Aslı Tunç
Sözcü gazetesi ve yaz güneşi altındaki nefret
Yaz tatilleri toplumsal meselelere az buçuk benzer noktalardan bakan ve ortak kaygıları olan biz sosyal bilimcilerin korunaklı üniversite kampüsünün dışına çıktığı zamanlardır. Okuyup anlamlandırmaya çalıştığımız dertler ve toplumsal olgular böylelikle ete kemiğe bürünür. Kuzey Ege’nin orta halli kıyı kasabalarında gazete okuma alışkanlıklarını gözlemlemek benim için daha çok saha araştırması niteliği taşıyor.
Son birkaç yıldır sahil kasabalarında Sözcü gazetesinin artan popülaritesi yeni bir olgu değil kuşkusuz. Yazlık sitelerin kırık dökük bakkallarından, halk plajlarının büfelerine kadar en fazla Sözcü satılıyor. Sözcü şu an 295 bin tirajıyla ülkenin üçüncü en fazla satan gazetesi. Zaten toplam 3,5 milyon tirajı var onca gazetenin.
Sözcü okurları yaz güneşine inat, keskin iç politikanın yakıcılığını terk etmiyorlar. Onları gözlemlerken örneklememi her geçen yıl daha da genişlettiğimi söyleyebilirim. İlk yıl annem ve babamın sadece yazın görüp birlikte denize girdikleri hoş sohbet emekli öğretmen çiftten başlayıp düzinelerce, çoğu yaşını başını almış pek çok teyze ve amca ile sohbet ettim.
Aslında sohbet lafın gelişi. Önce akademisyenliğime saygı çerçevesinde göstermelik fikrim soruluyordu. Onlarla aynı fikirde olmadığımı, ulusalcı görüşü asla paylaşmadığımı ve Sözcü’nün alenen şovenist ve ırkçı bir yayın çizgisinde olduğunu olabilecek en yumuşak kelimeleri seçerek ifade etmeme fırsat kalmıyordu zaten. O anaç teyzeler, tonton amcalar gidiyor, yerine yüzlerinden öfke bulutları geçen gergin, keskin ve hoşgörüsüz insanlar geliyordu. Akıllarından geçen ve benim için uygun buldukları etiketleri zihinlerinde adeta görür gibi oluyordum.
Yaşam görüşlerini Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerine kuran herkesten aradaki gri tonları, nüansları, siyasetin derinliklerini anlamaya çalışmalarını beklemek naiflik elbet. Ancak benim derdim daha çok Sözcü’nün yayın çizgisini gözü kapalı, tek doğru olarak benimseyen, her koşulda Mustafa Kemal'den bahsedip, Kemalizmi “benden olmayan ölsün” şeklinde yorumlayan milyonlarca insan.
Gözüm yan masada lacivert denize karşı bikinisiyle oturmuş, ibadet edercesine Emin Çölaşan’ın köşe yazısını okuyan sarışın kadına kayıyor. Sözcü’nün bugünkü manşeti tam sayfa: “Bunları mı Türk Vatandaşı Yapacağız?”. Hemen yanında şöyle bir yazı manşete eşlik ediyor: “İşte AKP’nin Yeni Türkiye’si: Türkler Vergi Ödesin. Türkler İşsiz Kalsın. Türkler Askere Gitsin. Türkler Şehit Olsun. Suriyeliler Beleş Yaşasın!”.
Bu lümpenliğe şaşırdıysanız hemen altında ise Suriyeli mültecilerin “it kopuk, katil, yobaz, dinci terörist” olabileceği “uyarısı” (!) yapılmış.
Sözcü Cumhurbaşkanı’nın Suriyeli mültecilere vatandaşlık vereceğini söylediği günden beri ırkçılığa varan söylemlerini artırarak sürdürüyor. “Suriyeliler 3-5 çocuk yapıyor, 20 milyona ulaşıp söz sahibi olabilirler” diyerek yabancı düşmanlığında klasik nüfus kartını oynuyor. Gazetenin bir diğer manşeti ise: “Türkiye’de Hayat Suriyeliler Rahat: Vatandaşlık Yapılması Düşünülen Mültecilerin Keyfi Yerinde”.
Erdoğan’ın Avrupa'ya karşı siyasi bir enstrüman haline getirdiği Suriyelilere siyasi hesaplarla vatandaşlık vermeye kalkmasını eleştirmek başka, ırkçı hezeyanlarla, yurtlarından edilmiş mağdurları cihatçı katillerle eş duruma düşürerek haberleştirmek başka.
Bugün iktidarı eleştirmek için mülteciler üzerinden yapılan haberlerin benzerlerinin Kürtler, Ermeniler ve tüm azınlıklar için yapılması da şaşırtıcı değil elbette. Irkçılık ne de olsa bir paket olarak geliyor. Oysa Suriyeliler ne gibi sıkıntılar çekiyor, ne zorluklar yaşıyor, AKP ve diğer partilerin somut mülteci politikaları nedir diye soran gazeteci yok. Bu soruların sorulmadığı bir toplumda ırkçı söylemlerin çok kolaylıkla kabul görmesi de kaçınılmaz; ne de olsa göçmenler sağ politikanın en kolay kullandığı ve kısa vadeli çıkarlar elde ettiği bir araç. Kolayca da harcanıp suçlanabiliyorlar.
Hatırlarsanız aynı gazete geçen yıl Cumhurbaşkanı’nın “550 yerli ve milli vekil istiyorum” sözleri üzerine, AK Parti’deki Ermeni ve Kürt kökenli isimlerin fotoğraflarını kullanarak “Tayyip'e göre bu AKP'liler ne?” manşetiyle çıkmış ve Kürt, Zaza ve Ermenileri “gayrı milli” olarak nitelendirmişti.
Yan masadaki sarışın kadının tam Yılmaz Özdil’in köşesini okumaya geçecekken cep telefonu çalıyor. Oradan uzaklaşırken ardımda yakıcı Ege güneşinde yankılanan sesini duyuyorum: “Ay gelmesinler bu Suriyeliler de şekerim.”
Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.