04 Mart 2020 23:30
Türkiye'nin kapıları açma kararının ardından binlerce mülteci ve sığınmacı sınıra yöneldi. Edirne'nin farklı noktalarında ve güneyde de Ege adalarına geçişin mümkün olduğu sahil kasabalarında toplanan mülteciler ile sığınmacılar, Yunanistan'a geçmeyi ve oradan da Avrupa'nın farklı ülkelerine ulaşmayı umuyor ancak Yunan hükümeti ve Avrupa Birliği liderleri bu geçişe izin vermemekte kararlı.
Yunanistan, AB'nin de desteğiyle geçişlere izin vermeyeceğini ve sığınma başvurularını askıya aldığını duyururken; sınırdan çevrilen sığınmacı sayısının Salı sabah 06.00 itibariyle 25 binin üzerinde olduğunu ve aynı dönemde de 218 kişinin ülkeye yasadışı şekilde girdikleri için tutuklandığını açıkladı.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von Leyen de, Salı günü bölgedeki durumu incelemek için helikopterle yaptığı yolculuğun ardından, Yunanistan'a gereken tüm desteğin verileceğini söyledi.
Aşırı sağın kıtadaki yükselişini 2015'teki açık kapı politikasına bağlayan Avrupa liderlerinin geçişlere izin vermemekteki kararlığı ve sınırdaki zor şartlar, bazı mültecilerin vazgeçerek geri dönmesine sebep olsa da, sınıra yapılan yolculuklar hâlâ devam ediyor.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki Pazarkule Sınır Kapısı'nda Cumartesi gününden bu yana bekleyen Faslı Mohammed Bele, telefonda yaptığımız konuşmada bölgeye gelenlerin sayısının her gün arttığını söylüyor. Gıda ve suya ulaşımdaki zorlukların sürdüğünü, sınır kapısı önündeki binlerce mülteci için sadece iki adet portatif tuvalet olduğunu ifade eden Bele, ne yapmayı düşündüğü sorulunca "Bekleyeceğim" diyor. "Geçebilecek miyiz bilmiyorum ama geride beni bekleyen bir şey yok, o yüzden de dönmeyeceğim."
Sınırda bekleyenlerin büyük bir bölümünü Afgan mülteciler oluştursa da, aralarında Irak, İran, Suriye, Etiyopya, Komor Adaları, Fas, Cezayir gibi çok çeşitli ülkelerden gelenler var. Yunan sınırının hemen yanındaki tampon bölgede cuma günü konuştuğumuz Afgan bir kadın elindeki iğne izini göstererek, sınırların açıldığını duyduğunda hastanede olduğunu ve bir an önce kapıya ulaşmak için gece yarısı hastaneden çıkarak Edirne'ye geldiklerini söylüyor. "Burada bize iş vermiyorlar, ev vermiyorlar. Kapıların açılmasını bekliyoruz, Avrupa'ya gideceğiz" diyen kadın, gece aldığı haberin ardından Cuma sabahı ailesiyle birlikte Pazarkule'ye ulaşmış. Bele gibi onların da dönmeye niyeti yok.
Göç ve zorunlu yerinden edilme konularında çalışan Coventry Üniversitesi'nden doktora araştırmacısı Yasin Duman, mülteciler ile sığınmacıların sadece birkaç saat içerisinde evlerini ve hayatlarını geride bırakıp sınıra gelebilmesinin arkasında ne olduğu sorulduğunda, bu durumu incelerken birden fazla faktörün göz önünde bulundurulması gerektiğini söylüyor.
Türkiye'deki mülteciler ile sığınmacıların 'homojen gruplar' olmadığına dikkat çeken Duman, Suriye'den gelen mültecilerin 'Geçici Koruma Yönetmeliği' çerçevesinde birçok sosyal ve ekonomik imkandan ücretsiz olarak yararlanabildiğini, diğer ülkelerden gelen mülteciler ve sığınmacılar için durumun böyle olmadığını ifade ediyor. "Bu anlamda onları Avrupa'ya gitmeye zorlayan koşullar açısından bakıldığında hak temelli farklılıkların olduğunu söyleyebiliriz."
UNHCR'ın 2019 istatistiklerine göre Türkiye'de 3,6 milyon Suriyeli, 170 bin Afgan, 142 bin Iraklı, 39 bin İranlı, 5 bin 700 Sudanlı ve 11 bin 700 de başka ülkelerden mülteci ve sığınmacı var.
Türkiye'deki Suriyeliler, 13/10/2014 tarihli ve 2014/6883 sayılı Geçici Koruma (GK) Yönetmeliği kapsamında geçici koruma statüsünde ve bu durum onların ülkedeki yasal statüsünü diğer ülkelerden gelen kişilerden ayırıyor. Türkiye'de Suriyeli olmayanların kayıt ve sığınma başvuru süreci işlemlerine ilişkin yükümlülükler Eylül 2018'e kadar Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından yürütülüyordu. Daha sonrasında bu yetki BMMYK'dan Türkiye'nin kurmuş olduğu Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne (GİGM) devredildi.
Geçici koruma statüsünün Türkiye'de bazı temel haklara ulaşma konusunda Suriyelilere avantaj sağladığını belirten Duman, buna rağmen Suriyelilerin yine de toplumsal alanlarda zorluk yaşadığı yorumunda bulunuyor.
"İş bulmakta zorlanmadılar belki çünkü ağır işlerde, zor koşullarda, çok düşük ücretlere ve uzun mesailer içerisinde çalışmak zorunda kaldılar. Bazılarının maaşları ödenmedi" diyen Duman, bunun da beraberinde 'sağlık sorunları, hak ihlalleri, güvencesiz işçilik, emek sömürüsü, eğitime devam edememe' gibi sorunları getirdiğini kaydediyor.
Araştırma şirketi KONDA'nın Temmuz 2019'da bin 651 kişiyle yaptığı araştırma da; Suriyelilerin aynı şehir, mahalle ve aile düzeyinde kabulünün son üç yılda yarı yarıya azaldığı sonucunu ortaya çıkarmıştı.
"Suriyeli sığınmacılarla ilişkiniz hangi seviyede olabilir?" sorusuna katılımcıların yüzde 40'ı "Aynı şehirde yaşayabilirim", yüzde 31'i "Aynı mahallede yaşayabilirim" cevabını verirken, Suriyelilerle aynı apartmanda yaşayıp komşuluk ya da arkadaşlık yapabileceğini söyleyenlerin oranı ise yüzde 21'de kalmıştı.
Edirne'ye Isparta'dan gelen ve Cumartesi gecesini nehir geçişlerinin yaşandığı Doyran Köyü'ne birkaç yüz metre mesafede bir tarlada geçiren Afgan ailedeki erkekler neden buraya gelme kararı aldıkları sorusuna cevap verirken ilk olarak geçim sıkıntısı ve iş bulamamaktan bahsetse de, gruptaki kadınlar arkadan Farsça "Ev bile vermiyorlar" diye ekliyor.
"Türkiye'de mültecilere karşı ayrımcılık o kadar yaygın ki, ilkokul çağındaki çocuklarda da gözlemleniyor. Onlar akranlarından, öğretmenlerinden, aile üyelerinden ve medyadan öğreniyorlar mültecilerin onlardan olmadığını" diyen doktora araştırmacısı Duman, bu durumu 'birbirini etkileyen halkalardan oluşan, her gün birbirine eklemlenen, eklemlendikçe de ağırlaşan bir zincire' benzetiyor ve mülteciler ile sığınmacıların günlük hayatta her gün ayrımcılıkla karşı karşıya kaldığını ifade ediyor.
Bu durumla karşı karşıya kalmayan, bu süreçte herhangi bir çatışmanın tarafı olmamış mülteciler de bulunduğu notunu düşen Duman, "Fakat bu yine de Türkiye'de böylesi ayrımcı, dışlayıcı ve şiddet temelli toplumsal ve siyasal uygulamaların olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor" yorumunda bulunuyor.
Meriç Nehri kıyısındaki Doyran'a ailesiyle birlikte Cumartesi günü gelen 15 yaşındaki Leyla, kimliği olmadığı için Türkiye'de okula kaydolamadığını, Yunanistan'da bulunan biri 10, diğeri 13 yaşındaki erkek kardeşlerinin yanına ulaşıp okula devam etmeyi umduğunu söylüyor. Leyla, Yunanistan'daki durumun Türkiye'dekinden daha iyi olacağını bekliyor. Botların şişirildiği küçük koya doğru yürürken, "Kardeşlerim okula gidiyorlar, ben de onların yanına varınca okula gideceğim. Burada çalışmak zorunda kalıyorum" diyor.
Bu durumu, "Aile birleşimine başvurup yıllardır sonuç alamayanlar, oraya giden yakınlarının veya tanıdıklarının orada dahil oldukları sosyal uyum süreçleri ve eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma gibi haklardan faydalanma biçimleri ve süreçleri hakkında kolayca bilgi sahibi olabiliyorlar. Bu da onların Türkiye ile AB ülkeleri arasında karşılaştırma yapmalarına imkân tanıyor ve kendilerince bir fayda-maliyet analizi yapıyorlar" diye yorumlayan Dr. Duman, mülteciler ile sığınmacıların yapılan değerlendirme sonrasında kalma/gitme kararı verdiğini belirtiyor. Duman'a göre bu kararda 'sosyal ve kurumsal destekler ile ekonomik imkânların, uzun vadeli planlar yapabilecek koşulların varlığı, Suriye'ye geri dönme/zorla gönderilme ihtimali ve coğrafik yakınlık (Suriye'ye) ve dini-kültürel benzerlik' gibi faktörler etkili oluyor:
"Bu analizin sonucunda Türkiye'de kalmanın kendileri için uzun vadede daha maliyetli olacağına karar verenler türlü zorluklara rağmen AB ülkelerine ulaşmaya çalışıyorlar. Bunun için de bütün maddi imkânlarını ve motivasyonlarını son noktasına kadar kullanmaya çalışıyorlar.
"Kapılar sonuna kadar açılsa ve AB ülkeleri bütün mültecileri almayı kabul ettiğini duyursa bile Türkiye'den gitmek istemeyenler olabilir. Bu, onların Türkiye'de kesin bir şekilde daha iyi koşullarda yaşadığı anlamına gelmez. Tıpkı Suriye'den çıkmayan binlerce insanda olduğu gibi sadece bunu yapmayı istemeyeceklerdir ve bunun arka planında maddi kaynaklardan veya endişelerden ziyade onları orada tutan sosyo-kültürel veya bireysel nedenler de olabilir. Toprakla, ülkeyle, toplumla ve kültürle kurulan bireysel veya kolektif bağlar bunlardan en belirgin ve sık dile getirilenleridir."
İstanbul Üsküdar'da bir dönercide çalışan Suriyeli Naser, gitmemeyi tercih edenlerden biri, sınıra gitmeyi hiç düşünüp düşünmediği sorusuna "Türkiye'de bazı problemler olsa da yine de rahat oldukları" cevabını veriyor. Türkiye'den ayrılmayı düşünmese de, özellikle de son dönemde artan yabancı düşmancılığından şikâyetçi. Müşteriler arasında neden kendisine Suriye'de kalıp savaşmadığını soranlar olduğunu anlatan Naser, "Neden savaşmamı beklediklerini bilmiyorum; ben üniversitede mühendislik okuyordum, asker değildim. Hem kime karşı savaşacağım?" diye soruyor.
Türkiye'de çok sayıda kişi kapıların açılması kararını memnuniyetle karşıladı, aralarında Fox TV sunucusu Fatih Portakal'ın da bulunduğu birçok kişi de sınıra gidenleri Türkiye'nin onlara sağladığı imkânlardan memnun olmamakla suçladı.
"Sosyal medyada yapılan paylaşımlarda bazı insanların hiçbir koşulda Suriye'den gelen sığınmacıları Türkiye'de istemediklerini okuyoruz" diyen Dr. Duman, bu noktada temel argümanın "onların ülkelerinde kalıp savaşmamaları ve Türkiye'de her şeyin onlar için rahat uygun olduğu" başlıkları üzerine kurulduğunu söylüyor. Duman'a göre, sahada yaptığı araştırmalar ve doğrudan tanıklıkları ise bunun aksini gösteriyor:
"Konvansiyonel ve psikolojik savaşın hem sistem hem de toplum tarafından çok net bir şekilde benimsendiği ve onlarca yıldır süren çatışmaların yaşandığı Türkiye'de bunu anlamak biraz zor olabilir fakat insanlar savaşmak, ölmek ve öldürmek istemiyorlar.
"Bununla beraber mültecilik ve sığınma talebi evrensel bir haktır. Bunu benimsemediğimiz ve buna uygun politikalar ve yaklaşımlar geliştirmediğimiz sürece mültecilerin ve sığınmacıların karşı karşıya kaldığı gerçekliği hiçbir zaman anlamayacağız. Tam da bu nedenle bir dönem talepleri marjinalleştirilmiş olan gruplar bile mültecilerin taleplerini fark etmek ve desteklemek yerine farklı açılardan onların Türkiye'deki varlığına karşı çıkıyor. Bu da onların hak talep etme sürecine hiyerarşik yaklaşmasına neden olurken hak verilecekse veya tanınacaksa öncelikle kendilerine verilmelerini talep ederek mültecileri ve sığınmacıları farklı biçimlerde dışlıyorlar."
Çalışmalarını Coventry Üniversitesi'nde sürdüren Duman'ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki siyasi partilere de bu konuda eleştirileri var:
"Muhalif partiler, hükümetin politikalarını eleştirirken mültecileri araçsallaştırıyor, koalisyon hükümeti hem iç siyasette hem de uluslararası ilişkilerde mültecileri bir tehdit ve yaptırım unsuru olarak kullanıyor. CHP ve İYİ Parti iktidar tahayyülünün ilk icraatı olarak mültecileri geri göndermeyi planlarken, AKP-MHP koalisyonu özellikle AB ile ilişkilerde mültecileri had bildirme aracı olarak kullanıyor. HPD bu iki bloğa karşı daha hak temelli yaklaşsa da politika belirlemede şu aşamada ciddi bir etkiye sahip değil ve tabanını bu konuda ikna edebilmiş görünmüyor. Mülteciler ile ilgili hazırladığı raporda da AKP'nin politikalarını eleştirmeyi önceliyor. Fakat öte yandan güçlü destek gördüğü seçim bölgelerinde Suriye'den gelen mülteciler ile nasıl bir ilişki kurulması gerektiğine dair somut bir politika ortaya koyamıyor."
Sığınmacılar ile mültecilerin sınırdaki bekleyişleri 6. güne ulaştı. Edirne Valiliği, Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Kastanies Sınır Kapısı ile Pazarkule Sınır Kapısı arasındaki bölgede bulunan göçmenlere Yunanistan polis ve sınır birliklerince ses, sis, gaz bombaları, plastik mermi ve gerçek mermiler kullanılarak ateş açılması sonucu bir kişinin hayatını kaybettiğini, 5 kişinin de yaralandığını duyurdu. Sınırda daha önce de bir Suriye vatandaşı hayatını kaybetmişti.
Sınırda, Türk makamlarının iddia ettiği gibi bir ölüm yaşanmadığını savunan Yunanistan ise Türkiye'yi "yalan haber yaymakla" suçladı.
© Tüm hakları saklıdır.