28 Kasım 2024 11:48
T24 Ankara
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda, Adalet Bakanlığı'nın bütçe görüşmeleri başladı. Görevliler, toplantı başlamadan önce muhabirlere komisyonda telefon ile görüntü çekmelerinin yasak olduğu uyarısında bulundu. CHP'li vekiller duruma tepki göstererek, neden bugün böyle bir yasak getirildiğini sordu. Ağbaba, "Gizleyeceğiniz bir şey mi var?" diye sordu. Bir süre devam eden tartışmaların ardından 10 dakika ara verildi. Aranın ardından Komisyon yeniden toplandı ve görüşmelere geçildi. DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş, "Umut hakkı kabul edilmediği takdirde insanların fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmesi demek. Bu nedenle, iç hukukta bunun behemehâl verilen teklifler de dikkate alınarak kaldırılması gerekiyor ve umut hakkının yaşam bulması gerekiyor" dedi. DEM Parti Mardin Milletvekili Kamuran Tanhan, ''gözaltında kayıpların uzun süredir bir devlet pratiği olduğunu'' ifade ederek, yargı baskısı ve polis şiddeti eşliğinde de olsa sürdürülen hakikat mücadelesinin devam edeceğini söyledi.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, AKP Samsun Milletvekili Mehmet Muş'un başkanlığında toplandı. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, salona girdikten sonra milletvekilleriyle tokalaştı.
Toplantı başlamadan önce görevliler muhabirlere telefonla görüntü çekmenin yasak olduğu uyarısı yaptı. CHP'li vekiller duruma tepki gösterek, Başkan Mehmet Muş'a "Şu ana kadar var olan uygulamaları neden değiştiriyorsunuz" dedi. CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, "Bütçede bugün 20'nci gün. Yarın bitecek. Neden uygulamaları devam ettirmiyoruz" diye sordu. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba da "Birçok muhabir buraya yaklaştırılmıyor. Gizleyeceğiniz bir şey mi var. Böyle şey olmaz" şeklinde konuştu.
Tepkiler üzerine Komisyon Başkanı Muş, bir değişiklik yapılmadığını söyleyerek, CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'ya, "Siz çekin Sayın Ağbaba. Ortadaki alan o kadar karışık oluyor ki Bakan da geçemiyor. Eline cep telefonu alan geliyor. Kuralları koymuyoruz, çekim yapıyorlar" ifadelerini kullandı.
Tartışmaların bir süre devam etmesi üzerine, 10 dakika ara verildi. Aranın ardından Veli Ağbaba, gazetecilerin yanına gelerek "Yasak kalktı" dedi.
Daha sonra, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Bakanlığının bütçesine ilişkin sunuma başladı.
Öte yandan DEM Partili vekillerin bulunduğu sıralarda, 2015 yılında öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin ve Cumartesi Anneleri'nin fotoğrafları, CHP'li vekillerin bulunduğu sıralarda "CMK ücret tarifisi, AAÜT'ye eşitlensin" dövizleri yer aldı.
İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Afyonkarahisar Milletvekili Hakan Şeref Olgun, Adalet Bakanlığı'nın 2025 yılı bütçesinin görüşüldüğü Plan ve Bütçe Komisyonu'nda yaptığı konuşmada, iktidarın yargı alanında yaptığı reformları eleştirerek, "Bu bütçeyi tartışırken, yalnızca rakamlardan değil, bu rakamların ardında yatan çürümeden, çöküşten de bahsetmek zorundayız. Defalarca ‘reform’ diyerek, milletin önüne koyduğunuz strateji belgeleri, sadece göz boyamaktan başka bir işe yaramayan sabun köpüğünden ibaret belgelerdir. 2009 Yargı Reformu Strateji Belgesi’ni hatırlayalım. Ne demiştiniz? ’Adalete erişim kolaylaşacak, yargı bağımsızlığı güçlenecek, insan hakları korunacak.’ Sonuç ne oldu? Bugün, yargıya güven neden yerlerde? Neden vatandaşımız mahkeme koridorlarında adalet ararken yıllarını harcıyor? 2015 Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni büyük vaatlerle sundunuz. Dediniz ki: ’Hukuk devletini güçlendireceğiz, yargının hesap verebilirliğini artıracağız.’ Peki, bu belgede ne yaptınız? Bu ülkede yargının bağımsızlığını güçlendiren tek bir uygulamanızı gösterebilir misiniz? Hayır. Aksine, yargı bağımsızlığı daha da zayıfladı. Hakim ve savcılar, iktidarın gölgesi altında karar verir hale geldi" ifadesini kullandı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Gökçe Gökçen, komisyonda; iktidarın kanun yapma pratiğini, AYM'nin iptal ettiği düzenlemelerin değiştirilerek yeniden Meclis'e getirilmesi, etki ajanlığı düzenlemesi, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan hakaret davası ve kayyum atamalarını eleştirdi.
2017 referandumunun ardından yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılmak yerine birleştiğini belirten Gökçen, Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği düzenlemelerin yeniden Meclis'e getirilmesine tepki göstererek şunları söyledi:
"Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2017 referandumu öncesinde yasama ve yürütmenin birbirinden katı olarak ayrılacağını savunmuştu. Muhalefetin itirazlarına rağmen kabul edilen anayasa değişikliğiyle birlikte kuvvetler ayrılmadı, tam tersine birleşti. Bu dönemde Adalet Komisyonu'nun görüştüğü torba kanunlar, Adalet Bakanlığı'nın hazırlaması ve milletvekillerine göndermesi yoluyla yapılıyor. Bunu Sayın Bakan’ın yasa tekliflerinin hazırlanması aşamasındaki açıklamalarından anlıyoruz. Milletvekillerinin başlattığı, ihtiyacı gördüğü, belirlediği, muhalefetle ve sivil toplumla tartıştığı, ardından teknik desteğin alındığı bir sürece ihtiyaç var.
Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında yürürlükle ilgili bir süre veriyor. Getirdiğiniz teklifler ya o sürenin dolmasından hemen önce getirilen alelacele teklifler ya da süre dolduktan sonra hukuki boşluğu doldurmak adına Meclis'ten 1 günde geçirmeye yönelik metinler. Bu metinlerde de çok büyük çoğunlukla iptal edilen hükmün tamamen aynısı veya bazı kelimelerin yer değiştirmiş halinin olduğunu görüyoruz. Bunlar da yine yöntemine karşı çıktığımız, torba kanun usulüyle getiriliyor. Aynı kadının isim hakkını ihlal eden, kadının soyadı düzenlemesi gibi. Bu yapılan, Anayasa’nın sistematik olarak ihlal edilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin fiilen bir kere daha devreden çıkarılması demek. Yani tartışmayı yalnızca bireysel başvuru üzerinden değil, norm denetimini de dahil ederek yapmak zorundayız ve defalarca ifade ettiğimiz gibi, Anayasa’yı uygulamayan bir mantıkla anayasa değişikliğini tartışmak bizim için mümkün değil."
Etki ajanlığı düzenlemesinde Türk Ceza Kanunu'nda yer alan casusluk suçlarına dahil edilmeyen nelerin olduğunu soran Gökçen, "Getirilen ve ardından geri çekilen metinle Erasmus’a giden öğrencilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin ve gazetecilerin ifade özgürlüğünün etkilenmesine çok müsait bir ifade vardı. Aynı metin geri getirilmeye çalışılırsa, Genel Başkanımızın ifade ettiği gibi kırmızı alarmdayız. Yok eğer gerçekten ifade özgürlüğüyle ilgili olmayan, sivil toplum örgütlerini ve gazetecileri etkilemeyecek bir düzenleme düşünüyorsanız bu konuyu çok dikkatle ele almak zorundayız" dedi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan hakaret davasının siyaseti dizayn etme girişimi olduğunu ve buna izin vermeyeceklerini belirten Gökçen, kayyım atanan belediyeler ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'in muhalif isimlerin yargılandığı birçok davada isminin geçmesine tepki gösterdi. Gökçen'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan davada, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Sözcüsü’nün 'Neden Samsun’a sürdüğümüzü izah edeceğim' sözlerini çok vahim buluyoruz. Ve gündeminize almanızı bekliyoruz. Ahmak davasının, siyaseti dizayn etme girişimi olduğunun en başından beri farkındayız ve buna izin vermeyeceğiz. Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer, bu yaşına kadar hem adli sicil kaydı temiz, hem de bir tek suç bile işlememiş bir akademisyen. Süleyman Soylu’nun değerli görüş ve katkıları için teşekkür ettiği, 2013 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşüne başvurulan, belediye başkanı olarak düzenlediği ve kaymakamın da katılmış olduğu konserde atılan sloganlardan sorumlu tutulan, tutukluluğa itirazın reddi kararında birden bire, aleyhinde bir gizli tanık ortaya çıkan Prof. Dr. Ahmet Özer. Esenyurt Belediye Başkanımız, geçmişte sizin partinizin defalarca görüşüne başvurduğu, dönüp Esenyurt’u on yıllık bir Cumhuriyet Halk Partili olarak kazandığında hakkında suç uydurulan Ahmet Özer.
Ovacık Belediye Başkanımız Mustafa Sarıgül hakkında yıllar önce katıldığı bir taziyeden dolayı dava açıldı. Cenazenin defnedilmesi için belediye başkanımızdan yardım isteyen de güvenliğin sağlanması amacıyla Cumhuriyet savcısı. Belediye Başkanımız, bu olayın üzerine tam üç kez seçimi kazanarak belediye başkanlığı yaptı. Her nasılsa bu şimdi sorun oldu ve bir siyasetçinin daha sözde terörist olduğuna karar verildi. Lütfen Ovacık Belediyesi’nin web sitesini açın. Orada kim başkan olarak yazılmış? Başkanvekili değil. Başkan. Kayyum Hüseyin Şamil Sözen. Yani siz bizim 'kayyum' dediğimize 'başkanvekili' deseniz de, orada başkan olarak ilan edilmiş bile. Burası Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değil midir? Ovacık halkının iradesinin hiçbir değeri yok mudur?
Canan Kaftancıoğlu’nun davasında, Selahattin Demirtaş’ın, Selçuk Kozağaçlı’nın, Sözcü gazetesi yazarlarının, Hrant Dink’in, Enis Berberoğlu’nun davasında hep aynı isim var. Kendisi önce sizin yardımcınız, şimdi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı oldu. Sizi İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı üzerinden zorlayacak açıklamaları mı tercih ediyorsunuz? Akın Gürlek’e 'bu sarayın celladı', sizden bahsedilerek 'bu bakanın imamı Akın Gürlek', yine sizden bahsedilerek 'bu bakanın Akın Gürlek’e gücü yetmemektedir' denmesini mi istiyorsunuz?"
CHP Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül de bütçe sunumunda adil yargılanma hakkından, bağımsız ve tarafsız yargıdan ve insan haklarından bahseden Bakan Tunç'un açıklamalarına "Acaba biz aynı ülkede mi yaşıyoruz, anlayamadım. Gerçekleri konuşmamız gerekiyor" diye tepki gösterdi.
Bülbül'ün konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
"Yargı reformu olarak getirdiğiniz yargı paketlerinde AYM kararlarını Anayasa’nın 153. maddesini yok saydığınız doğru değil mi? Siyasallaşmış yargının talimatlı yargıçlar eliyle yargı darbesi yapıp Türkiye’yi bir anayasasızlaştırma sürecine teslim ettiğiniz doğru değil mi? Anayasa’nın rafa kaldırıldığı doğru değil mi? AYM’nin Can Atalay hakkında verdiği karara uymayıp Meclis’in saygınlığını ayaklar altına alarak TBMM’ye talimat verip ‘Gereğini yapın’ diyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk’ü ödül olarak Yargıtay Cumhuriyet Başkanlığı’na atadığınız doğru değil mi? Yargıtay üyesi İrfan Fidan’ın atanmasından sadece 20 gün sonra Anayasa Mahkemesi üyeliğine gönderildiği doğru değil mi? Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüttüğü dönemde Ocak 2017’den Kasım 2020’ye kadar suç örgütü lider Ayhan Bora Kaplan hakkındaki 8 soruşturmanın 7’sini kapatan, Kaplan’ı örgüt liderliği iddiasıyla yargılandığı dosyada örgüt liderinden hesabına paralar kabul ettiği tespit edilen Yüksel Kocaman’ın hala Yargıtay üyesi olarak görevine devam ettirildiği doğru değil mi? Siyasi operasyonlarınız için Adalet Bakan Yardımcılığı’ndan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na geçirilen iktidarın gezici hukuk celladı olan, AYM kararlarını Enis Berberoğlu davasında 'tanımıyorum' deyip de hak ihlallerine sebebiyet veren Akın Gürlek'in ayağının tozuyla İstanbul'da belediye operasyonları çerçevesinde Esenyurt Belediyesi'ne kayyum darbesi yaptığı doğru değil mi? HSK'nın Atatürkçü teğmenlere soruşturma açılmasını eleştiren, Antalya Cumhuriyet Savcılığından alınan savcının hukuksal durumu doğru değil mi?
2019 yılında Öcalan'ın yazdığı kamuoyuyla paylaşan Ali Kemal Özcan'ın ihbar sonucu terör örgütü propagandası yaptığı iddiasıyla 2023 yılında hakkında açılar soruşturmada PKK yöneticilerinden Remzi Kartal ile görüştüğü iddiaları varken açılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Hukuksuzca tutuklanan ve yerine kayyum atanan Esenyurt Belediye Başkanı'mız Ahmet Özer'e yapılan suçlamalardan biri de Remzi Kartal ile görüşmesi idi. Remzi Kartal'la 10 yıl önce görüştü diye belediye başkanımızı hapse tıkan yargı bir yanda duracak, sırf seçim kazanabilmek için devletin İmralı'dan mektup almaya gönderdiği Ali Kemal Özcan Remzi Kartal'la konuştuğunda takipsizlik kararı veren yargınız bir yanda duracak. Aynı durumda bambaşka kararlar veren iki savcı, bu devletin savcısı değil mi? İkisi de hukuka saygı Anayasa'ya bağlılık yemini etmedi mi?
Siz her fırsatta ‘Kimse yargıya parmak sallayamaz’ derken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’mız Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı haksız hukuksuz ‘Ahmak davasında’ sırf istediğiniz kararı vermiyor diye apar topar Samsun’a sürgün ettiğiniz hâkim Hüseyin Zengin’i unutmadık. ‘Ahmak davası’ için arzu ettiğiniz kararı versin diye o koltuğa oturttuğunuz hakim Mehdi Komşul’u da unutmadık. ‘Bu sözün YSK’ya yönelik değil Süleyman Soylu’ya yönelik söylendiği açıkça ortada’ diyen hakim Mehdi Komşul, 2 yıl 7 ay 15 gün YSK üyelerine hakaretten ceza verdi. Bu yargıya baskı değil de nedir?
İBB Meclisi AKP Grup Sözcüsü Faruk Gökkuş’un 'İzah edeceğim niye Samsun’a sürdüğümüzü' şeklindeki açıklaması yargıya parmak sallamak, siyaseti yargı eliyle dizayn etmek değil midir? Sırf iktidar kendi siyasi geleceği için tehdit görüyor diye, Ekrem İmamoğlu Başkanımızın dosyasını rafta bekletecek, geçen gün olduğu gibi duruşma savcısı izin aldı diye davayı erteleyecek, yukarıdan komut bekleyen cübbesi düğmeli hakimlerle hukuk devleti mi inşa edeceğiz?
Aynı şekilde; 7. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun hukuksuzca yargılandığı davadan bir gün önce çıkıp basına; 'Siyaset yapanlar örnek alırsa onların sonu da bu eski Genel Başkan gibi olur. Siyasetçilerimiz için ibret vesikasıdır.' şeklinde demeç veren siz değil misiniz? Siz aynı zaman da hakim ve savcıları mesleğe kabul eden, atama ve terfilerini yapan, disiplin işlemlerini yürüten HSK’nın da başkanısınız. Bu açıklama bir gün sonra dosyaya bakacak olan hâkime bir telkinde bulunmak bir talimat vermek değil de nedir? Tüm bunların olağan düzen haline getirildiği bu rejim, hukuk devleti rejimi değildir. Açıkça tek adam rejimidir. Adaletin terazisinin muhalifleri ezmeye, suçluları koruyup kollamaya, yandaşları aklamaya hizmet ettiği bu düzen hukuk devleti olamaz. Yargı kararlarının adamına göre şekillendiği ve yargıda çifte standardın hakim olduğu bir düzen hukuk devleti değildir."
DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş, yargıdaki usulsüzlüklere, kayyum atamalarına, Kobani davasına, uygulanmayan AİHM ve tartışılan AYM kararları ile umut hakkına ilişkin açıklamalarda bulundu.
Danış Beştaş'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Adalet her şeyin temeli aslında; bütün yaşadıklarımızın çıktığı nokta, adaletsizlik ve adaletsizlik şu anda maalesef Türkiye'de hüküm sürüyor. Bir kara düzen var, şu anda suç işleyenlerin serbest; muhaliflerin, demokratların parmaklıklar arasında olduğu bir iklimde yaşıyoruz. Dilan Polatgillerin serbest, Selahattin Demirtaşların, Figen Yüksekdağların rehin tutulduğu bir adaletsizlik düzeninde yaşıyoruz. Kimse yoksulluğu, adaletsizliği konuşmasın diye maalesef suç çeteleri aklanıp paklanıp bir de evimize kadar misafir ediliyorlar. Evet, adaletsizlik maalesef hüküm sürüyor. Yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı çok önemli, çok hayati ve bütün meselelerin tabii ki adaletin de yolu yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığından geçiyor fakat Türkiye'de şu anda siz HSK Başkanısınız ve tarafsız değilsiniz doğal olarak ve HSK Başkanı sıfatınızla aslında en büyük gölgeyi düşürüyorsunuz. Tabii ki diğer mekanizmayı anlatamıyorum. Venedik Komisyonu’nun, uluslararası mekanizmaların bu konuda çok sayıda raporu var ve maalesef, şu anda yargıda taraflı ve bağımlılık ilişkisi var ve iktidar işine geldiği kararları alkışlayan, işine gelmediği kararları eleştiren bir tabloda.
Yolsuzluk ve rüşvet çarkının derinleştiğini de bence siz de gayet iyi biliyorsunuz. Mafyatik ilişkilerin nasıl hüküm sürdüğünü bizler de görüyoruz. Öyle bir tablodayız ki yenidoğan çetesi gibi bir yargılama var Türkiye'de; hepimiz için çok iç acıtıcı, benim canım yanıyor, eminim, bütün insanların canı yanıyordur, bebeklerimizin katledildiği bir dosyadan söz ediyoruz. 'Burada yargıyla ilişkisi ne' diyeceksiniz, ortaya çıktı ki bebeklere ilişkin daha önce ihbar ve şikâyetler var ama hasır altı edilmiş, etkili bir soruşturma yapılmamış ve korku-menfaat karşılığında bu tip dosyalarda yargı mensuplarının görevlerini yapmadığını öğrenmiş bulunuyoruz. İşte, yenidoğan çetesini konuşurken yargının bu konudaki sorumluluğunu da dikkate almamız lazım. Bu çok hayati bir mesele.
Yargı o kadar taraflı ve bağımlı ki talimat verildiğinde on yıllık dava dosyasını bir gün içinde karara bağlıyor. Cevdet Konak, Dersim Belediyesi Eş Başkanı'mızın 10 yıldır devam eden bir yargılaması vardı, önce hakkında ceza kararı verildi, iki gün sonra da kayyum atandı. Kim bize bunun tesadüf olduğunu anlatabilir? Sıddık Akış, Hakkâri Belediyesi Eş Başkanı'mız yine 11 yıldır devam eden yargılaması nasıl olduysa önce bir soruşturma başlatıldı, sonra gözaltına alındı, tutuklandı ve hemen kayyım atandı. Bu iki örnek bile aslında yargının nasıl bir istişare hâlinde yönetildiğini taraflı ve bağımlı olduğunu gösteriyor.
Sayın Bakan, bir açıklama yaptınız 'Belediye başkanları cezası kesinleşmediği için belediye başkanvekilini Meclis üyeleri seçemiyor' dediniz. Ne yani suçsuzluk karinesi aleyhe mi döndü? Cezası kesin olursa Belediye Meclisi seçebilir ama suçsuz kabul edildiği için kayyum atıyorsunuz. Dersim, Halfeti, Batman, Ovacık, Mardin'e kayyum atandı. Sizin bu söyledikleriniz doğrudan pratik yaşama farklı yansıtıyor.
Yargı taraflı ve bağımlı, adaletsizlik hüküm sürüyor, kayyum atamalarının yargı tarafından önceden zemini hazırlanıyor. Ulusalüstü sözleşmeler iç hukuktan önce geliyor fakat hukuksuzluk hukuksuzluğu doğuruyor ve başka konularda da ısrarcı tavır devam ediyor, AİHM ve AYM kararlarına uyulmuyor. Bu konuda kamuoyunda da sıkça tartışılan Yüksekdağ, Demirtaş, Osman Kavala, Yalçınkaya davaları çok somut örnek. 18'inci madde ihlali var. Şu anda hiçbirinin cezaevinde olmaması gerekiyor. Yargı neden direniyor? İşinize geldiğinde AYM bir mahkeme, işinize gelmeyen kararlar verdiğinde ise kapatılmak istenen bir heyula gibi tartışma konusu yapılıyor. Yargıtay aracılığıyla AYM'ye muhtıra çekildi ve Şerafettin Can Atalay milletvekili olduğu hâlde şu anda bu sıralarda değil ve bunun sebebi de hukuksuzluğun, adaletsizliğin neticesidir. AİHM tarafından verilen kararları siyasi olarak değerlendirip siyasi rövanş saikiyle hareket eden iktidarın acaba hukukla ilgisi var mı? Siz kayyum atamak için ceza verdiren bir iktidarsınız ya, bunun başka bir izahı olabilir mi?
Kobani davasını da söylemeden geçmeyeceğim son olarak. HDP'ye dönük kumpas davasına gerekçe oluşturmak, HDP'li siyasetçileri siyaset alanından uzaklaştırmak, seçimlerde kara propaganda malzemesi olarak kullanmak ve iktidarın bir siyaset aracı hâline gelen yargı eliyle muhalifleri demokratik siyasetten uzak tutmak gibi Kobani kumpas davasının ajandası oldukça geniş. 2014 yılı ve o tarihleri herkes gayet iyi biliyor. Şimdi, arkadaşlarımız bu cezadan, mahkeme başkanı Ata Dedeler çetesinden yargılanıyor, ev hapsiyle. Soruşturuldu ama onun verdiği kararlarla, arkadaşlarımıza yüzlerce yıl ceza verildi ve tahliye edilmediler. Kobani kumpas davasındaki cezaların derhâl ortadan kaldırılması gerekiyor.
Umut hakkı konusunda kanun teklifimiz var. Belirli sürelerde mahpusların iyi hallerinin gözden geçirilmesi, bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı da var ama maalesef bu konuda hücre cezaları verilerek umut hakkından faydalandırılmıyor. Umut hakkı kabul edilmediği takdirde insanların fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmesi demek. Bu nedenle, iç hukukta bunun behemehâl verilen teklifler de dikkate alınarak kaldırılması gerekiyor ve umut hakkının yaşam bulması gerekiyor. Aksi hâlde Türkiye idam cezasını, ölüm cezasını kaldırmamış gibi olacak."
CHP Aydın Milletvekili Bülent Tezcan, bütçe görüşmelerinde; "Türkiye'nin birinci partisinin genel başkanına kendi belediye başkanıyla hakkı olan görüşmeyi yapmak üzere vermeniz gereken bir izni dönüp de bir pazarlık konusu ya da bizim 'seyyar giyotin' dediğimiz Akın Gürlek'in ambargosu üzerinden tarif edemezsiniz; Adalet Bakanlığı'na yakışacak bir tutum değildir. Milletin iradesine saygı göstermeye, Can Atalay'ın Meclis'e gelmesine Anayasa engel değil. Milletin seçtiği belediye başkanlarına kayyum atanarak görev yapmalarını engelleme Anayasa’nın ürünü değil, Anayasa'ya aykırı iktidar pratiğinin ürünü" dedi.
DEM Parti Mardin Milletvekili Kamuran Tanhan, ''gözaltında kayıpların uzun süredir bir devlet pratiği olduğunu'' ifade ederek, yargı baskısı ve polis şiddeti eşliğinde de olsa sürdürülen hakikat mücadelesinin devam edeceğini söyledi. Tanhan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye'nin yüz yılına damga vuran en önemli insan hakları sorunlarından biri de insanlığa karşı suçlar bağlamında tanımlanan ve muhalifleri yok etmek, toplumda korku ve belirsizlik yaratarak mücadeleden vazgeçirmek amacıyla uygulanan gözaltılar ve zorla kaybettirmeler ve bu suça ilişkin kalın cezasızlık zırhıdır. Türkiye'deki durum da pek farklı değil. İnsanlığa karşı suça maruz kalanların oranı suçun yaygınlığını göstermek bakımından önemlidir tabii ki ancak 'Kaç kişi kaybedilmiştir bugüne kadar' sorusuna net sayı vermek zor çünkü devlet arşivleri açılmıyor bu konuda.
Bu alanda en uzun soluklu çalışmayı yürütmekte olan İnsan Hakları Derneği dahi başlangıçta başvurular üzerine yaptığı tespitler konusunda herhangi bir ihtilaf oluşmaması için sayısal verileri açıklarken bugün resmî makamlarca da teyit edilmiş bilgileri öne almaktadır. Bu nedenle sayısal verilerde kimi değişiklikler ve farklılıklar, kurumların farklı sayılar içeren açıklamaları anlayışla karşılanmalıdır ki sayıyı aynı tarihlerde İnsan Hakları Derneği bin 388; Hafıza Merkezi bin 352 olarak açıklamıştır. Yine, Hafıza Merkezinin 'İç Hukuk Süreçlerinin Seyri' başlıklı çalışması bugüne kadar zorla kaybedilen 344 kişinin hukuki dosyalarına ulaşıldığını belirtiyor.
Bu veriler üzerinden yaptığımız incelemelerde 218 kişinin kaybedilmesine dair soruşturmalar sürüncemede kaldı, yüzde 63; 24 kişiyle ilgili soruşturma zaman aşımı kararıyla sonlandırıldı, bu da yüzde 7 ve 18 kişiyle ilgili soruşturmada ise kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı sonucu dava açılmadığını gördük, yüzde 5; 84 kişinin zorla kaybedilmesiyle ilgili davalarda ise yüzde 24. Toplam 15 dava açılmış bunlarla ilgili. Bu davalardan 36 kişinin zorla kaybedilmesini içeren 8 davada beraat kararı verildi, 46 kişiyle ilgili açılan 5 dava da hala devam ediyor. Bir başka deyişle, '1990'lardan bugüne otuz yıllık süre zarfında yapılan 344 şikayete ancak iki mahkumiyet getirildi' denilerek aslında ne kadar vahim bir tabloyla, bir cezasızlık politikasıyla karşı karşıya kaldığımızı gözler önüne seriyor. İnsanlığa karşı suçlarda zaman aşımı işlemez kuralı Türk Ceza Kanunu'nun 'insanlığa karşı suçlar' başlıklı 77'nci maddesinde. Bu suçlar sayılırken gözaltında ve zorla kaybetme suçu belirtilmemiştir. Uygulamada gözaltında kaybetme olaylarına suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan kanuna göre kasten öldürme suçuna dair zaman aşımı kuralı uygulanmakta, yirmi yıl veya her halükârda otuz yıl geçince dosyalar zaman aşımına uğramakta ve kapatılmaktadır.''
© Tüm hakları saklıdır.