Usta sanatçı Timur Selçuk, Sarıyer UNIQ’te vereceği konserle sanat hayatının 50. yılını kutluyor. 5 yaşında piyano çalmaya başlayan Selçuk, … Ben 11 yıl Fransa'da kaldım ve sonunda büyük kızım da orada doğdu. Dedim ki ben kime hizmet ediyorum? Ve döndüm. Bir sürü sıkıntılar yaşadım. Hem siyasi sıkıntılar yaşadım, hem iş sıkıntıları. Helal hoş olsun. On defa olsa yine aynısını yaparım" dedi.
Birgün'den Derya Aydoğan'a konuşan Selçuk'un söyleşisi şöyle:
»Sanat hayatınızın 50.yılı desek de tüm hayatınız sanatla iç içe geçti. Çocukluğunuza döndüğünüzde ilk aklınıza gelenler neler oluyor?
5 yaşında piyano başına oturtuldum. Günde 2 saat piyano çalışıyordum, ne kadar hoş anlardı bilemiyorum. Asla tabii bugün baktığımda çok hoş ama yine de ben arkadaşlarımla oynamayı ve piyanoyu da ihmal etmemeyi isterdim... Sonra ilkokul birinci sınıftan itibaren Ortaköy’de Galatasaray İlkokulu’nda, deniz kenarında yatılı okudum. Orada da aynı şekilde iyi de bir öğrenciydim. Bunları dengelemeye çalıştım. Ama sanıyorum sağlığım faturayı çok ödedi. Gastrit, ülser, iki büyük mide kanaması ve iki büyük ameliyat oldum.
»Geçmiş olsun, şimdi nasılsınız?
Şimdi iyiyim. Doktorların hepsi buna bağladılar. ‘Çok küçük yaşta çok fazla sorumlulukla bu işleri yapmaya çalışmışsınız’ dediler. Ama ne diyelim yaratan bana bütün bunları taşıyacak güç armağan etti. Ben yaptığım her şeyi severek yaptım.
»Bir şarkı üzerinde çalışırken, gerçekten dünyayla ilişkinizi keser ve kendinizi fazla mı yıpratırsınız?
Hayır, tam da öyle değil aslında. Çağdaş Müzik Merkezi 40 yıldır var. Dershanede derslerime devam ederim. Ders biter eve gelirim. Bilgisayarın başında, eskiden de bilgisayar yoktu notaları yazarak, sonra hatta kopyalarını yaparak, bazen de öğrencilerim kopya konusunda yardımcı olurdu. Hiç oflayarak yapmadım işimi. Hatta buna şükrederek yaklaşmam ve geliştirmem gerekir diye düşündüm. Hem tiyatro müzikleri hem film müzikleri hem devlet operası için yazdığım opera, devlet operası için yazdığım bale, müzikal. İstanbul Oda Orkestrası’nı kurdum. Bütün bunlara hep bu duygularla yaklaştım. Anacığım babacığım aracılığıyla ve zaman ötesi güzellik aracılığıyla ve buna şükretmekten başka ne denir.
»Bir röportajınızda “Bilim insanı da olabilirdim, birçok arkadaşım bilim insanı oldu ama ben müziği seçtim” demişsiniz. Aslında ikisi de insanın var olabilmesi için, gerekli en önemli şeyler. Müziği seçerek, dünyayı geleceğe taşıyan bir şeye yine adım atmışsınız diyebiliriz.
Doğru, doğru… Galatasaray Lisesi’nde, fen derslerim çok parlaktı. Özellikle öğretmenlerim benim fen konusunda araştırmacı bir yol seçmemi isterlerdi ama onuncu sınıftan sonra yani lise ikiden sonra dedim ki “Ben yapamayacağım.” Ağır okul temposu ve bir yanda da konservatuvar vardı. Birini seçmem gerekiyordu. Müziği seçtim. Bu bakımdan farklı bir yola gittim yani. Sonra da Paris’e gittim. Orada müzik okulunda okudum. Ama dediğiniz doğru, sana katılıyorum. Bilim de sanatla aynı şeyi yapıyor.
»Fransa’da okumak, müziğinize nasıl yansıdı sizce?
Yurtdışında okumaya beni ben yapan hiçbir değeri kaybetmemek üzere gittim. Babacığım da anam da hep yerli oyunlar, yabancı oyunlar da oynuyorlardı tabii ki, Ankara Sanat’ta. Asla beni topraklarımdan, kültürümden kimse ayıramaz diye gittim. Bu inatçılıkla yaklaştım yani. Çok seslilik konusunda son gelişmeler nedir, yazılar konusunda, orkestra şefliği konusunda yapılan yenilikleri öğrenmek istedim. Onları da gördükten sonra ben bütün bunları benim kültürüme ters düşmeyecek bir biçimde nasıl yaparım, nasıl bütünleştirebilirim diye baktım. Bunları yaparken de asla onlardan kopya çekmeden… Bu da sanıyorum bir kişilik meselesidir.
»Bu yüzden özgün oldu yaptığınız işler belki de.
Belki de… Ben 11 yıl orada kaldım ve sonunda büyük kızım da orada doğdu. Dedim ki ben kime hizmet ediyorum? Ve döndüm. İyi ki de dönmüşüm. Yani döndüğümde burada bir sürü sıkıntılar yaşadım. Helal olsun. Hem siyasi sıkıntılar yaşadım, hem iş sıkıntıları. Helal hoş olsun. On defa olsa yine aynısını yaparım.
»Şarkılarınız ile tarihe geçtiniz. İşçi marşı, İspanyol Meyhanesi... Yıllar geçtikçe güncelliklerinden hiçbir şey kaybetmiyorlar ve her nesil dinliyor.
Galiba bu kişilikle alakalı bir şey. Bir de çok fazla dünyayla bağlantılı, dünya saatiyle çok bağlantılı yaşamamak lazım. Zaman ötesi bir boyutunuz varsa yüreğinizde, o bir şekilde sizi yönlendiriyor. O büyük harfle yazılı mübarek olan sizi yönlendiriyor ve bir şey için oturduğunuzda muhakkak belki başkalarına daha az armağan ettiği şeyleri size biraz daha farklı bir biçimde veriyor.
»Toplumumuzun hafızasında yer etmiş çok önemli şiirlerimiz var ve siz bunları çok güzel bir şekilde seçip kullandınız. Okumasanız, merak etmeseniz bu şiirleri bilmezseniz, seçemezdiniz de...
Mümkün değil, çok güzel söylediniz. Ne yapmak istediğini bilip, o şekilde şairi buluyorsun. Açıyorsun bakıyorsun ve bir biçimde o şair geliyor sana. O şiir değil öteki geliyor mesela yapmak istediğin şey doğrultusunda. Çok güzel bir şeye parmak bastınız aslında, doğru söylüyorsunuz.
»Şarkılarımın hepsi eleştirel demiştiniz...
Eleştiri derken yumuşak ölçüde belki. Yollarımız burada ayrılıyor, artık birbirimize iki yabancıyız. Bizim yollarımız burada ayrıldı da biz iki geri zekâlı bu güzelliği devam ettiremedik gibi... Gizli bir eleştiri vardır burada. Ben hep böyle bakarım. İki yabancıyız, yollarımız burada ayrılıyor. Ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa da her şeyi unutmalıyız. Kafanı kullansaydın da acılara güçlüklere kalmasaydın gibi.
»Popüler kültür insanların şarkı sözleriyle birlikte insanların bambaşka şeyler dinlemesine yol açıyor. Şarkı sözleri de değişiyor zamanla.
Güzel bir şey aslında değişmesi, zaman içerisinde. Tabii onda değişen mantığın yarattığı şiirleri de başka besteciler besteleyecek. Ya da benim karşıma çıkmışsa bir oyun müziği ya da farklı bir konum için ben de onun için oturup besteleyebilirim ama ben kendi çalışma dönemimde hem tiyatro hem serbest çalışmalarımda o dönem için bana yakın gelenleri aldım.
»Bugünü müzikal açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok fazla batı’ya yönelik Yani akımları, çizgileri birbirinden uzaklaştırıp zıtlaştırdık. Sonunda zıtlaşma gelir. Bu benim yapmadığım, yapmamaya gayret ettiğim bir şeydi. Bizden yola çıkarak, bizim kültürümüzden yola çıkıp, bir Batılının da rahatça dinleyebileceği, nasıl Münir babanın yorumu ve sesiyle Türk musikisi eserlerini hayranlıkla dinlemişlerse, benim de bestelerimi Türkçe sözlerle “Ya bunlar bize yabancı değil. Ne kadar güzel” diyerek çok sesli ve orkestralı bir halde dinleyebilsinler istedim. Bu konuda sanıyorum bunu çok fazla takip etmiyorum ama duyabildiğim kadarıyla, görebildiğim kadarıyla bu konuda biraz eksiğimiz var gibi geliyor bana. Bu da geçicidir ama. Dönem dönem böyle geçici ufuklar oluşur sonra toparlanır.
»Aynı zamanda eğitim de verdiğiniz için öğrencilerin, gençlerin ne düşündüklerini ve nasıl bir müziğe yaklaştıklarını da görüyorsunuzdur
Bu dönem biraz dediğim gibi yabancılık var ama sanki toparlanacaktır. Muhakkak toparlanır.
»Peki, annenizle babanıza dönecek olursak eğer onlarla ilgili özlediğiniz “Keşke şimdi burada olsalardı onlara şunu söylerdim” dediğiniz neler var?
Bir şarkı söylerdim o kadar. Sevgilerimi ifade edecek, Münir babadan izin alıp söylerdim onun bir şarkısını. “Senin gibi söylemem mümkün değil ama babacığım bak ben bunları da programına aldım” diye... Anneciğime de aynı şarkıyı söylemiş olurdum. Sonra da kendimden bir şeyler söylerdim. neşelensinler diye İspanyol Meyhanesi’ni söylerdim.
»Şiirler çok güzel şarkılar getirdi. Şarkılarınızdan birinin hiç bilmediğimiz bir hikayesi varsa onu duymak isterim.
Çenem o kadar geveze ki, hiçbir şeyim de saklı değil. Onun için söylemediğim ne olabilir diye düşünüyorum.
»İspanyol Meyhanesi, onun bir hikayesi var mı?
Ümit (Ümit Yaşar Oğuzcan) Abi ile çok sevişirdik, mekanı cennet olsun. Gerçekten abi gibi görürdüm. Çok içli dışlıydık. Birçok şeyi de mesela benim Fransızca yaptığım şarkıları Türkçe versiyonlarını o yazmıştır. Kitaplarını verirdi. Kitaplarının içinden ben seçerdim. Ama kendisi bir gün bile bana “Timurcuğum şuna dikkatli bak ben çok severim şu şiiri, besteler misin?”dememiştir. Çok muhterem bir insandı. En özel anılarım kurduğum dostluklar olmuştur. Dediğim gibi Ankara Sanat’tan güzel insanlar, sevgili Rutkaycığım (Rutkay Aziz) gibi, şiir dünyasından Ümit Yaşar abi gibi....
»Doğru en güzel anılar o dostluklar.
Kesinlikle. Zaten o dostluklar da belki biraz besliyor yaptığınız şeyi. Yani sadece şiiri okuyup, hiç tanışmadığım Orhan Veli, Nâzım Hikmet gibi çok sevdiğim, saydığım iki şair ama onlara da şiirlerinden sanki dokundum. Sanki öyle tanıdım onları. Tanıyormuş gibiyim daha doğrusu.