06 Kasım 2020 16:14
T24 Kültür- Sanat
Türkiye’de sahne ve gösteri dünyasının duayeni Mustafa Oğuz’un, gazeteci Selin Ongun’a hayatını anlattığı nehir söyleşide en geniş bölümlerden birini, 74 yaşında hayatını kaybeden piyanist, besteci ve yorumcu Timur Selçuk ile beraber geçen yıllar oluşturuyor. Lise yıllarında başladığı sahne organizasyonlarını 1970’li yıllardaki Timur Selçuk konserleriyle profesyonelleştiren Mustafa Oğuz, Türkiye’nin müzik tarihine damgasını vuran isimlerden biri olan müzisyen dostu için “Büyük bir stardı. Paris yıllarından sonra Türkiye'nin dertlerini yakından yaşayarak müzik kariyerini yönlendirdi” diyor.
MOST Production’ın kurucusu Oğuz, kitapta, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra pasaport verilmeyen Timur Selçuk'un, darbenin lideri Kenan Evren'in, "Böyle değerli bir sanatçının nasıl pasaportu olmaz" demesi üzerine pasaport çıkarılmasına içerlediğini de anlatıyor.
Doğan Kitap yayınları arasında geçen yıl “Mustafa Oğuz Anlatıyor: Türkiye’nin Neşeli Günleri / Yorma Birader” adıyla yayımlanan Selin Ongun’un yaptığı nehir söyleşide Timur Selçuk’a ilişkin bazı bölümler özetle şöyle:
O günlerde Timur Selçuk Paris’te yaşıyordu. İstanbul’a çok sık gelmezdi. 1960’ların sonuna doğru “İspanyol Meyhanesi”, “Ayrılanlar İçin” gibi şarkılarının efsane olduğu bir dönemdi. 1960’ların sonunda İstanbul’un önemli gece kulüplerinden biri olan Elmadağ’daki Viski A Go Go’da birkaç kez sahneye çıkmıştı. O zaman da büyük bir stardı Timur. Paris’te kompozisyon, orkestra şefliği eğitimine devam ediyordu.
Türkiye’ye yaz aylarında geliyordu. O yazlardan birinde, İstanbul programları için Timur Selçuk bir orkestra kurdu. Memet Duru, Melih Kibar ve Yaz Baltacıgil İstanbul Yelken’deki programı bıraktılar. Timur’un orkestrası olarak çalışmaya başladılar. O tarihte Timur Selçuk’un menajeri Ali Eraslan’dı. Ben de onun asistanı oldum. Yetişemediği işlere gidiyordum. O yaz bir gecede iki gazinoda, Gar Gazinosu’nda ve Caddebostan Maksim’de çıkıyordu Timur Selçuk. Bir de “Adalar’da akşamüzeri konserleri” diye bir fikir geliştirmiştik. Heybeliada, Burgaz, Kınalı ve Büyükada’da dört konser yaptık. Ben her sabah Adalar’ı dolaşıp bilet satardım. Bu sayede okul dışında organizasyonlar yapmaya başladım. Bir kaç yıl sonra, 1974’te Timur Selçuk Türkiye’ye tamamen döndüğünde Ali Eraslan Timur Selçuk’un menajerliğini bıraktı. Üniversiteyi bitirene dek Timur Selçuk’la ben çalıştım.
Timur ve o dönemki eşi Ayşegül’le çok yakın dost olmuştuk. Bu arada Ayşegül’ün ağabeyleri, İbrahim ve Mehmet Betil’le tanışmıştım. Sürekli onlarda olurdum. Türkiye meselelerinin konuşulduğu bir ortamdaydım. Timur’un da Paris’ten sonra Türkiye’nin dertlerini yakından yaşayarak, müzik kariyerini de başka şekilde yönlendirmeye başladığı bir dönemin içindeydik. Birbirimizden sürekli etkilenme halindeydik. Ufak tefek konserler yapıyorduk. Daha çok çalışmamız gerektiğini düşünüyorduk. O arada Timur ve Ayşegül’ün ahbabı Papirüs’ün eski işletmecisi Ahmet Doğan İz vasıtasıyla yeni açılacak olan Sheraton Otel’e müracaat ettik. Ayşegül santrale, ben de ön ofiste bellboy olarak işe kabul edildik. Okuldan akşam 21.30’da çıkıyordum. Saat 23.00’te otelde oluyordum. Akşam bagaj taşıyıcı olmadığı için porter’lık da yapıyordum. Müşterilerin valizlerini taşıyıp odalarını gösteriyordum. Sabah yedide oteldeki işim biterdi.
Timur’un da epey sert şarkılar yapmaya başladığı bir dönemdi. Orhan Veli ile başlayıp Nâzım Hikmet'lere geçtiği müzikal olarak yeni bir sürece girmişti. Orkestrayla bu tarz konserler yapıyorduk o günlerde. Yavaş yavaş repertuar değişmeye başladı.
“Hürriyet’e Doğru” filan derken, “1 Mayıs Marşı” başladı. Marş bitmeden aşçılar mutfaktan çıkmıştı. Sol yumruklar havadaydı, gece kulübünün hali birdenbire değişmişti. Patron ve müdür şaşkınlık içindeydi. “1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı, lay lay lay...” Hep beraber söyleyip birbirimize sarılıyorduk. Adamlar şoka girdi. Neyse gece bitti. İki gün sonra Timurlara Dostlar Tiyatrosu ve Ankara Sanat’tan rahmetli Mehmet Akan –“Bizimkiler” dizisinin Sabri Beyi– ve birkaç kişi daha gelecekti. Timur'ların Suadiye Selvili Sokak’taki evlerinin çok güzel bir terası vardı. O terasta ne yemekler yenildi.
İsmail Cem TRT genel müdürüydü, Timur Selçuk’a Eurovision Türkiye elemeleri için bir orkestra kurup yönetmesi görevini verdi. Orkestra, yarışmacılardan önce bir sinyal müziği çalacaktı. Timur, Melih Kibar ve Yaz Baltacıgil’in hocasıydı. Timur’un orkestrasında aynı ekip çalıyordu. Timur, sinyal müziği için orkestra üyelerine görev verdi. Onları teşvik etmek için sinyal müziğini kendi yapmak istemedi. Hepsi birer melodi yaptı. Timur, Melih’in “Çobanyıldızı” melodisini beğendi. “Çobanyıldızı”nın orkestrasyonunu Timur yazdı. O eser Melih Kibar’ın olduğu kadar Timur Selçuk’undur da. Melih’in melodisi üzerine o aranjmanı yapan Timur’dur.
12 Eylül’den sonra tüm bildiklerimiz sıfırlandı, her şey karmakarışık oldu. Eskiden konser yapmak için, halkı koruma adına, belediyeden konser biletini kaç liraya satacağımızın tarifesini alırdık. Bu usul, Özal döneminde kalktı. Darbeden sonra, 4. Ordu (Ege Ordusu S.O) Komutanı İsmail Hakkı Akansel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu. Belediye başkanı asker olunca, tarife uygulaması daha da katılaşmıştı. Darbeden önceki dönemde tarife isterken, “Bileti şu kadar liraya satacağız” diyerek bir dilekçe verirdik. Darbeden sonra işler değişti; hesap işleri müdürlüğü gibi birimler yetkilendirildi. Mesela tarife için başvuruyoruz, soruyorlar: “Niye bu kadar pahalıya satıyorsunuz?” “Orkestraya bu kadar ödeyeceğiz, şu kadar reklam masrafımız var” filan diyerek tekrar dilekçe yazıyoruz. Bu kez hesap işleri müdürlüğü inceleyip, “uygun görülen” tarifeyi veriyor ya da vermiyor!
O dönem komik şeyler de oldu. Şöyle bir görüşmeyi çok net hatırlıyorum; Timur Selçuk’un senfoni orkestrası yöneteceği, Erol Evgin’in de solist olacağı bir konser planlamıştık. Tabii senfoni orkestrası filan, epey bir maliyet. İzin için gittik, “Bu orkestra çok kalabalık, masrafı çok olur, biraz küçültün” dediler. Açıklama yapıyoruz; “Bu konserin konsepti bu.” Cevap belli: “Bu kadar kalabalık orkestraya gerek yok...” Maliyeti karşılayacak tarifeyi alamadık, konseri de yapamadık. Bu tarifenin dışında konser yapabilmek için ayrıca sıkıyönetimden de izin alıyorduk. İçerik, şarkılar, organizasyonun niteliği vs belirli başlıklar vardı. Konser izni alabilmek için Selimiye’ye gidiyoruz, epey sıkıntılı günler yani. Tabii arşivimizde darbe öncesinde askeri çevreleri rahatsız etmesi muhtemel onlarca konser mevcut. Yine Timur’la yapacağımız bir konser için uğraşıyoruz. Selimiye’ye gittim; bir şekilde izin alabilmek için İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Başsavcısı Albay Süleyman Takkeci’ye ulaştım.Konserin içeriğini anlattım, programdan bahsettim, adam Münir Nurettin Selçuk hayranıymış, küt diye izin verdi.
Geleceğini tahmin etmiyordum, ama konsere davet ettim. Geldi hem de en ön sıraya oturdu. Beni aldı bir telaş; Timur’a “Sıkıyönetim başsavcısı burada, repertuarını yumuşat” desem, inadına sertleştirecek, biliyorum. Diğer yandan böyle bir şey söylemeyi kendime yediremiyorum. Hiçbir şey söylemedim. Konser başladı; Timur, “Hürriyete Doğru”yu söyledi, “Memet”i söyledi. Arada Münir Nurettin Selçuk eserlerinden de söyledi. Sıra geldi finale, kapanışı Kazak Abdal ile yapacak. Kazak Abdal’ın dörtlüklerini okumaya başladı: “Eşeği saldım çayıra / Otlaya karnını doyura / Gördüğü düşü hayıra yoranın / Anasını da anasını!” Salon coştu, Timur devam ediyor: “Kazak Abdal söz söyledi / Cümle halkı ta’neyledi / Sorarlarsa kim söyledi / Soranın da anasını anasını...” Aman Allahım tam bu sırada, savcıya bakarmış gibi tekrarladı: “Soranın da soranın da anasını...” O kadar insan içinde sanki Sıkıyönetim başsavcısıyla göz kontağı yapmıştı! Renk vermiyorum ama vaziyetim şu; konser bitiyor, biz buradan Selimiye’ye gidiyoruz. Timur sahneden indi, savcı huşu içinde kalkıp bana sarıldı, öptü, “Timur Bey’i de tebrik etmek istiyorum” dedi. Hâlâ da anlamış değilim bu durumu.
Ankara’da Çankaya Vakfı kurulmuştu. Eski bürokrat, daha sonra TBMM Genel Sekreterliği, Gümrük ve Kültür bakanlıklarında bulunan, müsteşarlık da yapan Ertan Cireli vardı Çankaya Vakfı’nda. Yine Ankara Sanat Tiyatrosu’nun kurucularından, devrimciliğiyle nam salan, Kenan Evren 12 Eylül’ü yaptıktan sonra, onun damadı olduğu için “Kadere bak” diye anılan Maksut Göksu da bu vakfa önayak olan isimlerdendi. Vakfın etrafına hemen işadamları toplanmıştı. Enteresandır; o günlerde ANAP’lı bugünlerde çoğu AKP’li olan ve Kenan Evren’in etrafında toplanan Ankara müteahhitleri yine aynı kişilerdir. Mehmet Nazif Günal, Nihat Özdemir, Hamdi Akın gibi birtakım işadamları vakfa bağış yapıyorlardı. Çankaya Vakfı için her sene balo ve konserler düzenlenirdi. Genellikle Kenan Paşa da katılırdı. Çankaya Vakfı İstanbul Oda Orkestrası’yla bir konser organize etti. Kenan Evren de katılmıştı. Konserin sonunda Timur Selçuk’u tebrik etmek için kulise geçiyor Evren. O arada damadı Maksut Göksu ya da Ertan Cireli, Timur’un pasaport alamadığını söylüyor. Kenan Evren, “Böyle değerli bir sanatçının nasıl pasaportu olmaz” diyerek çok sinirleniyor. Ertesi gün Timur’un pasaportu çıkmıştı. Timur pasaportu çıktı diye sevindi ama bir taraftan da çok rahatsız oldu. “Bu nasıl bir adalet, bu nasıl bir ülke, bu nasıl ilişkiler” diye diye söylendi. Yazık ki bugün yaşadıklarımızla o gün yaşananları kıyaslarsak, hiç yol almadığımız gibi daha da geriye gittiğimizi görürüz.
© Tüm hakları saklıdır.