Ceren Cevahir Gündoğan
Toplumsal yaşamın kırılma noktaları kadar kırılmayı oluşturan koşullar da önemlidir. Yani zirvenin kendisi kadar zirveye giden yolda yaşananlar da toplumsal belleğe düşülen kayıtları oluşturuyor. Çehov'un büyüklüğünü 1917 Devrimi'ne giden yolda bireyin duygu durumuyla paralel toplumsal kazanın kaynayışında, bu kaynamada Rusya toplumunu oluşturan kimselerin hezeyanlarını, açmazlarını, kayıp ve kazançlarında görürüz. Hayran kalırız Çehov'a, nasıl oldu da devrimden önceki toplumu bize devrimi öngören üslup ve olaylar örgüsüyle aktarabildi diye? Çoklu cevaplardan biri de, içindeyken yaşadığımız durumun dışarıdan görünüşünü o an(lar)da odağa alamayışımız olabilir. Bugünü anlatan eserlerin yanından geçip gideriz genellikle, birkaç zaman sonra bu eserlerin bugünün bireyine/toplumuna dair önemli kayıtlar oluşturacak olma ihtimalini düşünmeyiz pek.
Bilgehan Uçak'ın romanı Akşamlar Artık Serin, Everest Yayınları'ndan kısa süre önce çıktı. Genç fotoğrafçı Selim'in en yakın arkadaşının düğününde tanıştığı Müjgan'a görür görmez âşık oluşunu, birliktelikleri evliliğe ilerlerken Müjgan'ın annesinin üst kat komşusu Türkân'la tutkusu yüksek, gizli, başka bir birliktelik yaşamasını akıcı ve sade bir dille anlatıyor.
Anne-baba eviyle anneanne-dede evinin yakınlarındaki Göztepe'de kendine ait bir evde yaşayan "iyi aile çocuğu" Selim, her sabah kapıcının getirdiği gazeteleri okuyan, sert içki içen ve günün birinde sokaklarda gezerken o enfes kareyi çekeceği ânı kollayan bir fotoğrafçı. Sağanağa tutulmuşçasına Müjgan'la dolup taşıyor.
"Saat yaklaştıkça içimde şiştikçe şişen sevinç. Onunla buluşmayacak, ona kavuşacaktım." (s. 28)
Aşkın ilk zamanlarını Müjgan'la ilişkilerinin başlangıcında okura da aynı romantizmle gösteren Akşamlar Artık Serin'in kırılma noktası, Selim'in davet üzerine, Müjgan'ın annesinin evine giderken apartman kapısında Türkan'la karşılaşması. Kimdir Türkan? Babasının onay verdiği kocasıyla evliliğinin son çıkmazında, bıkkın, anlaşılamamış, ince ruhlu olduğu kadar yaşama karşı cüretkâr, yıllardır resim yapmayan, sergi açmayan bir ressam. Karşılaşmaları tedirgin eder Selim'i. "...bu garip kadının varlığından rahatsız olmuştum."(s. 78)
Türkan'la ilk karşılaşmalarından sonra romanın birinci bölümü demek olan Selim'in anlatımı yavaş yavaş blackout'a düşer. Kendini sorgulamaya başlayan Selim'in iç dökümünü okuruz. Bu sorgulama elbette artan bir tempoyla en yakınındakilere de yönelir. Müjgan'la ve arkadaşlarıyla sesli olarak paylaşmasa da zihninin sarmallarında aradığı cevapları ya da sadece sorduğu soruları, benzer kaygıları onlarda göremediğinde yabancılaşma da başlar.
"Korkak mıyım ben? Neden adımlarımı bu kadar sıklaştırdım? Bu korkaklıkla çekebilecek miyim o yıllardır hayalini kurduğum ve ne olduğunu bilmediğim fotoğrafı? Benim steril dünyamdan, kolejli, nezih arkadaş çevremden çıkar mı o fotoğraf? Acıya ve ıstıraba nasıl kayıtsız kalabileceği öğretilmiş bu insanların yaşamları boyunca en becerebildikleri tek eylem, o fotoğraf karelerini saklamak, görmezden gelmek, ezkaza karşılaşırlarsa da arkalarını dönüp koşarak uzaklaşmak değil mi?"(s. 83)
Türkan'la ikinci karşılaşmaları, tiyatroya gitmek için Müjgan ve arkadaşlarını beklediği sırada olur. Aynı tutkuyu paylaşan insanların göz göze geldiği bir an vardır. Birbirlerinin odağına girme ânıdır bu. Diğer pek çok konuda uyumlu olmasalar, birbirlerine hiç benzemeseler bile ortaklaşılan bu tek tutku onları yakınlaştırır.
"Şimşekler çaktı gözünde, poşeti yere bıraktı, bir kez daha sordu: Sahir Kırtay mı dedin? Cevap veremedim."(s. 86)"Sahir Kırtay'ı sevdiğine göre yalnızlığı da biliyor olmalısın, dedi. Veda bile etmeden dönüp kalabalığa karıştı." (s. 87)
Selim, çok sevdiği aktörün temsilinden çıktıklarında aynı etkilenmeyi Müjgan ve arkadaşlarında göremediğinde bir yabancılaşma daha yaşar. Çünkü oyundan önceki karşılaşmada Türkan'la aynı tutkuyu paylaşan insanların göz göze gelme ânını yaşamıştır artık. Yalnızlık tutkusudur bu…
Romanın ikinci bölümünü Türkan'dan dinleriz. Okuduğumuz bu bölüm aynı zamanda Türkan'ın günlüğüdür. Selim'le ilk karşılaşmasından, daha çok para kazanmak için işine gömülen kocasından ve onunla hiç uyuşmayan kendi iç dünyasından haberdar oluruz. Günlükten, bir delikanlıya nasıl tutulduğunu, Müjgan'ın ve annesinin genel geçer ve sıradan kadınlık hallerini küçümsediğini, zuladan çıkarıp viski yudumladığını, sorguladığı ailesinin ve toplumun değer yargılarını, debelenip durduğu yalnızlıktan resim yapmaya başladığına kadar içinde taşıdığı ve artık taşan Türkan'ı okuruz.
"Yaşanmamış bir ömür istediniz benden. Yaşanmayacak bir ömür. En başında, hepiniz, hep beraber. Ne yapacağım, ne kadar yapacağım, nasıl yapacağım… Daha çok da neler yapmayacağım. En çok da kendi hayatlarını yaşayamayanlar, uyuşamadıkları bu değer yargılarının kurbanları istediler hayatımı benden almayı. Bir hiç için." (s. 129)
Türkan'ın kocasıyla yaşadığı yıllar süren uzaklık Selim'i tanımasıyla bir uçuruma dönüşür.
"Yatakta tek yatıyorken yalnız yatmıyordum; ne zaman iki kişi olduk, yeniden yapayalnız gecelerden biri başladı." (s. 166)
"Bu serseriyle alıp başımı gitmek istiyorum! Küçücük bir sahil kasabası belki, beyaz sıvalı bir ev. Belki romanlardaki gibi, kış günü yaz otelleri. Kalorifersiz. Birkaç parça eşya, duvarlarda tablolar. Dolapta battaniyeler. Herkes dedikodumuzu yapacak: Aramızdaki yaş farkı, küçümseyen bakışlar, bıyık altında gülümsemeler… Biz meydan okuyacağız. Elinde iki demet çiçekle gelecek! Sahir Kırtay konuşacağız yatakta, kimse anlamayacak bizi. Bazı geceler, o korkunç yalnızlığımızdan bir an olsun kurtulmak için sevişeceğiz. Sonra, beraberken bile aşılması mümkün olmayan o yalnızlık kuşatacak. İkimizden ibaret bir dünya." (s. 118)
İkisinden ibaret dünya da yetmez aşkı kurtarmaya. Bir imkânsızlık olarak yaşanan yaşanır, Selim'in elindeki lilyum demetinde hatırlarız aşkla baldıran acısının benzerliğini. Akşamlar Artık Serin, yalnızlığı örtünmek gerek.
Bireylerin o hüzün veren yalnızlığı da bilinmez bir geleceğe yuvarlanan toplumu anlatır aslında.