Gündem

“Taşeronluk” söylemi yargı kararına girdi: Artık herkes “ajan” ilan edilebilir

Büyükada davasının gerekçeli kararı tamamlandı

27 Temmuz 2020 14:42

GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi, Büyükada davası olarak bilinen, sivil toplum örgütü temsilcilerinin hakkında açılan davanın gerekçeli kararını açıkladı. Gerekçeli karar da davanın başından sonuna kadar devam eden hukuk komedisinin büyük bir parçası olmaktan ibaret.  Af Örgütü eski yöneticisi Taner Kılıç’ı örgüt üyeliği, Af Örgütü eski yöneticisi İdil Eser ile sivil toplum örgütü temsilcileri Günal Kurşun ve Özlem Dalkıran’ı örgüte yardım suçlarından cezalandıran mahkemenin cezalara bulabildiği tek gerekçe, sanıkların sivil toplum üzerindeki et ki güçlerini kullanarak, “taşeronluk” yaptıkları. Böyle bir suçlamanın hukukta nasıl bir yeri elbette yok. Ancak mahkemeye göre, ByLock kullanan birisi tarafından aranmak, size gönderilen şüpheli bir mail, toplumsal bir olayla ilgili bir görüşünüzün olması “taşeronluk” suçunun unsurları. Gerekçeli karar, istinaf ve Yargıtay tarafından da kabul görürse, sadece sivil toplumun değil herkesin bir gün “taşeronluk” suçundan ceza alması mümkün hale gelecek.

Ajanlık suçlamasıyla başladı

5 Temmuz 2017’de, yıllardır Türkiye’de şeffaf bir biçimde çalışan, raporlara imza atan insan hakları savunucusu 10 isim Büyükada’da sessiz sedasız gözaltına alındı. O kadar sessiz biçimde gözaltına alındılar ki emniyette bulunduklarından saatlerce avukatları bile haberdar olamadı. Dijital güvenlik konulu bir toplantı için buluşan sivil toplum örgütleri temsilcilerinin toplantısı, Büyükada’da, önceden rezervasyon yapılarak, kapısı açık tutulan bir odada gerçekleştirilmişti.

Ancak gözaltılardan sonra suçlama, bu açıklıkla bağdaşmayacak kadar ilginçti: Ajanlık.

Bir anda manşetleri, "vatan haini STK temsilcilerinin ajanlık faaliyetleri" haberleri süsledi. Yeni bir kalkışma planı yapıldığı söylendi.

Meseleye son derece hakim olduğunu iddia eden bazı AKP milletvekilleri, Büyükada’daki bazı otellerde gizli toplantı alanları olduğu, kozmik bu toplantılardan haberdar oldukları açıklamaları yaptılar, dosyadaki bilgilerle örtüşmeyecek biçimde.

Daha yargılanmadan, bütün STK temsilcileri mahkûm edilmişti. Ancak gözaltı tutanakları öyle demiyordu. Otelin gizli saklı tarafı yoktu, toplantının da. Kapısı açık bir odaya baskın düzenlenmiş, insanların karalamalarına bile el konulmuştu. Kimse sonradan umursamadı ama 10 hak savunucusu hakkında hazırlanan iddianamede de ne ajanlık suçlaması vardı, ne gizli, kozmik toplantı alanları. Elbette bu iddiaları ortaya atanların umurunda olmadı. Tutuklanan hak savunucularından İdil Eser, Günal Kurşun, Özlem Dalkıran, Veli Acu, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Nalan Erkem ve İlknur Üstün 99 gün cezaevinde kaldı. 25 Ekim 2017’de, İstanbul’da görülen ilk duruşmada adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

10 hak savunucusunun gözaltına alınmasından 1 ay önce, Uluslararası Af Örgütü’nün Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç,ByLock kullandığı iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Kılıç’ın İzmir’deki davası da nasıl bir ilgi kurulduysa Büyükada davasıyla birleştirildi. İddia, cezaevindeki Kılıç’ın Büyükada’daki toplantıyı yönettiğiydi. Buna ilişkin tek kanıt olmasa da Kılıç’ın dosyası bir anda Büyükada dosyasının parçası haline getirildi.

Bu dava sonunda Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi eski Başkanı Taner Kılıç, "örgüt üyeliği" suçundan 6 yıl 3 ay, Af Örgütü’nden İdil Eser, farklı sivil toplum kuruluşlarında çalışan Günal Kurşun, Özlem Dalkıran da örgüte üye olmamakla birlikte yardım suçundan 2 yıl 1’er ay hapis cezasına mahkûm edildi. Nalan Erkem, İlknur Üstün, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Veli Acu, Nejat Taştan ve Şeyhmus Özbekli hakkında ise beraat kararı verildi.

Gerekçeli karar tamamlandı: 105 sayfanın 5 sayfasında açıklama var

Mahkeme, bu hükmüne ilişkin gerekçeli kararı tamamladı. 105 sayfalık gerekçeli kararın 97 sayfasında duruşmalarda verilen ifadeler, savunmalar, tanıklıklar var. Mahkemenin, hangi cezayı neden verdiği ise sadece 5 sayfalık bir bölümde açıklanmış. Kalan 3 sayfada ise hüküm ve karşı oy yazısı yer alıyor.

Mahkemenin tartışılacak tek gerekçesi, “Taşeronluk” suçlamasını hukuk literatürüne soktuğu bölüm. Gerekçeli kararda, sanıkların cezalandırılması konusunda şu yorum yapılıyor:

“Terör örgütlerince benimsenen ve örgütlerin yaşantılarını sürdürmelerine yönelik, faaliyet şekillerin vazgeçilmez bir unsuru olan yöntem ve taktiklere ilişkin devletimizin Anayasal düzeni ve toplum huzurunu hedef alan, ülkemiz aleyhine gerçekleştirilen uluslararası faaliyetlerde taşeronluk görevi üstelendikleri izahtan vareste olan DHKP/C ve PKK/KCK terör örgütlerinin amaçları doğrultusunda bağlantılı olduğu terör örgütleri lehine faaliyette bulunduğu…”

Kararın detayları

Gerekçeli kararda, ajanlık yaptıkları iddia edilen hak savunucuları ile ilgili tanıklıklar var. O tanıklardan, hak savunucularının Büyükada’da kaldıkları otelin müdürü M.S., şunları anlatıyor:

“Davaya konu toplantının yapılmasından yaklaşık bir ay kadar önce sanık Özlem Dalkıran tarafından tarafıma mail geldi, konaklama ve toplantı salonu kullanımı için talepte bulundu, biz de müsaitlik ve fiyat bilgilerini içeren geri dönüş maili attık, kendisi tekrar maille dönüş yaparak konaklayacak kişilerin tarih ve bilgilerini bize gönderdiler, biz de rezervasyonu yaptık, rezervasyon tarihinde misafirler otele geldi, yerleştiler, misafirler otele yerleştikten sonra sanırım dördüncü gün polis baskını oldu. Gerek sanık Özlem'in gerekse diğer toplantıya katılımcıların bizden özel veya gizli bir toplantı yeri talepleri olmadı, toplantı süresince otel personelinin toplantı yapılan yere girilmemesi yönünde bir talepleri de olmadı, bizim toplantı için tahsis ettiğimiz yer otelimizde rutin olarak başkalarına da daha önceleri tahsis ettiğimiz satışa açık toplantı mekanıdır, ben otelde kalan misafirlerimizi otelde zaman zaman görüyordum, normal otel müşterisi gibi otel imkanlarından faydalanıyorlardı, şüpheli bir durum fark etmedim. Sanıklar veya otelimizde kalan diğer müşterilerden kayıt dışı otelde kalmak yönünde bir talep bize gelmedi, toplantı salonunun giriş kapısını gören kameramız mevcuttur, otelde kalan diğer misafirlerimiz davaya konu toplantı salonunun kapısının önünü rahatlıkla kullanıp görebilirler, havuza, kahvaltı salonuna ve terasa geçmek için bu yoldan geçmek zorundadırlar .”

Otel müdürünün beyanları açık açık gösteriyor ki ne bazı AKP’li vekillerin iddia ettiği gibi kapalı toplantı alanları var ne de herhangi bir gizlilik. Önceden yapılan rezervasyon, otel çalışanlarının girip çıktığı, kapısı zaman zaman açık toplantı salonu, otelin imkanlarından yararlanan hak savunucuları. Tipik bir sivil toplum toplantısı…

Bir önemli tanıklık daha var gerekçeli kararda yer verilen. Toplantı, medyaya ve bazı AKP’li vekillere göre “ajanlık” amaçlı yapılıyor ama nasılsa dışarıdan ücretli tercüman tutuluyor. O tercüman verdiği ifadede şunları anlatıyor:

“Beni telefonla arayarak bir tercümanlık işi olduğunu söyledi. Amaçlarının yasadışı bir amaca yönelik olduğu yönünde bende bir düşünce oluşmadı, zaten öyle olsaydı o toplantıda durmazdım, toplantı salonunu katılımcılardan isminin Özlem olduğunu bildiğim bir bayan sabah açıyordu ve akşam kitliyordu, toplantı sırasında çay servisi için otel çalışanları içeri giriyordu, gizli bir toplantı olduğu şeklinde bir izlenimim olmadı, katılımcılar otelin olanaklarından faydalanıyorlardı, havuza da giriyorlardı.”

İhbarcı gizli tanık: “Polisle sıkıntısı olan kişi tehdittir diye düşünüp ihbar ettim”

Büyükada’daki toplantı kim tarafından ihbar edildi ve gayet açık biçimde yapılan toplantı kamuoyuna nasıl “ajanlık” faaliyeti gibi sunuldu. Bunu da “gizli tanık” ifadesinden görmek mümkün. Gerekçeli kararda ifadesine yer verilen gizli tanık, açıkça ihbarda bulunanın kendisi olduğunu söylüyor. İhbar gerekçesini ise şöyle açıklıyor:

“Olay tarihinden uzun zaman geçtiği için net olarak olayı anlamayabilirim, hatırladığım kadarıyla otelde toplantı yapılıyordu, bende toplantı salonunun önünde bulunan tuvalete gidip gelirken bölük börçük duyduğum kadarıyla toplantıda "kendimizi elektronik takipten korumak için ne gibi önlemler alabiliriz" şeklinde konuşmalar yapılıyordu, hatırladığım kadar bu şekilde konuşmalar vardı, toplantı odasının kapısı aralıktı, bir keresinde kapalıydı. Ben ifade verirken yalan söylemedim, ancak şuan sizin sorduğunuz cep telefonlarının polis tarafından ele geçirilmesi halinde, bilgilerin nasıl saklanacağı, şifrelemelerden bahsedildiği toplantı katılımcılarından birisinin dernekte bulunan bilgisayar giderse çok kişi yanar şeklinde konuşmalar duyduğumu şuan hatırlamıyorum, şu an bana sorulursa toplantıda ne konuşuldu diye anlatamam çünkü üzerinden zaman geçmiştir, ancak soruşturma aşamasında ben doğru söyledim. Olay ihbarı için telefonla polisi bir kaç kere aradığım olmuştu, ancak dilekçeyle herhangi bir yere suç duyurusunda hayatımda bulunmamıştım. Toplantı salonunda ingilizce türkçe konuşuluyordu, önceki ifadelerimde toplantı salonunun önündeki tuvalete tekrar gidip geldiğimi atlamış olabilirim, belki önemli bir detay olarak görmediğim için söylemedim, ancak ifademde belirttiğim hususları bu şekilde duymuştum. İfademde duyduğum şeyleri kendim düşününce polisle sıkıntısı olan kişi bir tehdittir diye düşündüm, düz mantıkla bu şekilde şikayet etmeye karar verdim.”

Bu ifade de bize çok önemli bir Türkiye gerçeğini gösteriyor. Buna göre, herhangi biri konuşmalarınıza kulak misafiri olup, kendisine göre tehdit algısı oluşturup sizi ihbar ederse, bir anda kendinizi cezaevinde bulabilirsiniz. Ülkenin en yaygın medya organları sizi ajanlıkla suçlayabilir ve topluma bu şekilde sunulabilirsiniz. Gerçek olup olmamasının bir önemi yok.

“Yine de ceza verelim” hukuku

105 sayfalık gerekçeli kararın 97 sayfası eski ifadelerden oluşuyor. Sanıkların neden tutuklandıklarını, başlangıçta neden ajanlıkla suçlandıklarını gerekçeli kararda bulmaya çalışıyor ancak bulamıyorsunuz. İzmir’de yargılanan, Büyükada dosyası ile alakası bulunmayan Af Örgütü eski Başkanı Taner Kılıç’ın dosyasının bu dosyayla neden birleştirildiğinin de bir açıklaması yok. Ancak kararı görünce, Kılıç’a ceza verileceği, Büyükada dosyasının cezasız kalmaması için dosyasının birleştirilmiş olabileceği kanısı ediniyorsunuz.

Gerekçeli kararda, Kılıç’a “FETÖ üyeliği” suçundan ceza verilmesine gerekçe olarak şu kanıtlar sıralanıyor:

  • 27/08/2014 tarihinden itibaren 3536270559297401 IMEİ numaralı telefon ile 0532 681 68 18 numaralı GSM hattı üzerinden 23 kez 46.166.160.137 nolu bylock IP'sinden sinyal aldığı, sanığın görüşme HTS'lerinin bazları ile CGNAT bazlarının uyumlu olduğu, sanığın hattında da bylock tespiti yapılması karşısında bylock programını kullandığının teknik veriler ile ispatlandığı:  Gerekçeli kararda bu ifadeler kullanılıyor ancak telefonda yapılan bilirkişi incelemesinde bylock programı bulunamadı. Kararda, bu noktaya hiç değinilmeden, IP sinyali üzerinden bylock tespiti yapılıyor. Buna rağmen, kararda, “Bylock kullanmak suretiyle örgüt hiyerarşisine dahil olup, emir ve talimata açık hale geldiği, eylemlerinde süreklilik ve çeşitlilik olduğu” yorumu yapılıyor. Ama bunun nasıl yapıldığına yönelik tek bir ifade yok. Bylock’tan yapılan konuşma örneği yok.
  • Sanığın dijital materyallerinde, 2013 yılı Haziran ayında terör örgütlerinin amaçları doğrultusunda vuku bulan ve kamu düzenini tehdit eden Gezi Parkı eylemlerine ilişkin olarak “Başbakanın sözleri şiddet olaylarını sadece kızıştırıyor.22291.doc” isimli World belgesinde “Başbakanın sözleri şiddet olaylarını sadece körüklüyor” başlıklı yazının bulunduğu, “Darbe Sonrası-final.27446.doc” isimli World belgesinde “Türkiye: Darbe girişimi ve sonrasındaki baskının ardından insan hakları ağır tehlike altında” başlıklı yazının 15/07/2016 tarihinde  FETÖ/PDY mensuplarınca gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası devletimizin başta adı geçen terör örgütü ve diğer terör örgütlerine yönelik aldığı tedbirler aleyhinde örgütlerin faaliyetleri ve lehlerine kamuoyu oluşturulmasına yönelik olduğu: Gerekçeli kararda, bu kanıtların neden suç oluşturduğuna yönelik bir açıklama da bulunmuyor. Darbe sonrası yapılan uygulamaların hak ihlali olduğunu söylemek suç sayılıyor:
  • Sanığın cep telefonu üzerinde yapılan incelemede, FETÖ/PDY terör örgütü liderinin 41 saniyelik bir video bulunduğunun tespit edildiği: Bu videonun birine gönderilip gönderilmediği, telefonda bulunmasının neden suç oluşturduğu da gerekçeli kararda açıklanmıyor.

Taner Kılıç’ın, terör örgütü üyeliği gibi ağır bir suçtan cezalandırılmasının gerekçeleri bunlardan ibaret. Başka ne bir görüşme, ne bir eylem, ne bir konuşma söz konusu değil.

Af Örgütü eski Yönetim Kurulu Başkanı İdil Eser, sivil toplum aktivistleri Özlem Dalkıran ve Günal Kurşun’la ilgili iddialar daha trajikomik.

İdil Eser’in telefon ve bilgisayarından “DHKP/C terör örgütü içerisinde faaliyet göstermek suçundan tutuklanan Semih ÖZAKÇA ve Nuriye GÜLMEN ile ilgili belgelerin çıktığı” bunun suç oluşturduğu belirtiliyor. Gülmen’in tahliye, Özakça’nın beraat ettiğine yönelik herhangi bir vurgulama yapılmıyor.

Yine Eser’in bilgisayarından, PKK/KCK terör örgütü üyesi olduğunu ve Murat Dicle isimli sahte hesabı kullandığını belirlenen kişinin AF örgütü çalışanı Fırat Doğan'a “kendisinin ırak’ta uzun zamandır PKK üyesi ve gerilla doktoru olduğunu, AF örgütüne üye olmak istediğini, bunun kendileri için sorun olup olmayacağını sorduğu” şeklinde yazışmanın resim halinde bulunduğu belirtiliyor. Ancak ne yanıt var, ne kabul. Bu da herhangi birinin gönderdiği bir mail yüzünden suçlanabileceğinizi gösteriyor.

Yine Eser’in bilgisayarından Gezi kalkışması sonrasında insan haklarının ağır tehlike altında olduğu iddiası ile Türkiye’ye gaz ihracatının yapılmaması için Güney Kore Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliğine yazılmış belgelerin bulunduğu belirtiliyor. Af Örgütü’nün, biber gazına karşı uluslarararası resmi kampanyası suç sayılıyor.

Taşeronluk suçu

Gerekçeli kararda, “tüm bu kanıtların, sanığın sivil toplumu etki güçlerinin bulunması karşısında, terör örgütlerince benimsenen ve örgütlerin yaşantılarını sürdürmelerine yönelik, faaliyet şekillerin vazgeçilmez bir unsuru olan yöntem ve taktiklere ilişkin devletimizin Anayasal düzeni ve toplum huzurunu hedef alan, ülkemiz aleyhine gerçekleştirilen uluslararası faaliyetlerde taşeronluk görevi üstelendikleri izahtan vareste olan DHKP/C ve PKK/KCK terör örgütlerinin amaçları doğrultusunda bağlantılı olduğu terör örgütleri lehine faaliyette bulunduğu” gibi ağır bir yorum yapılıyor. Bu kanıtların bu sonucu nasıl doğurduğuna yönelik tek bir hukuki açıklama yok. Ancak gerekçeli karara göre, bu kanıtlar hem PKK’ya hem de DHKP-C’ye yardım suçunun işlendiğini gösteriyor.

“ByLock kullanan aradıysa suçlusun”

Gerekçeli kararda, Günal Kurşun’un, ByLock kullandığı tespit edilen eski bir polis tarafından aranması suç olarak gösteriliyor. Kurşun’un araması yok, telefonunda ByLock yok. Bir başka kanıt, hakkında kamu davası açılan başka bir avukatla para alışverişi. Oysa 20 yıldır birbirlerini tanıdıkları, ortak davalara girdikleri biliniyor. Kurşun’un, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın da bir dönem yazılar kaleme aldığı Bugün, Todays Zaman’daki yazı ve açıklamaları da suç sayılıyor. 15 Temmuz’dan sonra bir bağlantısı saptanmamasına rağmen, bu yazılar nedeniyle telif alması da suç kanıtı olarak gösteriliyor. Gerekçeli kararda, sadece yazılar kaleme almasının değil yazılarının içeriğinin suç oluşturduğu, yazıların terör örgütünü meşru göstermeye yönelik toplumsal etki yaratacak güçte bulunduğu ifade ediliyor. Hangi yazının bunu sağladığı ise elbette açıklanmıyor.

Özlem Dalkıran’ın suçları daha da ağır! Gerekçeli kararda, bilgisayarından “İstanbul Hayır Meclisleri Buluşması-Tartışmalar” isimli word belgesinin bulunması, Nuriye Gülmen-Semih Özakça ve Berkin Elvan ile ilgili yazıların çıkması, toplumsal yürüyüşlerin nasıl yapılacağına ilişin notların olması, sonradan kapatılan, uzun süre yasal dernek statüsünde olan “Batı (Rojova) Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” isimli kuruma 350 lira, Roboski için Adalet” adlı kuruma 250 lira yardım yapılması suç sayılıyor. Gerekçeli karara göre, Dalkıran ve Kurşun da “taşeronluk” suçu işliyor.

Karşı oyda anlatıldı ama

Mahkeme, bu kararları, 1’e karşı 2 üyenin oyuyla verdi. Karşı oy kullanan üye, gerekçeli kararda, Taner Kılınç’ın telefonundaki bilirkişi incelemesine dikkati çekiyor. Telefonda programın olduğuna, kurulup kaldırıldığına yönelik hiçbir iz bulunmadığını, bu nedenle ceza verilemeyeceğini savunuyor. Aynı üye, Kılıç’ın banka hesabında hareket bulunmadığını, telefondan çıkan Gülen videosunun da kimseye gönderilmediğini vurguluyor.

Muhalif üye, Eser, Kurşun ve Dalkıran’ın bilgisayar ve telefonlarından çıkan materyallerin neden suç oluşturduğunun da belirsiz olduğuna dikkati çekiyor. Bulunan kanıtların, suçun sübutu için yeterli olmadığını vurguluyor.

Buna rağmen, karar, 4 sivil toplum örgütü temsilcisinin cezalandırılması yönünde çıktı. İstinaf mahkemesi ve Yargıtay, bu tartışmalı karar için ne yapacak göreceğiz. Ancak istinaf ve Yargıtay’ın kararlarının da aynı yönde olması durumunda, sadece sivil toplum için değil herkes açısından ortaya vahim bir sonuç çıkacak.

Buna göre, Türkiye yargısı, herkesin kendisini arayan, mail gönderen biri nedeniyle cezalandırılabileceğini, herhangi bir görüşü savunursa kendisini cezaevinde bulabileceğini hüküm altına almış olacak.

TIKLAYIN | Büyükada davasında 4 hak savunucusuna hapis cezası!