Sözcü yazarı Zeynep Gürcanlı, ABD'de tutuklu yargılanan Reza Zarrab davasına ilişkin Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüştükleri ortaya çıkan, ABD Başkanı Donald Trump'ın danışmanı Rudolph Giuliani'nin "Görevim ABD ile Türkiye arasında, ABD ulusal çıkarlarına uygun bir anlaşma yapmak" şeklindeki sözlerini köşesine taşıdı. Giuliani'nin "hem Zarrab, hem de Amerika'nın çıkarları" için Ankara'ya geldiğini, Erdoğan'la "pazarlık" yaptığını savunan Gürcanlı, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'a düşen, pazarlıklarda 'Türkiye'nin çıkarlarının nasıl korunduğunu' açıklamaktır. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson geçen hafta bunu açık açık dile getirdi; 'Biz İran'ı rüşvetle kısa bir süreliğine ikna ettik, sonra birileri onlarla ilgilenmek zorunda kalacak' dedi. Sakın bu 'İran'la ilgilenecek' ülke Türkiye olmasın?" diye sordu.
Zeynep Gürcanlı'nın Sözcü gazetesinin bugünkü (24 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan "Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çağrı: 'Zarrab pazarlığını açıklayın'" başlıklı yazısı şöyle:
Reza Zarrab davasında çok ilginç gelişmeler yaşanıyor.
Türkiye ile ABD arasında, Zarrab'ı salıverecek bir “anlaşmadan” bahsedilmeye başlandı.
Açıklamayı yapan, Zarrab'ın avukat olarak tuttuğu Rudolph Giuliani.
New York eski Belediye Başkanı da olan ve ABD Başkanı Donald Trump'a yakınlığı ile tanınan Giuliani, mahkemeye verdiği ifadesinde, dava sürecindeki rolünün “Türkiye ile ABD arasında, Amerikan ulusal çıkarlarına uygun bir anlaşma sağlamak” olduğunu söyledi.
Buradaki “Amerikan çıkarlarına uygun” sözünün altını özellikle çizmek gerekiyor.
Giuliani, hem Zarrab, hem de Amerika'nın “çıkarları” için Ankara'ya geldiğini, Türkiye Cumhuriyeti'nin en tepe noktasındaki isimle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la “pazarlık” yaptığını açıkça ifade etti.
Peki ya “Türk çıkarları”?
İşte karanlıkta kalan nokta bu;
Zarrab'ın avukatları ile en üst düzeyde sürdürülen bu pazarlıklar konusunda Türk tarafından, “Türkiye'nin çıkarının ne olacağı”, ya da “Türkiye'nin herhangi bir çıkarı olup olmadığı” konusunda herhangi bir açıklama yapılmadı.
Değil açıklama Türk yetkililer Erdoğan ile Zarrab'ın avukatları arasında bir görüşme yapıldığından bile şimdiye kadar hiç bahsetmedi.
Giuliani resmen Amerikan çıkarları için “pazarlık yaptığını” duyurduğuna göre, şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a düşen, pazarlıklarda “Türkiye'nin çıkarlarının nasıl korunduğunu” açıklamaktır.
"Eyyy YPG!" bitti, "Eyyy İran!" geldi
Son dönemde yaşanan gelişmelere bakıldığında, aslında Giuliani ile yapılan pazarlığın ne olabileceğinin işaretlerini de çıkarmak mümkün.
ABD, Suriye ve Irak'ta İŞID'e karşı mücadelesinde ana unsur olarak Kürtleri kullanıyor.
Bu çerçevede, Musul'da savaşan Barzani'nin peşmergeleri için ABD Dışişleri Bakanlığı bu hafta 295 milyon dolarlık silah ve mühimmat hibesini onayladı.
Şimdi benzer yardımın Suriye'deki YPG/PYD'ye yapılacağı kulislerde konuşuluyor. Bu konuda Trump yönetiminin önündeki tek engel, Ankara'nın YPG/PYD'yi terörist ilan etmiş olması.
ABD şimdilerde Türkiye'ye yönelik diplomasisini, Ankara'nın YPG/PYD'ye yönelik vetosunu aşmak için kurguluyor;
ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'un Ankara'ya yaptığı son ziyaret de;
ABD Başkanı Trump'ın, referandum sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı araması da;
Erdoğan'ın Mayıs'ta Washington'a davet edilmesi de;
Hatta Trump'a en yakın isimlerden Giuliani'nin koltuğunun altına Zarrab dosyasını alıp Ankara'da Erdoğan'la “pazarlık masasına oturması” da hep Washington'un diplomasi atağının parçası.
Üstelik, Amerikalılar bu diplomasi atağında başarılı olmuş gibi de görünüyorlar; son dönemde Ankara'dan da YPG/PYD'ye çok fazla ses çıkarılmamaya başlandı; Eleştiri tonu düştü. YPG/PYD'nin Rakka operasyonunun “başat gücü” olması, Ankara açısından adeta “sümen altına” itiliverdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyaretiyle bağlantılı olarak, Trump'ın çok yakında YPG/PYD'ye doğrudan silah ve mühimmat verilmesine ilişkin talimatı imzalaması, kimseyi şaşırtmamalı.
Pazarlığın İran ayağı da var mı?
Ancak Washington'ın Ankara'ya yönelik bu “diplomasi atağının” tek ayağı YPG/PYD değil; işin bir de İran bölümü var.
Donald Trump, seçim kampanyası boyunca dış politikada iki konuya ağırlık verdi:
* Ortadoğu'da İsrail'in çıkarlarının korunacağı vaadi;
* İran'la Obama dönemindeki uzlaşmanın ortadan kaldırılacağı sözü.
Şimdi yeni Amerikan yönetimi, Ortadoğu politikasını bu iki unsur üzerine kuruyor.
Washington elbette, İran'la girişeceği büyük itişmeyi “doğrudan” değil, “güçlü bir ülke” üzerinden yapacak. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson geçen hafta bunu açık açık dile getirdi; “Biz İran'ı rüşvetle kısa bir süreliğine ikna ettik, sonra birileri onlarla ilgilenmek zorunda kalacak” dedi.
Sakın bu “İran'la ilgilenecek” ülke Türkiye olmasın?
İlginçtir, Tillerson'un İran'a yönelik sert çıkışlarıyla aynı zamanda, Cumhurbaşkanı Erdoğan da Tahran yönetimine yönelik kullandığı dili çok sertleştirdi. Referandum sonrasında dış politika konusunda yaptığı ilk açıklamalarda Erdoğan, “İran'ın Pers yayılmacılığı anlayışı, son zamanlarda bayağı baş ağrıtmaya başladı” dedi.
Çok ciddiye aldığım bir söz vardır; “Tarih tekerrürden ibarettir…”
1980'li yıllarda Saddam'ın Irak'ı ile Humeyni'nin İran'ı arasındaki savaş, her iki ülkenin de yıkımı ancak bazen açık, bazen el altından iki tarafa da silah satan ABD'nin daha da güçlenmesiyle sonuçlanmıştı.
Bölgede, İran ile Türkiye arasında çıkabilecek benzer bir çatışmanın sonucu da farklı olmaz.
Ne diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yandaşlar; “üst akıl…”
Şimdi o “üst akıl” devrede.
İlk yaptığım çağrıyı, bir kez daha yineliyorum;
Türkiye'yi “üst akıl”dan kurtarmak için, öncelikle Saray ile ABD arasındaki “Zarrab pazarlıklarının” içeriğinin açıklanması gerekiyor.
Durum çok ciddi; “Bir kişi” ya da “bir zümre” değil tüm Türkiye tehlike altında…
Ankara kulisi: Amaç AİHM'den kurtulmak mı?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın referandum sonrasındaki ilk vaadi, idam cezasını geri getirmek oldu.
Zamanlama son derece ilginç…
Tam da CHP'nin tartışmalı referandum oylamasını AİHM'e götürmekten bahsettiği saatlerde geldi Cumhurbaşkanı'nın idam açıklaması…
AİHM'in bulunduğu Strasbourg'dan son dönemde gelen haberler hiç iç açıcı değil üstelik Türkiye hakkında açılan davaların sayısı her geçen gün artıyor.
Tutuklu gazeteciler;
KHK'yla işten atılan kamu çalışanları;
Mallarına el koyulanlar…
On binlerce kişi gözünü AİHM'e dikmiş durumda…
Bir tane “pilot” davada, tek bir karar yetecek. Eğer AİHM başvuranları haklı bulursa, binlerce, yüzbinlerce Euro'luk tazminat cezaları art arda gelecek.
Bir de buna AİHM -az ihtimal de olsa- referandum konusunda CHP'yi haklı bulan bir karar verirse, AKP hükümetinin işi ciddi şekilde zora girecek.
Bundan kurtulmanın en kısa yolu ise AİHM'in çatısı altında faaliyet gösterdiği Avrupa Konseyi'nden çıkmak.
Erdoğan da, AKP hükümeti de biliyor. İdamın geri getirilmesi demek, Türkiye'nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nden atılmak demek.
İdam tartışmasının altında gerçekte bunun yattığı konuşuluyor kulislerde…
Şimdi artık ses de çıkarıyorlar; alenen bir de küfür ediyorlar…