Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun, Yargıtay'ın boşalan üyelikleri için seçtiği 11 isim arasında İstanbul ve Ankara cumhuriyet başsavcılarının da bulunması, "yargıda yeni dönem mi başlıyor?" sorularına yol açtı. Atamalar, Berat Albayrak'ın Hazine ve Maliye Bakanlığı'ndan istifası sonrası, yakın grupların tasfiye edildiği ya da "tenzil-i rütbe" yorumlarıyla da karşılandı.
Adalet Bakanlığı ile Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun, Ankara ve İstanbul'da uzun bir süredir değişiklikler yapmak istediği biliniyordu, ancak başsavcıların herhangi bir idari / kızak göreve değil de Yargıtay üyeliğine atanmaları için "tenzil-i rütbe" yorumunu yapmak mümkün değil. Bununla birlikte, iki ismin değişmesiyle, yargıda yeni bir dönemin başladığını söylemek fazlasıyla iyimser, en azından erken bir yorum.
Albayrak'ın istifasının hemen ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "yargıda, insan hakları alanında reform" söylemi ile kamuoyuna açıklamalar yapması bir süredir tartışılıyor. Ankara'da, yargı reformu, özellikle ekonomi boyutuyla tartışılıyor, yatırımcıların beklentileri, yargının hızlandırılması ve bu alanlardaki sorunların aşılması başlıklarıyla ele alınıyor. Buna karşılık, reform söyleminin hemen ardından Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun aldığı kararlar, yeni bir tartışma yarattı.
11 yeni isim
HSK, Yargıtay'da boşalan üyelikler için yeni isimler belirledi. 11 yeni isim Yargıtay'a üye olarak atandı. Bu isimler arasında özellikle İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan ile Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman dikkati çekti.
İki ismin yanı sıra, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Selfet Giray, İstanbul Ticaret Mahkemesi Başkanı Kemal Güngör, Mersin Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Ercan, Sakarya Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Doğan, Gaziantep Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Çiçekli, Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri Fuzuli Aydoğdu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Canel Rüzgar, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Başkanı Savaş Şahinbay, Yargıtay Savcısı Mehmet Beyhan Seçkin de Yargıtay'a seçildi.
Seçilen isimler tanıdık
Ankara ve İstanbul başsavcılarının Yargıtay'a atanmasından önce, üye seçilen diğer isimlere bakmakta fayda var.
Canel Rüzgar'ı kamuoyu, Gezi olayları sırasında başından gaz fişeği ile öldürülen Berkin Elvan'ı vurduğu iddia edilen polis memurunun davasına bakan İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi'nin başkanı olması nedeniyle tanıyor.
Selfet Giray ise Akıncı davası ile 10 Ekim Ankara Garı katliamı davasına bakan Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başkanlık ediyordu.
Fidan ve Kocaman
İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan ile Ankara Başsavcısı Yüksel Kocaman ise elbette daha kritik ve tanınan isimler. Kocaman, kısa süre önce helikopterle gittiği tatil, lüks otelde yaptığı balayı ve lüks oteldeki düğünü, nikâhtan hemen sonra eşiyle birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ziyaret etmesiyle gündeme geldi. Kocaman, Ankara'daki kritik birçok dava ve operasyonla ilgili son sözü söyleyen isimdi. Kocaman'ın, eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'la ilgili AİHM kararına rağmen verilen, yeni bir soruşturma açılarak verilen tutuklama kararı öncesi Cumhurbaşkanı ile görüşmesi de büyük tartışma yaratmıştı.
İrfan Fidan ise sivil toplum örgütleri temsilcilerinin yargılandığı Büyükada davasından AİHM kararına ve iki kez tahliye, bir kez beraat etmesine rağmen hakkında yeni soruşturma ve dava açılarak cezaevinden tutulan Osman Kavala'ya, barış akademisyenleri davalarından Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri hakkında açılan davaya kadar çok sayıda tartışmalı soruşturma ve iddianameye imza atan İstanbul savcılıklarını idare ediyordu.
Tenzil-i rütbe değil, Yargıtay
Bu nedenle her iki ismin eşzamanlı olarak, üstelik Berat Albayrak'ın istifası ve "yargıda reform" söylemi sonrası görevden alınması, "yeni bir dönem mi başlıyor?" yorumlarına yol açtı.
İki ismin başsavcılıktan Yargıtay üyeliğine atanması, "terfi yoluyla tenzil-i rütbe" şeklinde de yorumlandı.
Bu yöndeki yorumlar, emniyette yaşanan atamalar söz konusu olduğunda doğru sayılabilir. Örneğin İstanbul Emniyet Müdürü'nün, Emniyet Genel Müdürlüğü'nde bir göreve atanması, genellikle bu şekilde yorumlanır.
Ancak yargı söz konusu olduğunda, Yargıtay'a üye seçilmenin, seçilen açısından bu şekilde yorumlandığını düşünmek mümkün değil. İstanbul dahil tüm il başsavcıları, geçmişten bu yana, Yargıtay üyesi olmayı temel hedef olarak belirler ve yüksek yargıçlığı kariyer açısından en üst nokta olarak görürler. Anayasa Mahkemesi üyesi olmanın, Yargıtay Başkanı ya da eş bir göreve seçilmenin ön şartı Yargıtay üyesi olmaktır. Başsavcılık çok uzun süre kalınabilecek bir görev olmadığından, Yargıtay üyeliği, iktidar değişikliklerine, iklimin değişmesi gibi olası gelişmelere karşı en etkili ve korunaklı makam olarak görülür. Bu nedenle, iki başsavcının da bugüne kadar yaptıklarına karşılık, ödüllendirildiklerini söylemek yanlış olmaz. Geçmişte, özel yetkili savcılıktan, etkisiz bir başsavcı vekilliğine atanan, Gülen cemaati mensubu firari Zekeriya Öz'ün durumuyla, Yargıtay üyeliğine seçilerek, belki de en kritik dosyalarda oy kullanacak, daire başkanı olabilecek konuma gelen başsavcıların pozisyonunu bir tutmak gerçekçi görünmüyor.
Yargıtay'ın, İstanbul'daki mahkemelerin aksine, Ahmet Altan dosyasında, Cumhuriyet gazetesi davasında farklı yaklaşımlarda bulunduğunu da hatırlatmak gerekir. Bu isimlerin, artık Yargıtay'da da etkin olabilecekleri ve görevdeyken karşı çıktıkları Yargıtay kararlarına etkide bulunabilecekleri ciddi bir ihtimal.
Diğer yandan bakanlık da rahatladı
Terazinin bir de diğer kefesi var. Adalet Bakanlığı'nın, Pelikan / İstanbul grubu olarak da tartışılan kesimin, özellikle İstanbul'daki savcılıklar ve mahkemeler üzerindeki etkisini kırmayı hedeflediği biliniyor. Ancak bunu yaparken vazoyu kırmadan, kırıp dökmeden adımlar atmaya çalıştığı da yargı kulislerinde izleniyor. Yargıtay üyeliğine seçerek iki ismi mutlu eden HSK ve Adalet Bakanlığı'nın, bu kritik noktalar için yeni isimleri atama imkânı elde ettiği için kısmen rahatladığını düşünmek mümkün.
Kritik isme dikkat
Bu değerlendirmeler ışığında, "yeni dönem" yorumlarının erken bir iyimserliği ifade ettiğini söylemek mümkün. HSK'nin, Yargıtay'a seçtiği isimler arasında "kızak görev" olarak nitelenen Adalet Bakanlığı Müşavirliği görevini yürüten Fuzuli Aydoğdu da var. Daha önce HSK Genel Sekreteri olan Aydoğdu'nun, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün isteğiyle bu görevden istifa ettiği, İstanbul grubuna yakın olan Aydoğdu'dan Gül'ün rahatsızlık duyduğu söyleniyordu. Bu istifa; iktidara yakın medyada, "Abdülhamit Gül'ün FETÖ'ye yakın isimleri Yargıtay'a ve etkin görevlere seçtiği" yönünde iddialar öne sürülmesinden, Gül'ün de bu haberlere örtülü biçimde İstanbul işaret ederek tepki göstermesinden hemen sonra gelmişti. Son atamalar kapsamında Aydoğdu, kızak görevde bırakılmayarak, Yargıtay üyeliğine seçildi. Bir başka deyişle, kızak görevden, en etkili olabileceği noktaya getirildi.
Sadece İstanbul grubu mu?
İstanbul grubuna yakın isimlerin görevden alındığı ve yeni bir dönemin bu yolla başlatıldığı yorumu, yargının imza attığı tüm hak ihlallerinin de bu gruba yakın isimlerin eseri olduğu kabulüne dayanıyor. Ancak AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması, kanıtsız operasyonlar, ifade özgürlüğünün kullanılmasının tutuklamayla cezalandırılması gibi uygulamalar Türkiye'nin dört bir yanında gerçekleşiyor. Bütün bu süreci sadece bir grubun icra ettiğini ima eden yaklaşımlar, yargının yaygın biçimde içinde bulunduğu sorunlarını hafife alındığı gibi bir izlenim yaratıyor.