La Casa de Papel dizisinin yaratıcıs Álex Pina ile The Crown dizisinin ekibi birleşerek yeni bir Netflix Original dizisine imza attı: White Lines. Álex Pina dizinin detaylarını T24’te anlattı. White Lines bugün ilk sezonuyla Netflix’te. Yani sıkı bir cuma gecesine hazır olun.
İspanya'daki ada Ibiza’da geçen White Lines deniz-güneş-seks-uyuşturucu-şiddet ve aile ilişkileri başroldeymiş görünse de dizinin esas konusu hayatın bizi nasıl değiştirdiği ya da değiştiremediği....
Posterlik repliklerle dolu dizide hayatın değişimine dair ipuçları sadece bariz bir şekilde bu repliklerle verilmemiş. Karakterlerin muazzam bir şekilde katman katman işlenişi ve anlatılışı, en silik görünen karakterin bile hikayesinin insanı düşündürtmesi, değer yargılarını sorgulatması, Álex Pina’nın dehasının ürünü.
İspanyol senarist, yapımcı, hikayeci Álex Pina’yı dünya çapında şöhrete kavuşturan La Casa de Papel’in coşku yaratan bir dizi olduğunu kabul etsem de herkes kadar büyük bir fanatiği değildim. Fakat White Lines için bunu söyleyemem. İkinci sezonunu herkesten önce izlemek için sabırsızlanıyorum. Tek sorun şu ki; diziyi haftalardır dört duvar arasına kapandığımız zamanda izlemek, deniz-güneş-yaz-özgürlük-umursamazlık özlemimizi katbekat artırabilir. Bu riski göze alarak çekirdeğinizi, mısırınızı, cipsinizi stoklayın. Çünkü sağlam bir “binge watching” sizi bekliyor.
White Lines'ı izleyeceksiniz ama öncesinde sizleri Zoom” üzerinden Alex Pina ile yaptığımız söyleşi ile baş başa bırakıyorum.
Merhaba! Yine çok konuşulacak bir dizi yaratmışsınız. İzledikçe derinleşen bir hikaye var dizide. Bu hikaye ve dizi ortaya nasıl çıktı?
Diziyi çok başarılı bir İngiliz ekiple birlikte yarattık. The Crown dizisinin yaratıcıları ile birlikte. Benim fikrim Latin dünyası ile İngiliz dünyasını birleştirmekti. Bu ikisi birbirinden çok farklı dünyalar. Bu iki dünyayı birleştirmek için en ideal yer Ibiza olurdu. Hikayenin başlangıcında Ibiza’ya giden insanların çok büyük beklentileri var. Gençler. Eğlenmek istiyorlar, hayattan beklentileri, hayalleri var. Ibiza bu hayallerin gerçekleşmesi için mükemmel ortamı sunuyor. Doğasıyla, eğlence hayatıyla. Ancak 20 yıl sonra aynı insanlar gri bir çizgideler. Hayalleri gerçekten gerçekleşti mi? Ibiza’ya gelirken düşündükleri aynı insanlar mı hala? Her şeyin başlangıcında bu fikirler vardı aklımda. İçinde eğlence, uyuşturucu, klüpler, müzik gibi Ibiza’nın size verebileceği her şeyin olduğu bir hikaye. Ibiza’nın kendisi bir sembol aslında. Dizinin başında bu sembolün peşinde oraya gidiyor karakterler. Özgürlüğü temsil eden adaya. O dönemde ne kadar paran olduğu, nereden geldiğin önemli değil. Ibiza’da seni olduğun şekilde kabul ederlerdi. Bugün bu böyle değil. Eğer paran yoksa artık orada bir varlığın olamaz. Dizide bu değişimi de görüyoruz.
Dizide hayata dair çok güzel, çok anlamlı replikler var. Bunlar arasında sizin için en anlamlı olan, sizin hayata bakışınızı yansıtan bir söz var mı?
Dizinin ana karakteri olan Zoe’nin (Laura Haddock) yolculuğu bence hayatı anlatan en önemli parça dizide. Çünkü bu yolculuk Zoe’nin nereye gittiğinden, ne bulacağından çok daha önemli. Çünkü bazen bir şeyi aramak için yola çıkarsınız ama bambaşka bir şey bulursunuz ve aslında bu ilk aradığınızdan daha anlamlıdır. Tıpkı Yunan şair Kavafis’in söylediği gibi, “Yolculuğun kendisi Ithaka’ya varmaktan daha önemlidir”. Zoe de İbiza’ya abisinin katilini bulmak için gider. Ama katili ararken kendisini bulur. Hayatını değiştirir. Bu spoiler olabilir ama söylemek zorundayım; Zoe bir noktada “Bulduğunuz gerçek sıkıcıdır, duygularınızı etkilemez” diyor. Tam olarak böyle olur bazen. Bir de Marcus (Daniel Mays) karakterinin söylediği bir söz var: “Gençken önünüzde kocaman bir hayat vardır ve 20’li yaşlarınızda kral gibi yaşadıysanız artık hayatınızın en güzel günleri arkanızda kalmıştır.”
La Casa De Papel dizisinin büyük başarısı nedeniyle izleyicinin sizden beklentisi çok yüksek. Bu üzerinizde bir baskı yarattı mı?
O baskı her anda, her adımda ensemdeydi. Ama biz White Lines dizisi için çalışmaya başladığımızda La Casa De Papel henüz Netflix’te yayınlanmamıştı yani dünya çapında bilinen bir dizi değildi. Henüz 2017’nin Ekim ayındaydık. Yani ortada bir başarı yoktu. O yüzden izleyicinin tepkisinin ya da beklentisinin nasıl olacağını bilmiyordum. Ama o anda bambaşka bir baskı vardı üzerimde: Muazzam bir İngiliz yapımı olan The Crown dizisinin ekibi benimle çalışmak istiyordu. İşte o büyük bir baskıydı! Hepsinin yanında bir de kendi kendimi çok fazla eleştiren biriyim. Yani baskının en büyüğünü kendim yaratıyorum. Her seferinde farklı bir şeyler yaratmaya çalışıyorum. Kurgu dünyası, diziler-sinema daha çok Anglo Sakson dünyanın tekelinde, daha çok İngiltere ve Amerika. Ben bu dünyaya girip bir Latin olarak burada iş yapmaya, başarılı olmaya çalışıyorum… Bu iki dünyayı bir araya getirerek White Lines’ı yaratmaya çalışmak da farklı bir işti ve ekstra bir stres unsuruydu. Düşün, geçen sene 5 bin dizi yayınlandı dünya çapında. 5 bin dizi içinde farklı olman gerekli. Başarılı olman gerekli. Yani baskı her durumda, her hücrende var. Bu nedenle de kendi DNA’nı koruyarak iş yapmalısın.
Peki kendi DNA’nızı koruyarak aynı zamanda İngiliz DNA’sını işin içine katarak çalışma ve bir hikaye yaratma süreci nasıldı?
Çok büyük farklılıklarımız var. Kültürel olarak da hayat tarzı ve anlayış olarak da. Bunun üstüne çalıştık daha çok. O çalışma daha çok bazı şeylerden vazgeçmek, kimi alışkanlıkları, klişeleri dışarıda bırakmak şeklinde oldu. İlgi çeken noktalar üzerinde uzlaşıldı. Ama bu noktaların klişeden uzak olması ve merak uyandırması gerekliydi. Mesela bir mafya babasından beklentiniz karşı tarafı tehdit etmesidir. Ya da bir çete lideri bunu yapar. Ama bu tehdit nasıl olacak? Ne kadar sert ne kadar klişe? O yüzden asıl mesele karakterlerin dengesini oluşturmaktı.
White Lines’daki karakterlerin her birinin kendi hikayeleri o kadar katmanlı ve ilgi çekici ki her birinden ayrı bir dizi ya da bölüm çıkabilir. Bir “spin off” (Dizideki bir karakteri ele alan farklı bir yapım) dizisi çekecek olsanız hangi karakteri ele alırdınız?
Önce izleyicinin tepkisini görmemiz gerekli. Marcus, Zoe, Boxer hepsi öne çıkan karakterler. Her karakterin dediğin gibi ayrı bir hikayesi var. Ama izleyici sizi şaşırtabiliyor. Mesela La Casa De Papel’de Nairobi çok güçlü bir karakterdi. Ama yazılırken aslında bu kadar öne çıkması beklenmeyen bir karakterdi ama izleyici onu öne taşıdı. Ya da Berlin karakteri. Başta diğer karakterler tarafındna desteklenen biraz kötü biriydi. Ama izleyici onu çok sevdi.
Size soracağım daha çok soru var ama zamanımızın dolduğu konusunda uyarıldım. O yüzden son sorum, eski bir gazeteci olduğunuz için acaba bir gün bir gazeteci ile ilgili dizi yapmayı düşünür müsünüz? Mesela tutuklu bir Türk gazeteci hakkında…
(Gülüyor) Bu gerçekten de çok güzel olabilirdi. Çok ilginç olurdu. Türkiye’de hayat çok gergin. Ve aslında drama yapısı açısından düşünürsek zor şartlar, bir hikaye yaratmak açısından rahat ve kolay bir ortamdan daha elverişlidir. Ama tutuklu bir Türk gazeteci hakkında hikayeyi ne kadar istesem de biraz düşünürüm çünkü La Casa De Papel dizisine Erdoğan’na oy verenlerinin tepkisi farklı olmuştu.
DİZİ HAKKINDA:
White Lines, yıllar önce Ibiza'da kaybolan ünlü bir DJ olan erkek kardeşinin gizemli ölümünü çözmeye çalışan bir Manchesterlı kadının hikayesini konu ediyor. Eğlencenin ve radikal partilerin aranılan ismi olan İngiliz DJ, İbiza’da esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Aradan geçen 20 yılın ardından kaybolan DJ’in cesedi ortaya çıkar. Kardeşinin kaybolmasından beri onun peşine düşen genç kadın, kardeşinin cesedinin bulunmasının ardından olayın perde arkasını öğrenmeye karar verir. Araştırma yapmak için İbiza’ya giden kadın, burada bilmediği bir dünyaya adım atar ve hem arkadaşlarının hem de ağabeyinin bilmediği hayatlarını öğrenirken kendi karakterinin karanlık tarafıyla yüzleşir. Álex Pina'nın yapımcılığını üstlendiği dizinin kadrosunda Laura Haddock, Marta Milans, Juan Diego Botto, Nuno Lopes, Daniel Mays, Angela Griffin ve Laurence Fox gibi oyuncular yer alıyor.