle okuyabilmesi gerek. Kara kuru bir dil olmamalı. Ama bunun için iyi yazan iyi muhabirler gerek. O yok. Olmayınca da biz bu açığı köşe yazısıyla kapatmaya çalışıyoruz.
- Sizce Radikal’in kâğıda veda etmesi kaçınılmaz mıydı?
Kuşkusuz ki yaşayabilirdi, bu ortak bir sorumluluk. Patronajın da bir sorumluluğu var. Ama en büyük sorun gazeteyi yapan gazetecilerin, çalışanların. Beceremedik. Ama 18 yıl da az değil. Böyle ciddi izler bırakmış olması da bence çok önemli.
- Başlangıçtan itibaren hangi noktalarda farklı davranılsa Radikal kâğıda veda etmezdi?
Bence biz başlangıçtan son güne enerjimizin son damlasına kadar bu gazeteye verdik. Yumruklu, bağırış çağırışlı kavga bu gazetede o kadar az oldu ki. Bunun sebebi de şu: Herkes gazetesini sahiden seviyordu. Biz böyle bir ortam yaratmayı başardık. Sıfırdan başlayan bazı gazeteciler yıldız da oldu. Bunlar bende bıraktığı iyi izler. Şimdi şunu şöyle yapsaydık diyebildiğim bir şey yok, elimizden ne geliyorsa onu yaptık. Belki biz beceriksizdik.
- Sizce dijital bir Radikal ayakta kalabilir mi?
Dijital gelirleri çok düşük Türkiye’de. Dünyada da, Türkiye’de de okuyucusundan para almayan bedava sunulan bir haber sitesinin işlevini yapabileceğine inananlardan değilim.
- Paralı bir abonelikle sürdürebilir mi hayatını?
New York Times’ın online satış gelirleri kağıda basılmış gazetenin satış gelirinden daha fazla. Eğer iyi bir gazeteyseniz bunu sağlayabilirsiniz. Eğer okur tabanınız da mobil tabanlara kayıyorsa bu alana geçmelisiniz. Ama gazetecilikten fedakârlıkta bulunduğunuzda okuyucunuzu kaybedersiniz. Sonra da kısır döngüye girer ve kapanır gidersiniz.
- Dolayısıyla muhabir kadrosunu küçülten Radikal sizce kapanacak mı?
Hayır, hiç sanmıyorum. Ezgi Başaran gazetecilik hırsı çok fazla olan, başarılı bir arkadaşımız. Dünyayı da çok iyi biliyor, Batı’da internet gazetelerinin nasıl ayakta durduğu konusunda bir fikri var. Eminim o dönüşümü başaracaktır; önce okur tabanını genişletmek, sonra bir çeşit 'birinci sınıf' içeriği parayla sunmak gibi yöntemler var Batı’da uygulanan, tahminim Radikal de bu yolu deneyecek.
- Konudan bağımsız ancak sizinle konuşurken sormadan geçilmeyecek bir soru: Kabataş olayında ne oldu?
Ben de anlamadım aslında. Benim hıyarlığım, atmamalıydım o tweetleri. O tweetleri atarken tam olarak şurada oturuyordum.(Masanın kenarını gösteriyor.)
- O iki tweetten birinde “Olanların savunulur tarafı olmadığını” söylemiştiniz. Neye istinaden söylediniz bunu?
Daha sonra Kanal D’nin yayınladığı görüntüler için demiştim. Ama şimdi detay tartışmasına girmek de, kendimi savunmak da istemiyorum. Hataydı benim açımdan.
- O görüntüleri tweetleri attğınız gün mü izlemiştiniz?
Hayır, birkaç gün önce. Bu önemsediğim bir konu değil. Önemsesem yazı yazarım bununla ilgili, o yüzden tartışmanın detayına girmeyelim. Ama neden böyle olduğunu da anlamadım, iki tane tweet attım sonuçta.
- O iki tweette önemli şeyler söylediniz.
Hayır, onu söyleyen başkaları da oldu. Hatta yazanlar bile oldu. Ki o zamanlarda her şey olabilir. Bir kadın taciz edilmiş olabilir ya da o kadın yalan söylüyor olabilir. İnsanlar öldü diyenler oldu, gerçekten ölenler oldu, ama bir sürü yalan haber de yapıldı. Bu da o onlardan biri.
- Kanal D’nin yayımladığı görüntüleri izlerken siz orada bir olayın olduğunu mu düşündünüz?
Hata yaptığımın farkına vardım. Teyit etmeden böyle bir şey dememeliydim. Benim Twitter’ı yanlış anlamamdan da kaynaklanan bir şeydi. Daha fazla detaylara girip yine bu tartışmanın içine girmek istemiyorum. Ne olduysa oldu, ben geçtim orayı çoktan.
Yarın: Radikal İki’nin 16 yıllık yayın yönetmeni Tuğrul Eryılmaz anlatıyor
© Tüm hakları saklıdır.