Fotoğraf: Berge Arabian
20 Nisan 2015 12:57
Araştırmacı yazar Kadir Akın, 1915 yılında Beyazıt Meydanı'nda idam edilen Ermeni Devrimci Paramaz üzerine yazdığı kitapta Türkiye'deki sosyalist hareketin tarihini inceledi. Akın, Osmanlı İmparatoluğu'ndaki ilk sosyalist hareketlerin Paramaz ile başladığını belirterek, "Soykırım, aynı zamanda, sosyalizmin bu topraklarda deneyimsiz, köksüz, hafızasız bırakılmasıdır" dedi. "Onların grev örgütlenmeleri, 1 Mayıs eylemleri, sürdürdükleri tartışmalar, biz bütün bunlardan habersiz kaldık" diyen Akın, "Deniz, Mahir, İbrahim, Mahsun ve onlardan sonra gelenler de bilmeden Paramaz’ların yolundan gittiler" ifadelerine yer verdi.
Kadir Akın'ın, "Ermeni Devrimci Paramaz: Abdülhamid’den İttihat ve Terakki’ye Ermeni Sosyalistleri ve Soykırım" başlıklı kitabı Dipnot yayınlarından çıktı.
"Türkiye sosyalistleri enternasyonalist olmadıkları ve sosyal şoven bir perspektife sahip oldukları için, onları yok saymışlardı" sözleriyle Türkiye solunu eleştiren Akın, Paramaz'ın İstanbul'daki bir davasında yaptığı savunmayı çözüm sürecine benzeterek Agos gazetesinden Ferda Balancar'a şöyle anlatıyor:
"Ermenilerle yapılan müzakerelerle, bugün Kürt sorunu çerçevesindeki tutum birbirine çok benziyor. Osmanlı’nın son yıllarında Abdülhamid’in de, İttihatçıların da tutumu aynı. Sorunu çözermiş gibi yapıp, imha politikalarını devreye sokuyorlar. Zihinleri, imha ederek sorundan kurtulmak biçiminde gelişmiş. Cumhuriyet döneminde de durum değişmiyor. Ben Kürt meselesinde de olanın bu olduğu kanaatindeyim. Paramaz, mahkemede “Biz ayrılmak yanlısı değiliz, bizi kendisinden koparmak isteyen Osmanlı’nın kendisi. Biz birlikte yaşamak için çok şey yaptık, ama sizin tercihiniz bizi imha etmeye çalışmak oldu” diyor."
Ferda Balancar'ın Agos gazetesinde ‘Adaletin olmadığı yerde, her sadakât sahtedir' başlığıyla yayımlanan (18 Nisan 2015) röporyajı şöyle:
Bu konuda çalışmak ve böyle bir kitap yazmak nasıl aklınıza geldi?
Türkiye solunun Ermeni meselesine, soykırıma nasıl baktığını kendi evrimimden biliyorum. Bu nedenle kitaba özürle başladım. Çünkü bu çalışma, çok önceleri yapılmalıydı. Bu topraklarda Marksist yazının, düşüncenin gelişmesi için çaba içinde olmuş, sosyalizm mücadelesi uğruna yaşamlarını vermiş devrimcilerin unutulması, yok sayılması anlaşılır gibi değil. Bu çalışmayı yaparken, Osmanlı’nın son yıllarını, Abdülhamid’in katliamlarını, Jön Türkleri, Meşrutiyet’in ilanını da yeniden irdeledim. Paramaz’ı öğrenirken, o dönemin siyasal tarihini, Ermenilerin ve bu toprakların diğer kadim halklarının soykırıma uğradığı tarihsel süreç de öğrenilsin istedim. Daha önce yayınlanmış soykırım belgelerini de tekrar ele aldım.
Neden Paramaz’a yoğunlaştınız? O dönemin başka siyasi aktörleri de vardı?
Krikor Zohrab, Hampartzum Boyacıyan ya da Antranik Paşa da bu kitaba yerleştirilebilirdi. Ama Paramaz’ın temel özelliği, Marksist olması. 6-7 yıl önce Paramaz ve arkadaşlarının hikâyesini ilk öğrendiğimde, şaşkınlık geçirmiştim. Konuyu, “Beyazıt meydanında Ermeni ihtilalcileri asmışlar” diye duysaydım, daha farklı olabilirdi. Beyazıt’ta Ermeni sosyalistleri asmışlar ve idam sehpasında son mesajları “Yaşasın Sosyalizm!” olmuş. Bu benim için çok çarpıcıydı. Çünkü bu toprakların sosyalist hareket tarihinde biz, Deniz’i biliriz. O da sehpada ‘Yaşasın Sosyalizm!”, “Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Kardeşliği!” sloganlarını atmıştı. Onu Necdet, Erdal ve diğerleri izledi. Ama 1915’te Beyazıt Meydanı’nda idam edilen Ermeni sosyalistlerin aynı sloganlarla ölüme gittiğini biz, Türkiyeli sosyalistler olarak bilmiyorduk. Tarihin onlardan başladığını bilmiyorduk. Sınırlı sayıda kişi tarafından biliniyor olabilir, ama Türkiye sosyalist hareketi bu olaydan haberdar değildi.
Neden?
Soykırımla köklerinden kopartılıp sürülmüş Ermeni halkının burada sağ kalan bölümü, komünist oldukları için Paramaz ve arkadaşlarını görmezden gelirken, Türkiye sosyalistleri ise enternasyonalist olmadıkları ve sosyal şoven bir perspektife sahip oldukları için, onları yok saymışlardı. Araştırdıkça, konuya vâkıf oldukça, Paramaz’ın ve arkadaşlarının neden yok sayıldığını anladım. Bunu da kitaba yazdım. Paramaz ve arkadaşları, yani Hınçaklar, kendi çağlarına tanıklık etmiş, o dönem kurulmuş komünist partilerin bu topraklardaki izdüşümü olan bir programı, hayata geçirmeye çalışan bir parti. Bu arada, Taşnaktsütyun’a da haksızlık etmemek lazım. Taşnaktsütyun’da da ideolojik olarak sosyalist öğeler var. Onlar da 2. Enternasyonal üyesi. Ama Taşnakların programı sosyalistken, kimi politikalarında milliyetçi öğelerin de olduğunu görüyorsunuz. Bence Hınçaklar, böyle değil. Kuşkusuz Hınçakların da bulundukları her coğrafyaya göre özgünlükleri var. Ben Osmanlı’daki Hınçakları incelemeye çalıştım. Rusya gibi farklı coğrafyalarda, o coğrafyalara özgü tutumlar takındıklarını da fark ettim. Hınçakların da kendi aralarında bir gerilim var. Bu gerilim, 1913’te Romanya Köstence’de yapılan parti kongresine, tümüyle yansımış durumda. İttihat ve Terakki’nin (İT) Ermeni halkının üstüne geldiğini gören Sabah Gülyan ve Paramaz, İT iktidarına karşı önlem almak gerektiğini, 1909 İstanbul Kongresi’nde de savunuyorlardı. Üstelik Gülyan ve Paramaz, ikisi de orijin olarak Osmanlı Ermenisi sayılmaz. Sabah Gülyan, Kafkasya’da, Mısır’da yaşamış. Paramaz ise Kafkasya ve İran’da uzun süre kalmış, 1895’lerden itibaren Van’da ve diğer vilayetlerde mücadele etmiş; 1908’den sonra ise İstanbul’a yerleşmiş. Köstence Kongresi’nde, öz savunma gücü kurma, illegaliteye geçme, silahlı mücadele konularında tartışmalar yaşanıyor. Ama Sabah Gülyan ve Paramaz’ın İT’e ilişkin öngörüleri doğru çıkıyor. Çünkü İT, çok önceden karar verdiği Anadolu’nun Türkleştirilmesi, Hıristiyanlardan arındırılması ve Ermenilerin imha edilmesi projesinde düğmeye basıyor.
Paramaz’ı dönemin uluslararası sosyalist hareketinde öne çıkaran özellikleri var mı?
Aslında Gülyan, teorik olarak Paramaz’dan daha yetkin. Gülyan için o dönem, Hınçakların teorisyeni denebilir. Paramaz da Gülyan’ın parti üzerindeki etkisini kabul ediyor. Ama Paramaz’ın cesareti ve ataklığı, onu öne çıkarıyor. Gerek idamından önce İstanbul’da yapılan yargılamalarda, gerekse daha önce Van’da yapılan yargılamalarda gösterdiği tavır ve yaptığı savunmalar, bunun en çarpıcı kanıtı. Van savunması, hâlâ o kadar parlak ki… Paramaz, Avrupa’daki sosyalistler tarafından da tanınıyor zaten.
İstanbul’daki yargılamada, Mahkeme Başkan Yardımcısı Binbaşı Hurşit ile Paramaz arasındaki diyalog, aslında Türkiye’deki şoven tutumun en çarpıcı örneklerinden birisi. Hurşit, sizin de kitapta ifade ettiğiniz gibi, “Herkesin kendi kaderini tayin etme hakkı vardır ama Ermeniler hariç” diyor. Bunun değişik örneklerini, günümüze kadar Türkiye’de sıkça gördük. Paramaz ve Binbaşı Hurşit arasındaki bu konuşmayı, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt sorununun çözüm sürecinde de benzer bir durum var. Gerçekten de o dönem Ermenilerle yapılan müzakerelerle, bugün Kürt sorunu çerçevesindeki tutum birbirine çok benziyor. Osmanlı’nın son yıllarında Abdülhamid’in de, İttihatçıların da tutumu aynı. Sorunu çözermiş gibi yapıp, imha politikalarını devreye sokuyorlar. Zihinleri, imha ederek sorundan kurtulmak biçiminde gelişmiş. Cumhuriyet döneminde de durum değişmiyor. Ben Kürt meselesinde de olanın bu olduğu kanaatindeyim. Siyasi tarih bilincine sahip olmak, bu tür oyunlara kapılmamak anlamına geliyor. Kürt özgürlük hareketinin bu konuda oldukça deneyimli olduğunu sanıyorum. Paramaz, mahkemede “Biz ayrılmak yanlısı değiliz, bizi kendisinden koparmak isteyen Osmanlı’nın kendisi. Biz birlikte yaşamak için çok şey yaptık, ama sizin tercihiniz bizi imha etmeye çalışmak oldu” diyor.
Hınçakların veya diğer enternasyonalist anlayışa sahip sosyalist örgütlerin, ilişkide olduğu Müslüman Türk kökenli sosyalist hareket var mıydı?
Hınçakların böyle bir arayış içinde olduğunu söyleyebiliriz. Paramaz ile birlikte idam edilen Hınçakların gençlik örgütü sorumlusu Vanik’in, Paramaz ile girdiği bir polemik var. Paramaz, Müslüman-Türk kökenli sosyalistler arasında örgütlenmek gerektiğini savunurken; Vanik, kendisine “Hüseyin Hilmi’nin yaptığını biliyorsun. Bizden Marx’ın adresini istedi, kendisine mektup yazmak için, biz de Marx öleli 30 yıl oldu deyince, çok şaşırdı ve üzüldü” diyor. Avrupa’ya okumaya giden ve orada sosyalist fikirlerle tanışan Ermeni öğrenciler vasıtasıyla, bu topraklara sosyalizm düşüncesi geliyor. Müslüman-Türk ailelerin çocuklarından da Avrupa’ya okumaya giden çok var, ama onların aralarında sosyalizm düşüncesi neredeyse yok gibi. Onlar ancak “Jön Türk” olabilmişler. Prens Sabahattin, liberal düşüncelere sahip, Avrupa’daki demokratik devrimlerden etkilenmiş, sosyalist olmasa da ulusların kendi kaderlerini tayin ilkesine olumlu yaklaşan birisi. Âdem-i merkeziyetçiliği, program düzeyinde savunuyor. Zaten daha sonra Hınçaklar ile “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” arasındaki ittifakın nedeni de bu. Bulgarlar ve Arnavutlar da Sabahattin’e yakınlar.
Osmanlı Sosyalist Fırkası deneyimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sağlam bir Marksizm bilgisi üzerine oturan bir ideolojik yapısı yok Fırka’nın. Daha çok hak arayışına önem veren, grev örgütleyen ve başarılı da olan, popüler, halkçı bir sosyalizm söylemi var. Ama liberal olduğunu söyleyemeyiz. Daha çok da Hüseyin Hilmi’nin karizmatik kişiliğinin sürüklediği bir örgüt. Ama enternasyonalist değiller. Olmadıkları da şuradan belli ki, Ermeni Soykırımı sonrasında ne Hüseyin Hilmi’den, ne de diğer fırka ileri gelenlerinden bugünlere ulaşan herhangi bir yazı ve yorum yok. Yani, bu konuda sessiz kalıyorlar.
Kitapta da yer alan Paramaz’ın son yazısı ‘Ermeni’nin Talebi’ni, bugünden bakınca nasıl yorumluyorsunuz?
Bu yazı aslında hem Hınçakların, hem de Paramaz’ın 1908’den hatta daha öncesinden, Ermeni meselesini İT’nin çözemeyeceğine olan düşüncelerini özetliyor. O son yazıda, Ermenilere yönelik katliamın ayak seslerini duyuruyor Paramaz. Partinin teorisyeni Sabah Gülyan’ın da bu fikri destekleyen makaleleri var. Bu nedenle de Talat ve Enver’e suikast örgütlemeye karar veriyorlar. Bu örgütlenmenin koordinatörlüğünü de, o kongrede Merkez Komitesi üyeliğine seçilen Paramaz üstleniyor. Yazısında Paramaz, “Adaletin olmadığı yerde, her sadakât sahtedir” diyor. Bu söz, bugün bile geçerliliğini koruyor.
Hınçakların İT’ye yönelik mesafeli tutumunda Taşnakların İT ile yakınlığının da rolü var mı?
Bu analizin doğru olmadığını düşünüyorum. Hınçak-Taşnak rekabetinin olduğu doğrudur. İT’nin Taşnakları muhatap aldığı ve onların üzerinden Ermeni halkına hitap ettiği de doğrudur. Bu yakınlaşmanın Taşnaklara sağladığı kimi imkânlar da olmuştur. Daha fazla vekil çıkartmışlardır. Bürokraside var olmuşlardır. Fakat Hınçaklar bir çizgi olarak, 1902 Jöntürk Kongresi’nden başlayarak, 1907 Kongresi’ne ve sonra 1915’e kadar İT’ye karşı hep mesafelidir; hep tetikte olmuştur. Arada hiç zikzak yok. Hürriyet ve İtilaf ile kurdukları ilişki, Prens Sabahattin’in kimlik konusundaki tutumundan kaynaklanıyor. Taşnakların, İT’den beklenti içinde olmasının nedeni; Kürtler ve Çerkesler tarafından gasp edilmiş topraklarını geri alma, can ve mal güvenliklerinin sağlaması oldu. Bu beklentinin yanlış olduğu görüldü.
Bu kitap dolayısıyla, Türkiye sosyalistlerine Agos aracılığıyla ne söylemek istersiniz?
Soykırım’ın sadece Ermeni toplumunun bu topraklardan yok edilmesi değil, kültürel ve entelektüel mirasın yok edilmesi, özel olarak da bu topraklarda filizlenen sosyalizmin köklerinin kopartılması olduğunu göstermeye çalıştım. Soykırım, aynı zamanda, sosyalizmin bu topraklarda deneyimsiz, köksüz, hafızasız bırakılmasıdır. Onların grev örgütlenmeleri, 1 Mayıs eylemleri, sürdürdükleri tartışmalar, biz bütün bunlardan habersiz kaldık. Deniz, Mahir, İbrahim, Mahsun ve onlardan sonra gelenler de bilmeden Paramaz’ların yolundan gittiler. Bu açıdan, Türkiye sosyalist hareketinin tarihinin yeni bir bakış açısıyla ele alınmasına, bu kitabın bir kapı araladığını düşünüyorum.
© Tüm hakları saklıdır.