Sabah yazarı Salih Tuna, Türkiye'nin IMF'ye başvurarak para yardımı almasınını tavsiye edenlere tepkili. Tuna, "IMF'nin hatalarla dolu bir tarihi vardır" diyerek, "Bugün bize benzetilmeye çalışılan 1997 Asya krizinde uyguladıkları programlar çare yerine durumu daha da ağırlaştırmıştır.
Kaldı ki, Türkiye'nin bugün konuştuğumuz sorunlarının kaynağı kamu maliyesi değildir" dedi. Tuna, "Özgürlüğün bedeli teslim olarak ödenebilirse, IMF programını kabul ederek de düze çıkılabilir. Bedeli teslim olarak ödenen 'özgürlük' de ancak fakire çemkiren o 'hacıyatmazlara' özgüdür. İşin trajik yanı, bu 'siyaset hırsızı yavşaklar' hâlâ kritik görevlerde arzı endam ediyor" diye yazdı.
Tuna'nın "Özgürlüğün bedeli ve IMF" başlığıyla (22 Ağustos 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Önce "Ortodoks vesayetten" sonra da "müstevli taşeronu FETÖ vesayetinden" kurtulmanın bedelini ödedik.
Sıra geldi "ekonomik özgürlüğün" bedelini ödemeye.
En zoru da budur.
Her şeyden evvel "saldırılara" dayanıksız (Özal'ların, Kemal Derviş'lerin sistemi üzerine oturtulan) oldukça kırılgan bir ekonomimiz var.
Bu köşecikte "çare nedir / ne yapmalıyız" üzerine az yazmadım.
Naçizane "önerilerimi" tekrar edecek değilim, yenilerini de ilave etmeyeceğim.
Bu sefer, harici ve dahili medyada yavaş yavaş ısıtılmaya çalışılan bir "öneri"den özellikle uzak durulması gerektiğini söyleyeceğim.
Mesela, Dünya Bankası eski Baş Ekonomisti Hollandalı Prof. Sweder van Wijnbergen, Türkiye'nin, IMF'ye başvurmak zorunda kalacağını söyledi.
Türkiye'nin gündeminde IMF olmadığı hatırlatılınca da, "Latin Amerikalılar da IMF'ye teslim olmayacağız derlerdi, ne oldu? Zamanı gelince bunu Türkiye de yapacak..." dedi.
Takdir edersiniz ki, "öneriden" ziyade "teslim olun" demektir bu!
İşin garip tarafı, namuslu dürüst "muhaliflerden" Prof. Atilla Yeşilada da (mealen) "ben olsam hiç beklemem, hemen IMF'ye başvururum" diyor.
***
IMF'nin kuruluş misyonunun cari açık veren ülkelerde ödemeler dengesinde yaşanacak sorunların "küresel finans sistemine" zarar vermesini engellemek veya finansal istikrarı korumak olduğu söylenir.
Hülasa, dış finansmana muhtaç memleketlerde kriz semptomları baş gösterdiğinde o ülkelere borç verir.
Peki babalarının hayrına mı?
Elbette hayır!
Uygulayacağı programı kabul edeceksin, lafla olmaz. Zaten önerdikleri programın uygulamasını sürekli kontrol ederler.
Karşılığında da yabancı yatırımcılardan finansman akışı devam eder.
Bedeli mi?
IMF borç verdiği ülkenin ekonomisini yönetir, siz de oylarınızla iktidara getirdiklerinizin yönettiğini sanırsınız.
Ayrıca...
IMF programlarının Türkiye için opsiyon olmadığını fehmetmek için yakın geçmişte yaşadıklarımızı hatırlamak yeterlidir.
***
Nobel ekonomi ödüllü Joseph Stiglitz'in ifadesiyle, "birinci sınıf okullardan mezun üçüncü sınıf iktisatçıların çalıştığı" IMF'nin söz konusu programlarının özellikleri ne midir?
Hemen söyleyelim: Tek tipçidir; borç verdiği ülkenin ekonomik dinamiklerini dikkate almaz.
Haliyle en iyi bildiği konu "kemer sıkmaktır."
Yani, daha az kamu harcaması, daha çok vergi, verimli olup olmadığına bakılmaksızın kamu mallarının / girişimlerinin satışıdır...
IMF'nin hatalarla dolu bir tarihi vardır.
Bugün bize benzetilmeye çalışılan 1997 Asya krizinde uyguladıkları programlar çare yerine durumu daha da ağırlaştırmıştır.
Kaldı ki, Türkiye'nin bugün konuştuğumuz sorunlarının kaynağı kamu maliyesi değildir...
IMF programları sosyal politikalar ve gelirin adil dağılımı konuları ile alakadar olmaz.
Tam aksine, dar gelirli kesimlerin yükünü artırarak gelir adaletsizliğini derinleştirir, işsizliği artırır.
Uzun lafın kısası, şayet özgürlüğün bedeli teslim olarak ödenebilirse, IMF programını kabul ederek de düze çıkılabilir.
Bedeli teslim olarak ödenen "özgürlük" de ancak fakire çemkiren o "hacıyatmazlara" özgüdür.
İşin trajik yanı, bu "siyaset hırsızı yavşaklar" hâlâ kritik görevlerde arzı endam ediyor.