Söyleşi

Shirin Neshat ile rüyalar ülkesi Amerika’ya çarpıcı bir bakış

Görseller: Nazlı Erdemirel

14 Mayıs 2022 16:32

Röportaj: Birsen Birdir
Derleyen: Heja Bozyel

İranlı sanatçı Shirin Neshat’ın, Land of Dreams sergisinin Dirimart Galeri’deki son haftası. 111 fotoğraf karesi ve çift kanallı video projeksiyonundan oluşan sergi için görüştüğümüz Neshat, “İçimdeki İran’ı kimse benden alamaz” derken ekliyor; “Benim bildiğim ve deneyimlediğim Türkiye hoşgörünün, zerafetin ve sanatın ülkesiydi. Farklı dinlerin, farklı görüşlerin bir arada yaşadığı, rengarenk bir yerdi. Türk halkının bunu yeniden kazanmak için ver gücüyle savaşması gerek. Bugün Türkiye’nin getirildiği nokta çok, çok, çok üzücü ve endişe verici maalesef. Kalbim Türk insanıyla.”

Birsen Birdir Los Angeles’ta, hayranı olduğu Shirin Neshat ise New York’ta. Amerika’nın iki ucunda, Orta Doğu’dan giden 2 kadın. Bu telefon görüşmesi çok uzun saatler sürebilir, göz yaşı ve kahkaha dolu olabilir. Ancak konu, Neshat’ın İstanbul’da devam eden sergisi.

Yani, Neshat’ın, “Amerika ve İngiltere dışında işlerime en çok ilgi gösterilen yerlerden biri” diye nitelendirdiği Türkiye ile olan özel bağını ve “beni özgürleştirdi” dediği son projesinin detayları… Aslında daha sert cümleleri, tanımları olan bir konuşma bu ama Neshat’ın da belirttiği politik iklim nedeniyle en “makul” haliyle karşınızda.

Merhaba Shirin, nasılsınız? Nasıl geçiyor günleriniz?

Merhaba! Türkiye’den New York’a yeni döndüm, Türkiye’de daha uzun kalmak isterdim ancak buradaki işlerim çok yoğundu. Hem Tribeca film Festivali’ne yetişmek istedim hem de bu hafta yeni projemin video çekimine başlıyoruz. O kadar uzun zamandır Land of Dreams ile meşguldüm ki yeni projem için sabırsızlanıyorum.

Filminiz bu hafta Tribeca film festivalinde seyirciyle buluşacağı için heyecanlı mısınız?

Elbette bu deneysel film, yaşadığım şehrin seyircisinin karşısına çıkacak diye heyecanlıyım. Basın ve seyirci tarafından bu sefer nasıl eleştirileceğimi merak ediyorum (gülüyor). Video enstelasyonlarını filme taşıyarak ya da görsel olarak çekici bir filme tezat, yıkıcı katmanlar ekleyerek sınırları zorladığımı biliyorum. Politik bağlamı ve provakatif tarzı mutlaka bazıları için anlaşılması güç, kafa karıştırıcı olacaktır. Eğlenmek için izlenecek bir film değil ancak içinde çok ince espriler var.

Yeni işinize başlamak için sabırsızlandığınızı söylediniz, Land of Dreams üzerinde en uzun süre çalıştığınız işiniz olabilir mi?

Sanmıyorum. 6 yıl Women Without Men üzerinde çalıştım, o en uzunu olabilir ya da Looking for Oum Kulthum filmim. Ama Land of Dreams’i özel kılan, bu filmde 3 farklı disiplinin bir araya gelmesi.

O halde belki de en komplike?

Evet, kesinlikle. Yansıttığı duygular ya da anlattığı hikaye bir yana, bir sanatçı olarak benim en deneysel yaklaştığım işim. Hikayeyi, konsepti fotoğraf, çift kanallı kısa video enstelasyonu ve senaryosu olan ünlü oyuncuların oynadığı uzun metrajlı bir film olarak nasıl yansıtır ve aralarındaki dengeyi ve birlikteliği nasıl bulabilirim diye çok düşündüm. Asıl karakterin İranlı bir kadın, bir fotoğrafçı olması, Amerikalıları kapı kapı dolaşıp fotoğraf çekmesi, onların rüyalarını toparlaması… Projenin her bir elementi farklı sanatsal yaklaşımlar gerektiriyordu hepsi birbirinden başka ancak bir bütünün parçasıydı. Tüm formlar aynı dili yansıtıyor ancak bambaşka ve biricikler. Tüm kariyerim boyunca fotoğraf, kısa ve uzun formatlı videolar ile çalıştım ama hepsini birbirinden ayrı tuttum. Bu sefer hepsini bir arada kullanırsam ne olur diye düşündüm…

İlk olarak hangi medium ile başladınız?

İlk olarak fotoğrafları çektik. İyi ki de öyle yaptık çünkü fotoğrafların bazıları videoda da kullanıldı. Fotograf hala benim asıl mediumum, sanat hayatıma fotoğraf çekerek başladım belki bu nedenle New Mexico’da tanımadığım insanların kapılarını çalıp evlerine girip, fotoğrafınızı çekebilir miyim diye sormak daha kolay geldi. Daha sonra tekrar kapı kapı dolaşıp bu sefer de videonuzu çekebilir miyim diye sordum. Daha sonra oyuncular işin içine girdi bu sefer evinize oyuncuları konuk edebilir miyiz diye sorduk. Fotoğraflar ve video 2019’da çekildi, uzun metrajlı film ise 2020’de.

Lokasyon olarak New Mexico’yu seçmenizin sebebi farklı kültürlerin bir arada yaşaması mıydı?

O da bir faktördü. Ancak dürüst olmak gerekirse: ben, görüntü yönetmenimiz, partnerim aynı zamanda yaratıcı ortağım Shoja Azari ve köpeğimiz Amerika’da uzun bir araba yolculuğuna çıktık. Bunu bir kere de değil bir kaç kere yaptık ve farklı eyaletleri dolaştık. New Mexico’yu ziyaret ederken buranın doğasının ve manzarasının İran’ın çöl manzarasını çok anımsattığını farkettik. Bu kadar uzak bir coğrafyada bu kadar tanıdık bir manzara bulunca, aradığımız lokasyonun da burası olduğuna karar verdik.

Film için Sheila Vand, Matt Dilon, William Moseley, Isabella Rosellini gibi ünlü isimlerle çalıştınız. Oyuncu seçimleri nasıl oldu?

Sheila benim hayran olduğum bir oyuncu. Video ve film için aklımda bir tek o vardı, asıl karakterimin o olacağını biliyordum. Diğer oyuncular içinse belli bir görüntü, yaş ve tavır vardı hayalimde. Matt Dillon, Anna Gunn gibi ünlü Amerikalı isimlerin bu gibi bir indie filmde oynayacaklarını düşünmemiştim ancak projeye dahil oldukları için çok sevindim. Örneğin Matt Dillon’ın canlandırdığı karakter gercek bir maço. Çok maskülen, bir Amerikalının “ben herşeyi herkesten daha iyi bilirim” tavrını takınan, at yerine motorsiklete binen modern bir kovboy. William Mosley’nin karakteri ise onun taban tabana zıttı. Naif, hassas, hayalperest modern bir hippi. Amerika’nın başka bir yüzünü yansıtıyor. Benim sevdiğim yüzünü. Dünyaya bakışı çok romantik, hayatın farklı alanlarına açık ve ilgili. Bu bağlamda type casting yaptık ve karakterleri en iyi canlandıracak isimleri seçtik. Isabella Rosselini senelerdir tanıdığım ve birlikte çalışmak için uygun fırsatı kolladığım bir isimdi.

Daha önceki tüm çalışmalarınız Orta Doğu’ya dönüktü, ilk defa Amerika odaklı bir işle karşımızda çıktınız. Bunun sebebi Amerika’nın bir önceki başkanı ve politik iklimi mi?

Daha önce Amerika odaklı bir iş yapacak kadar donanımlı olduğumu sanmıyordum. Buraya göç etmiş bir yabancı olarak sanki bu bana düşmezmiş, ben daha iyi tanıdığım ve bildiğim konular üzerinde çalışmalıymışım gibi geliyordu. Bu noktada artık Amerika’da İran’da geçirdiğimden daha çok vakit geçirdiğim ve hayatımın büyük bölümünde Amerika’da yaşadığım gerçeği ile yüzleştim. İran artık bir nostalji, ziyaret edemediğim bir ülkeydi. Hayatımın devamında gercekleştireceğim işleri bu uzak hatıralar üzerine inşaa etmek istemedim. Sanat hayatımı ve yetişkin kimliğimi New York sokaklarında şekillendirdim ve artık kendimi kandırmayı bırakıp bir göçmen olarak bu ülkede olanlara, Trump’ın başkanlığına ben ne söylemek istiyorum diye düşündüm. Daha dün kürtaj yasası haberlerini aldık, Amerika hızla karanlığa koşuyor. İran diktatörlüğüne karşı keskin eleştirimi burada neden yapmıyorum diye kendime sordum. Böylelikle ortaya espirili ve sürrealist bir bakış açısıyla sosyo-politik konulara değinen bu politik hiciv çıktı. Özellikle film, devletin gözetimini, insanların bilinçaltını kontrol etme çabasını anlatıyor ve bugün bize olmazmış gibi gelecek şeylerin gelecekte başımıza gelebileceğini farkettirmek istiyor.

Land of Dreams beni özgürleştirdi. Elbette içimdeki İran’ı kimse benden alamaz, her zaman İranlı bir sanatçı olacağım ve bakış açım böyle olacak ama gelecekteki tüm işlerim İran’la ilgili olmak zorunda değil. Belki bir sonraki çalışmamda odak noktam Türkiye olur!

Tam da bunu soracaktım. Türkiye daha önceki bir kaç işinize ev sahipliği de yapan özel bir yer sizin için.

Evet! 1997 yılında ilk video çalışmam Shadow Under the Web ve 1999 tarihli Soliloquy’nin bir kısmı Türkiye’de çekildi. Tam büyük deprem zamanıydı. Soliloquy İran ve Amerika’da çekilecekti ancak ben İran’a giremediğim için o kısımları Turkiye’de çektik. Benim için özel bir işti ve aslına bakarsanız Land of Dreams ile de çok paralelliği var. Tate Modern tarafından satın alındı ve geçtiğimiz sene gösterimdeydi.

Peki, bu ziyaretinizde nasıl buldunuz Türkiye’yi?

Aslına bakarsan Osman Kavala haberini duyana kadar çok farkında değildim neler olduğunun. Ziyaretim Ramazan’a denk geldi. Bu süreçte insanların hala içki içebilmesine, dans edebilmesine çok sevindim. İçimden demek ki halk kazandı diye düşündüm. Taa ki haberleri duyana ve ifade özgürlüğünün ne kadar kısıtlandığını fark edene dek. Türkiye dünyaya çok önemli sanatçılar kazandıran çok önemli bir kültür. Orhan Pamuk edebiyatı ya da Nuri Bilge Ceylan sineması bunun yalnızca küçük bir örneği. Benim bildiğim ve deneyimlediğim Türkiye hoşgörünün, zerafetin ve sanatın ülkesiydi. Farklı dinlerin, farklı görüşlerin bir arada yaşadığı, rengarenk bir yerdi. Türk halkının bunu yeniden kazanmak için ver gücüyle savaşması gerek. Bugün Türkiye’nin getirildiği nokta çok, çok, çok üzücü ve endişe verici maalesef. Kalbim Türk insanıyla.

İçtenliğiniz ve samimi sohbetiniz için teşekkürler. Son olarak, galeriyi ziyaret eden sanatseverlerde sergiden çıkarken hangi duygunun onlarla kalmasını isterdiniz?

Gücün kötüye kullanımı karşısında mağdur kalmış ve marjinalleştirilmiş bu insanların yüzlerindeki ismi konulamaz karmaşık duyguları fark ettirsin, insanlara dokunsun ve içinde bulunduğumuz sosyopolitik şartları sorgulama isteği yaratsın isterdim.

Shirin Neshat - Land of Dreams sergisi 22 Mayıs’a kadar Dirimart’ta gezilebilir.
https://dirimart.com/