Diyarbakır'ın Sur ilçesinde riskli olduğu gerekçesiyle 2016'da "acele kamulaştırma" kararı alınan Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde yıkım ve inşa çalışmaları bir arada devam ediyor.
Yıkılan evlerin yerine 'Eski Diyarbakır Mimarisine uygun' evler yapılacağı söyleniyor ama inşaat daha başlangıç aşamasında olduğundan, evlerin neye benzeyeceği merak ediliyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Haziran ayında Diyarbakır'a yaptığı ziyarette evlerin "geleneksel, klasik Diyarbakır evleri olacağını", mahalle sakinlerine yeni evlerden satın alabilmeleri için uzun vade seçeneğinin sunulacağını söylemişti.
Ama birçok mahalle sakini inşaatı devam eden bu evlerin Sur sakinleri için olmadığına inanıyor.
Bakkal işleten Şehmus Özgezer "Bu mahallelerin en varlıklı sayılan kesimi asgari ücretle çalışanlardı. Sakinlerin çoğunun düzenli bir geliri bile yok, çoğu TOKİ'de bile ayda 300 lira taksit veremezken, burada hangi yoksul insanın gücü 75 metrekarelik eve 300 bin lira para vermeye yetebilir?" diye soruyor.
Şehmus Özgezer, evli iki oğlu ve annesiyle ile birlikte yaşadığı iki katlı, avlulu evlerinin iki ay önce yıkıldığını anlatıyor. Üç ailenin yaşadığı bahçeli evlerine 200 bin lira değer biçilmiş. Şehmus bu para ile bir apartman dairesi satın aldığını söylüyor. İki oğlu da farklı semtlerde kiraya çıkmış.
Yıkılan evleri, bakkalının hemen karşısı. Molozlarla dolu boşluğa baktığında kahrolduğunu söylüyor.
90 yaşındaki annesi Fesla'yı sabah beraberinde mahalleye getirmiş. Yaşlı kadın, sırtını evden geriye kalan boşluğa ve onun da gerisinde devam eden inşaatlara vererek oturmuş, komşuyla hasret gideriyor. Arada bir başını geriye çeviriyor, inşaat ve boşluğa takılan gözleri doluyor.
20 yaşındayken gelin geldiği mahalleden 70 yıl sonra evi yıkılarak gitmenin çok acı verici olduğunu anlatıyor:
"Sekiz çocuğum, sayısını bilmediğim onlarca torunum var. Çevremde hep çocuklarım, torunlarım vardı. Evimiz her gün düğün varmış gibi kalabalıktı, bahçemiz şendi. Ağaçlarımız vardı. Bahçeye sofra serdik mi, gelin, damat, çocuk, torun nerdeyse 50 kişi toplanırdık. Nefes alıyordum orada. Mahallede Hacı Fesla dedin mi, tanımayan yoktu. Şimdi her birimiz bir yere dağıldık. Ayda bir bile bir araya gelemiyoruz. Buradan taşındığımdan beri tüm çocuklarımı bir arada göremedim" diyor.
Fesla, gittiğinden beri hasta olduğunu söylüyor:
"Şimdi gittiğimiz apartman dairesi, derli toplu, temiz ama ben çok sıkılıyorum. İlaçlarla, iğnelerle ayakta kalabiliyorum. Buraya gelince nefes alıyorum. 10-15 günde bir geliyorum. Uyuyamıyorum, bir çare arıyorum, ancak haplarla uyuyabiliyorum."
Evlerden geriye kalan harabelerin önünden kışa hazırlayacakları turşuluk sebze poşetleri ile pazardan dönen kadınlar geçiyor. Fesla teyzeyi tanıyanlar hal hatır sormak için duruyorlar. Birçoğunun evi ikinci etapta yıkılacaklar arasında. Kendilerini bekleyen sonun aynı olacağını bilmelerine rağmen yaşlı kadını teselli ediyorlar.
Şehmus da doğduğu, büyüdüğü ve evlenip çoluk çocuğa karıştığı mahalleyi bırakmanın çok zor olduğunu söylüyor.
"Burada komşuluk vardı, herkesi tanıyorduk. Gittiğim yerde, kimse kimseye selam bile vermiyor. Alışamadım bir türlü, gece geç saatte gidiyorum, oraya giderken sırtımda bir oksijen tüpü ile gidiyorum, onunla nefes alıyorum sanki. Akşam 10'da yatıp, sabah 5'de kalkıyorum, buraya geliyorum. Gelir gelmez sanki o tüpü omzumdan atıp nefes almaya başlıyorum" diyerek yaşadığı duyguyu ifade etmeye çalışıyor.
Komşuları Altun Teyze ise, evini boşaltmamış. Evden çıkmaları için her gün ihtar yapılıyormuş, Ramazan ayından beri sularının kesik olduğunu söylüyor.
"Gelip sokağa atsınlar, kendi irademle evden çıkmam" diyor. Röportaj yapma isteğimi "Çıkmadığımız haber kalmadı ama bize hiçbir faydası olmadı, hepsi boş" diyerek kabul etmiyor.
Meydan harabe gibi. Her tarafta, yıkılan eski evlerden kalma üst üste dizilmiş tarihi taşlar çıkıyor karşımıza. Yıkımdan önce evlerden çıkartılan iş görebilecek birçok pencere çerçevesi ve kapı, sokak aralarında muhtemel alıcılarını bekliyor.
Fesla Teyze'nin kızı Mevlüde, eşi ve dört kızıyla aynı sokakta, yıkılan evlerinin yerine kurdukları çadırda yaşıyorlar.
Mevlüde'nin eşi Mehmet, hurda toplayarak evini geçindiriyor. Sur'daki molozlardan topladığı demir parçaları bir süre çoluk çocuğunun rızkı olmuş. Ama kendi evlerinin akıbeti de, molozlarından demir topladığı komşularının evlerinden farklı olmamış. Yaklaşık iki ay önce, oturdukları apartman da yıkılmış.
Eve biçilen değer 50 binden az. Bilirkişilerin biçtiği değer, ailenin ev almasına yetmiyor.
Karara itiraz etmişler, hukuki süreç devam ediyor ama kiraya çıkma imkanları olmadığını söyleyerek yıkılan apartmanın yerine kurdukları çadırda yaşamaya başlamışlar.
Mehmet çadır evde yok, eşi Mevlüde ise konuşmak istemiyor. Kızları Zozan bizi çadıra buyur ederek yaşadıkları mekânı gösteriyor.
Havalar soğudu ve en büyük sorunları ısınma. Elektrik direğinden kablo çekerek elektrik sobası yakıyorlar. Birkaç gün önce uykudayken elektrik ocağının halıyı yaktığını anlatıyor.
"Trafodan kablo çekmek zorunda kaldık. Güvenli değil, uykudayken devrilip düşerse hepimiz yanarız" diyor. "Çok riskli ama başka da çaremiz yok" diyerek devam ediyor.
Geceleri nöbetleşe yattıklarını anlatıyor: "Geceleri köpekler geçiyor, insanlar geçiyor. Bir baba, dört kız buradayız. Bir ses duyunca, dışarda kim var diye bakması için babamızı uyandırıyoruz."
Çadırda yaşamanın bir zorluğu da temizlik: "Komşularda banyo yapmaktan yorulduk, bir gün değil, iki gün değil. Altı kişiyiz, haftada bir gün gitsek bile altı gün her seferinde farklı bir ev. Olmuyor…"
Genç kız son olarak şunları söylüyor:
"Buranın yıkılmasını istemezdim, ama yıkıldı gitti. Paramızı versinler, düzgün bir hayat kuralım, kapıları kilitli güvenli bir hayat istiyorum."
"Çok zor oldu, yalnız kaldık. Hiçbir arkadaşımı göremiyorum. Gidenler, buranın son halini görmemek için gelmek istemiyor, çünkü acı çekiyorlar. Beraber büyüdüğümüz, oynadığımız sokakları başımıza yıktılar. Yengelerim, dayılarım hepsi buradaydı. Hep bir aradaydık. Ama şimdi sadece biz kaldık. Paramızı verselerdi biz de bir köşede bir ev alabilirdik."
Annesi Mevlüde, çadırın dışında beslediği hindilere yem veriyor:
"Gariplerim de evsiz kaldı" diyerek hindilerin kümesinin yıkıldığını üzülerek anlatıyor. "Şükür ki toprağın üstündeyiz, güneşi görüyoruz, havayı soluyoruz, ya toprağın altında olsaydık?" sözleriyle de çocuklarına güç vererek kendini teselli ediyor.
Bu kış Ak ailesi için çok zor geçeceğe benziyor...
Diyarbakır'ın tarihi Sur ilçesi 2015 yılının son aylarında yaşanan "hendek operasyonları" ile gündeme gelmişti. 'Hendek ve barikatların kapatılması, bombalı tuzakların kaldırılması' amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve ilçenin bazı mahalleleri tamamen yıkılmıştı.
Ancak Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde hendek olayları yaşanmamıştı.
Bu iki mahallede 2009 yılında TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sur ve Büyükşehir Belediyeleri ortaklığıyla kentsel dönüşüm başlatılmış, gelen tepkiler üzerine süreç 2013'te durdurulmuştu.
Ancak mahalleler, 22 Ekim 2012'de Bakanlar Kurulu'nun aldığı "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun" kapsamına girdi.
21 Mart Mart 2016 tarihine gelindiğinde Bakanlar Kurulu, Kamulaştırma Kanunu'na dayanarak Alipaşa ve Lalebey Mahalleleri dahil, Suriçi'nde 140 hektar alan için "Acele Kamulaştırma" kararı aldı.
Bu kararla 7714 adet taşınmazın 6292'si, riskli alan ilanıyla kamulaştırıldı. Lalebey ve Alipaşa'da Mahallelerinde 5 bin 816 kişinin bu kanundan etkilenmesi bekleniyor.
Başta Mimarlar Odası olmak üzere Diyarbakır'daki bazı meslek odaları ve dernekler yıkımın durması için acele kamulaştırma kararına karşı farklı davalar açtı ancak sonuç çıkmadı.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Haziran ayında Diyarbakır Suriçi'ne yaptığı ziyaret kapsamında Suriçi'nde Diyarbakır evlerini ihya etme projesi yaptıklarını açıklamıştı.
"Ortaya geleneksel, klasik, Diyarbakır evleri çıkacak" diyen bakan, Lalebey ve Alipaşa sakinleri için "Birinci tercih, evleri istiyorlarsa maaliyetleri belli, kendi aldıkları paralar belli. Eğer borçlanmaları icap ediyorsa çok uzun vadeye yayarak rahat ödeyecekleri şekle getirip, birinci tercih olarak onlara sunacağız. Bir yerde oturan insanın hakkı en kutsal hak. O mahalleler zaten yaşayan mahalleler olsun diye çabalıyoruz" demişti.