Çevre
Deutsche Welle

Su sorunu: Kuruyan barajlar buz dağının görünen yüzü

İstanbul'da barajlardaki su seviyesi son 10 yılın dibinde. Ancak sorun barajlarla sınırlı değil. Uzmanlara göre havzaların korunduğu bir politika değişikliği olmadıkça bunun gıda krizi dahil ağır sonuçları olacak.

03 Kasım 2023 11:24

Pelin Ünker

Türkiye'de "susuzluk tehlikesi" barajlardaki doluluk seviyesinin düşmesi sebebiyle son günlerde yeniden gündemde.

İstanbul'da bulunan su toplama barajlarında su seviyesi son 10 yılın en düşük seviyesi olan yüzde 18,59'a indi. Günlük su ihtiyacı 3 milyon metreküp olan kentte, barajlardaki toplam su miktarı 160 milyon metreküpe gerilerken kent dışından getirilen suya ihtiyaç artıyor.

Ege Bölgesi'nde de İzmir, Aydın, Uşak ve Denizli'deki bazı barajlarda su seviyesi ciddi derecede düştü. Barajlardaki su seviyelerinde geçen yıla göre yüzde 100'e varan düşüş olduğu belirlendi.

Peki sorun sadece barajlarla mı sınırlı?

DW Türkçe'ye konuşan Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü'nden emekli Prof. Beyza Üstün, Türkiye'de suyun kullanım hakkının şirketlere verildiği 2003'ten beri bir sürecin içinden geçildiğine işaret ederek "Tehdidi kuraklık ve barajlardaki su seviyesi olarak görüp bunun üzerinden bir çözüm düşünürsek yanılırız" diyor.

"Gıda krizini yaşayacağız"

Türkiye'de suyu piyasalaştıran mevcut yapıdan vazgeçilip yaşamın tarafında yer alan bir politika üretilmedikçe su krizinin daha da büyüyeceğini vurgulayan Üstün, ekliyor:

"Biz bunu daha çok yaşayacağız. Tarım alanlarında yaşayacağız. Gıda krizi dediğimiz, beslenmede, enflasyonun yoksulluğun ilişkisinde yaşayacağız."

İstanbul'da 2009'da gerçekleştirilen Beşinci Dünya Su Forumu'nun ardından artan HES projeleriyle bütün havzalarda suların akışından koparıldığını ve kullanımının tamamen şirketlere devredildiğini söyleyen Üstün, "Suyun döngüsüne bu denli müdahale yapıldığında, yani yağış sistemine, akış sistemine, suyun o akış alanında katılacağı süreçlere müdahale yapıldığında artık bunun karşılığını biz bazı bölgelerde kuraklık, bazı bölgelerde sel olarak yaşamaya mahkumuz" diye konuşuyor.

"Madenler havzalara konumlandırıldı"

Ticarileşmenin su kaynaklarıyla sınırlı kalmadığını maden yasası, orman yasası, zeytinlikler yasası, kıyı kanunundaki değişiklikler veya kentsel dönüşüm yönetmelikleriyle doğal alanların farklı üretim süreçlerine sokulduğunu ve yapılaşmaya açıldığını anlatan Üstün, yasal altyapının bu sürece uygun hale getirilmesinin ardından dönüşümün hızlandığını vurguluyor:

"Munzur vadisinde, Murgul ya da başka yerlerde taş ocaklarından başlayarak, istenildiği kadar, Bergama'da, Kaz Dağları'nda pek çok madenin o havzaya konumlandırıldığı hızlıca görüyorsunuz."

Üstün, İstanbul'da ise bunun örneğinin Kuzey Ormanları olduğunu söyleyerek ekliyor:

"Üstün kamu yararı, sürdürülebilir kalkınma gerekçesiyle Kuzey Ormanları'na, üçüncü köprünün, üçüncü otobanın, üçüncü havalimanının ve dolayısıyla Kanal İstanbul gibi bütün sucul alanın, doğal sistemin, tarım alanlarının, yerleşmelerin olduğu bir bölgede yeni bir kent yapısının yapılabileceğine dair hem devlet bütçesine kararlar kondu, hem yasalar düzenlendi, hem ihaleler düzenlendi, hem parti parti planlamalar değişti."

İstanbul'da doğal alanlarda yapılaşma

İstanbul'da barajlardaki su miktarı kentin yıllık su ihtiyacını karşılamaktan uzak. Su sorununa çözüm olarak sunulan Melen Barajı, İstanbul'a yaklaşık 200 kilometre uzakta. Sakarya'da bulunan ve ilk ihalesi Mayıs 2012'de yapılan barajın inşaatı henüz tamamlanamazken kente Melen ve Yeşilçay regülatörlerinden su veriliyor.

İSKİ Genel Müdür Yardımcısı Bülent Solmaz'ın DW Türkçe'ye verdiği bilgiye göre İstanbul'da bulunan 10 baraj, genelde yılllık ihtiyacın yüzde 75-80'ini karşılayabiliyor. Solmaz, bu yıl ise su ihtiyacının yaklaşık yüzde 75'inin Melen ve Yeşilçay regulatörlerinden karşılanacağını, yıl sonunda 600 milyon metreküple tüketilen suyun yarısının Melen'den alınmış olacağını öngörüyor. Solmaz, Melen Barajı'nın ise 5-6 yıldan önce hizmete girmesini beklemiyor.

Suyun yüzde 67'si dışarıdan geliyor

DW Türkçe'ye konuşan Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Selahattin Beyaz ise yılın başından bu yana İstanbul'da şebekeye iletilen suyun yüzde 67'sinin Melen ve Yeşilçay regülatörlerinden sağlandığını aktarıyor.

Beyaz, kentin su ihtiyacının yaklaşık 200 km uzaklıktaki farklı bir havzadan karşılanmaya çalışılmasının yüksek maliyeti nedeniyle anlaşılır bir durum olmadığı görüşünde. İstanbul kent içi havzaların korunması gerekirken yapılaşmaya açıldığına işaret eden Beyaz, "Sermayenin bitmeyen rant hırsı bu sonucu meydana getirdi. İstanbul suyunun çözümü Melen Barajı'na mahkûm edilmiş ancak Melen Barajı ise çözümsüz olarak ortada duruyor" ifadelerini kullanıyor.

İstanbul'un su ihtiyacının karşılanmasının, 2007 yılından itibaren Melen su sistemine dayanır hale getirildiğini ve geçmiş yıllarda su ile ilgili projelerin yapılmamasının bugünkü tabloyu ortaya çıkardığını dile getiren Beyaz, "Yağışların azalması, İstanbul havzalarının yapılaşmaya açılması, yağışların barajlarda toplanamaması büyük sorun oluştururken 2016 yılında tamamlanması planlanan Melen barajının tamamlanamaması ve ne zaman tamamlanacağının bile bilinememesi İstanbul'un suyunun risklerini artırıyor" diyor.

"Su kirliliği baskısı da var"

Melen Çayı'nın ise Düzce'deki katı atık depolama sahaları nedeniyle kirlilik baskısı altında olduğuna ve sağlıklı suya erişimi sorunlu hale getirdiğine işaret eden Beyaz, Melen havzasının korunması ile ilgili de uzun yıllar ciddi önlem alınmadığını söylüyor.

Beyaz, su sorununa çözüm olarak su havzalarındaki yapılaşmaya son verilmesi ve yeni yapılaşma projelerinden vazgeçilmesi gerektiğini vurgulayarak ekliyor: "Mevcut havzalar bakımı yapılarak daha verimli hale getirilmeli, Melen su sisteminin Baraj kısmı hızlıca bitirilerek devreye alınmalı ve sağlıklı suya erişim koşulları oluşturulmalı."

Prof. Dr. Beyza Üstün de İstanbul'da su sorununun doğal sistemlerin daha fazla yapılaşmaya açıldığı ve kentin nüfusunun katlandığı mevcut tabloda çözülemeyeceğini belirterek "Ancak sorunumuz sadece İstanbul halkının susuz kalması değil. Aslında tüm canlı yaşam ciddi anlamda tehdit altında, biz de dahil. O yüzden sorunumuz var" diyor.

Bu tehdidin sadece Türkiye sınırları için geçerli olmadığını, dünyanın farklı noktalarında benzer süreçlerin yaşandığını vurgulayan Üstün, "Ancak Türkiye'de hem egemen sistemin yani kapitalizmin krizlerine hizmet eden hem de bu süreçlerden beslenen otoriter, tekçi bir yönetim var. İkisi bir arada olduğunda biz ne yazık ki daha şiddetli yaşıyoruz, yaşayacağız" diye ekliyor.

 
Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştirDeutsche Welle