Hürriyet yazarı Taha Akyol, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun sorusu üzerine Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu'nun verdiği yanıtı değerlendirdi. "İktidar basın hürriyeti konusunda olgunlaşmış demokrasilerdeki kıstaslara uymuyordu şimdi bu tavrını sözlü olarak da ifade etti" diyen Akyol, "AK Parti kurulurken, AB reformlarını yaparken böyle demiyordu" tepkisini gösterdi.
Akyol'un "Basın hürriyeti" başlığıyla (16 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
İktidar basın hürriyeti konusunda olgunlaşmış demokrasilerdeki kıstaslara uymuyordu, şimdi bu tavrını sözlü olarak da ifade etti.
CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun sorusu üzerine, Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu yazılı cevabında şöyle diyor:
“Basın özgürlüğü indeksleri Batı merkezli kuruluşlar tarafından hazırlanmakta ve basın özgürlüğü kavramı Batı merkezli ele alınmakta olup, ülkelerin içinde bulunduğu durum ve koşulları göz ardı etmektedir.”
AK Parti kurulurken, AB reformlarını yaparken böyle demiyordu.
Şimdi ne dersiniz; Rusya, Şanghay Beşlisi ve birkaç Ortadoğu ülkesi ile birlikte biz de bir “özgürlük indeksi” hazırlayalım mı?!
Evrensel insan hakları
Basın özgürlüğü kavramını Batılı ölçülerle ele almayacaksak neye göre tanımlayacağız?
Türkiye “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”ni imzalamadı mı?
Türkiye bu uluslararası sözleşmeye uymayan “özgürlük” tanımlarını benimseyebilir mi?
Rusya, İran veya Ortadoğu ülkelerinin yahut Şanghay Beşlisi’nin bir “İnsan Hakları Sözleşmesi” mi var?!
Dahası, özgürlüklerin Batılı anlamını reddetmek Anayasamıza aykırıdır!
AK Parti iktidarında 2004 yılında Anayasa’nın 90. maddesi değiştirilmiş ve “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmaların” milli ve yerli kanunlardan üstün olduğu hükmü getirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, böyle üstün bir hukuk normudur.
Anayasa Mahkememiz, hak ve özgürlükler konusunda Meclis çoğunluğunun çıkardığı ya da çıkaracağı kanunlardan önce, İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve AİHM kararlarına bakmak zorundadır.
Özgürlüğün batılı tanımı
Anayasa Mahkememiz bir süredir derin bir OHAL uykusu içinde; “pilot dava” saydığı basın dosyalarına bile bakmıyor.
Ama böyle “kritik” olmayan bir konuda da olsa, yeni yayınlanan “Ali Kıdık davası”kararında basın özgürlüğü için “Batı merkezli” tanımlar yaptı:
“Siyasetçiler, kamuoyunda tanınan kişiler ve kamusal yetki kullanan görevliler gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumundadır, bunlara yönelik eleştirilerin sınırları çok daha geniştir.”
Şu da aynı karardan:
“Sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü ‘haber’ ve ‘düşüncelerin’ değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden, incitici, şoke edici haber ve düşünceler de serbestçe ifade edilir.”
Hatta, Anayasa Mahkememiz “basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya izin verir” diyor.
Bu tanımların hepsinde Anayasa Mahkemesi çeşitli AİHM içtihatlarına referans yapıyor.
AİHM 1976 yılındaki Handyside kararından bu yana, tam kırk yıldır, basın hürriyetini böyle tanımlıyor.
En güvenli yol
Benim üslubum ve tarzım bellidir. “Bir dereceye kadar” olsa bile “abartma ve kışkırtmayı” doğru bulmam.
Ama politikacıların kendileri hem de hiçbir derece tanımadan “abartma hatta kışkırtma” dolu konuşmalar yapmıyor mu?!
Batılı iktidarlar aptal mı ki, özgürlükleri böyle geniş tanımlayan Avrupa Konseyi’ni ve AİHM’yi kurdular?
Kendi tarihlerinin kanlı tecrübelerinden öğrendiler ki, barışın, huzurun olması için hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetler zorunludur.
“Ülke şartları” elbette önemli ama bunun özgürlüklere etkisini gelişmiş demokrasilerde hukuk belirler.
Batılı daha doğrusu evrensel anlamda hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetler... Milletler için bundan başka güvenli bir yol yok.